◼ Hikâyenin sonunda bütün karakterlerin kaybolması ve ana karakterin istasyon şefinin üniformasını giymesinin ardından ben diliyle konuşmaya başlaması, kendi sesini ve özünü bulduğunun ifadesidir.
◼ Ayrıca geçim kaygısı gütmeden yazdığı öykülerin sanatsal olarak daha güçlü ve değerli olduğunu hisseden anlatıcının buna eş zamanlı olarak yapayalnız kalması iyi sanatın bedelini okursuz kalarak ödediğinin bir göstergesidir. Son raddede gideceği ve mektup yazacağı bir adresi olmayan anlatıcı doğrudan okuruna seslenir:
"Bir mektup yazmak istiyordum, ama adres bilmiyordum. Yani hiçbir adres bilmiyordum. Buna inanmazlardı, bunun için utanıyordum. Bana herhangi bir adres söyler misiniz? diyemezdim. Oysa herhangi bir adres yeterliydi benim için. Bir zorluk daha vardı o zamanlar. Şimdi de var - yani bir süre geçtiği halde. Kendi adresimi de bu mektupta yazmak sorunu beni düşündürüyor. Bu hikâyemi, ekspres ya da posta treni artık -belki de sadece belirli bir süre için- geçmediği halde, bir yolunu bularak okuyucularıma -artık müşterim kalmadı- iletebilsem bile, nerede bulunduğumu nasıl anlatacağım? Bu sorun da beni düşündürüyor. Ama gene de ona yazmak, hep onun için yazmak, ona durmadan anlatmak, nerede olduğumu bildirmek istiyorum. Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?"
Bu satırlar 1977 yılında vefat edip öykünün yayımlandığını göremeyen Atay'ın son sözleridir.
Kaynakça:
◾Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, İletişim Yayınları, sf.176; Oğuz Atay'ın "Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya" Adlı Öyküsünü Alegorik Bir Metin Olarak Okumak, Prof. Dr. Mustafa Apaydın, Söylem Dergisi, 2021; Oğuz Atay, Günlük, İletişim Yayınları, sf.262