Sessiz bir vedanın öyküsü: “Sessiz Gemi” şiiri
'Sessiz Gemi' Yahya Kemal'in en çok bilinen ve sevilen şiirleri arasında yer alır. Her daim ölüm teması ekseninde irdelenen Sessiz Gemi şiiri, arkasında çok özel bir hikayeyi barındırıyor. Halide Edip, 1949 yılındaki bir yazısında Yahya Kemal ve Nazım Hikmet'ten devrimizin en büyük iki şairi olarak bahseder. Peki Sessiz Gemi'nin bu çok özel hikayesinde, Yahya Kemal ve Nazım Hikmet'in yollarını kesiştiren nedir?
Giriş Tarihi: 25.12.2019
16:27
Güncelleme Tarihi: 01.11.2021
12:32
"Artık demir almak günü gelmişse zamandan, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol. Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli. Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu! Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu! Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler. Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden."
Nazım Hikmet'in hocası Yahya Kemal
Yahya Kemal, Heybeliada Bahriye mektebinde hocalık yaptığı esnada talebelerinden biri Nazım Hikmet'ti. Hafta içi Heybeliada'da okuyan hafta sonları ailesinin yanına gelen Nazım Hikmet, aynı zamanda Yahya Kemal'den şiir dersleri alıyordu. Yahya Kemal, bu şiir dersleri esnasında, talebesinin annesi, güzelliğiyle dillere destan Celile Hanım'a aşık oldu. Celile Hanım, güzelliği ile dillere destan olduğu kadar çizdiği resimlerle döneminde adından sıklıkla söz ettiren entelektüel bir kadındı.
Sessiz bir vedanın öyküsü: Sessiz Gemi şiirinin videosunu izlemek için tıklayınız
Dillere destan bir güzellik: Celile Hanım
Nazım Hikmet, bir söyleşisinde annesine karşı duyduğu hayranlığı şu şekilde dile getirir:
"Annemin gençliğini çok iyi hatırlıyorum. O olağanüstü bir güzelliğe sahipti. . Annem evlenirken ilk önce onu bir odaya oturtmuşlar. Elbette gelinlik içindeymiş, yüzünde de duvak varmış. Sabahtan misafirler gelip ona bakıyorlarmış. Anam Paris'te eğitim almıştı ama İstanbul'un bütün adetlerine riayet edermiş.
Onu görenler güzelliğine hayran oluyorlarmış. Hatta bazıları duvağını kaldırıp bakıyormuş. Bir insanın bu kadar güzel olabileceğine inanmıyorlarmış. Mavi gözleri vardı annemin, teni de öyle olağanüstüydü ki insanlar elleriyle yanaklarına dokunurlarmış . Canlı bir insan değil, gelin gibi süslenmiş bir kukla zannederlermiş. Şehirde şöyle bir şayia da geziyormuş ki, güya babam süslenmiş bir kuklayla evlenmiş…"
Nazım Hikmet'in gözünden Celile Hanım
Nazım Hikmet, Adalet Cimcoz'a Bursa Cezaevi'nden yazdığı bir mektupta ona annesini anlatır:
"Adalet,
Sana annemi anlatayım. Anam gençliğinde güzel bir kadındı. Fakat oğlu diye söylemiyorum, objektif olarak konuşuyorum anamın güzelliği sıcak değil, soğuk bir güzellikti. Bunda belki gözlerinin birbirinden çok uzak olmasının dahli vardır. Sonra anamın güzelliği XIX. asır güzelliğidir. Zaten anamda, ondokuzuncu asır Fransız burjuva zevki hakimdir. Ressamlığı da öyledir. Evinin perdeleri ve bibloları da öyleydi. Yani güzelliğinde ve zevkinde düz ve soğuk hatların göze çarpmasına rağmen bilhassa renk bakımından müthiş bir rokokoluk vardır… Annem cesur kadındı gençliğinde. Ben cesur olmayı biraz da ondan öğrendim. "