Mimar Sinan'ın camisindeki inşaat işçisi Cervantes
Yel değirmenleri ve Don Kişot denildiğinde aklınıza ilk ne gelir? Derslerde öğrendiğimiz dünyadaki ilk modern roman olması dışında hakkında ne öğrendik? İnebahtı Savaşı'na katılıp Osmanlı'ya karşı savaşmış bir edebiyatçının kaleminden döküldüğünü, Cervantes'in Cezayir'de esareti sırasında yaşadıklarının bir sembolü olduğunu yahut Cervantes'in Mimar Sinan'ın yaptığı camide inşaat işçisi olarak çalıştırıldığını kaçımız biliyoruz? Sizler için, dünya üzerinde büyük etki bırakmış Don Kişot'un Osmanlı topraklarından doğuş hikayesini derledik.
Önceki Resimler için Tıklayınız
Düşmanın gelmesi fazla uzun sürmedi, rüzgâr artık esmiyordu ve bu bizim mahvımız demekti. Rüzgârın kesildiğini gören düşmanlarımız rampa etmeye kalkışmayıp saldırıya geçmek için uygun bir anın gelmesini tercih ettiler. Gemilerin yaklaşmakta olduğu ilk anda onları yanlış saymışız, sonradan bizi çember içine aldıklarında gördük ki tam tamına on beş kadardılar, işte o zaman kurtuluş ümidimizin bulunmadığını anladık.
Her şeye rağmen cesur kaptan ve adamları cesaretlerini yitirmeyerek düşmanın ne yapacağını beklemeye koyuldular. Güneş doğduğunda kaptanlarının bulunduğu gemiden denize bir sandal indirilerek bir dönme aracılığıyla bizim kaptana teslim olması bildirildi, zira bu kadar çok gemi karşısında kendilerini savunamazlardı, ayrıca kendileri Cezayir'in en yiğit denizcileriydi, bütün bunlara ilaveten dönme, kaptanları Arnavut Mami'nin, gemilerine ateş açacak olurlarsa, kaptanı gemi direğinde sallandıracağı yolundaki tehditlerini de ileterek teslim olmamız için ısrar etti; fakat bizim kaptan teslim olmayı reddederek dönmeye derhal uzaklaşmasını, aksi takdirde kendisini top atışıyla suyun dibine göndereceğini söyledi.
Arnavut bu cevabı duyunca çember içindeki gemimize her yönden aynı anda ateş açılmasını emretti, topların gümbürtüsü ortalığı bir anda cehenneme çevirdi. Gemimiz de açılan ateşe karşılık verdi ve şans eseri güllelerimizden bir tanesi kıç taraf yönündeki bir düşman kadırgasına su seviyesinde isabet etti ve imdadına koşmalarına fırsat bırakmadan onu suyun dibine gönderdi.
Bunu gören Türkler canla başla mücadele etmeye başladılar ve dört saat zarfında tam dört kez bize saldırıda bulundularsa da her seferinde hem bizden hem onlardan çok sayıda can kaybına sebep olarak geri çekildiler. Fakat sizleri anlattıklarımla daha fazla yormak istemediğim için sadece şunu söyleyeceğim; on altı saat süren aralıksız bir çarpışmadın sonra, kaptanımız ve gemimizin bütün adamları ölünce, dokuzuncu ve son saldırıda büyük bir hışımla gemimize girdiler..."
Cervantes çolaktı. İnebahtı Deniz Savaşı'nda tüfek ateşiyle yara aldığı sol kolunu kullanamıyordu. Bu sebeple taş taşımak, odun kırmak inşaatlarda çalışmak ya da kadırgalarda kürek çekmek gibi ağır işlerde çalıştırılmadığı tahmin ediliyor. Muhtemelen ev temizliğinde veya mutfakta ya da getir götür işlerinde çalışıyordu. Hatta kaçma teşebbüslerine bakılırsa şehirde serbestçe dolaşabiliyordu.
Ayrıca kendisinin İspanya'nın önemli bir şahsiyeti zannedilmesi sebebiyle diğer esirlere oranla ona daha saygılı davranılmış olduğunu tahmin etmekteyiz. Don Quijote 'den alınan pasajda kendisi de efendisi Hasan Paşa'dan kötü bir muamele görmediğini, "bir fiske bile vurmadı" ve "en küçük kötü bir söz dahi söylemedi" diyerek açıklar.
Pek çok kez kaçma girişiminde bulunsa da başarılı olamadı ve beş yıl boyunca Cezayir'de esir hayatı yaşamak zorunda kaldı. Dördüncü kaçma girişimi de başarısız olan Cervantes'in yanındaki diğer esirlerle birlikte İstanbul'a götürülmesine karar verildi.
Fakat o dönemde Cezayir'de bulunan Teslis tarikatından Fray Juan Gil ve Antón de la Bella isimli keşişler, gereken fidyeyi ödeyerek Cervantes'i kurtardılar.
Yazarın keşişler tarafından kurtarıldığı dönem, Kılıç Ali Paşa Camisi'nin yapımının bittiği tarihlere denk geliyor ve Cervantes'in İstanbul'a gelip gelmediği sorusunu akıllara getiriyor. Fakat araştırmacılara göre Cervantes, İstanbul'a hiç gitmemiş bile olsa İstanbul'la ilgili pek çok şeyi Cezayir'deki esirlik yıllarında denizcilerden duymuş ve buna göre kurgulamış olabilir.
Cervantes de çağının diğer yazarları gibi İstanbul hikâyelerini denizcilerden veya tüccarlardan dinledi. Esareti sırasında Osmanlı toprağı olan Cezayir'de ise muhtemelen fazlasıyla dinleyecek vakti vardı. Velhasıl Don Kişot ile yaşadığı çağın neredeyse bütün edebi türlerinin olağanüstü bir parodisini yaratan Cervantes İstanbul'a ayak basmış olsaydı, kuşkusuz İstanbul da dünya edebiyatının belki en büyük romanında hakkıyla bundan nasibini alırdı.