Şiirlerinde İstanbul'u konu alan 10 divan şairi
İstanbul, her dönemde edebiyatın vazgeçilmez ilham kaynağı oldu, yazarlar ve şairler İstanbul'un ihtişamını eserlerinde büyük bir titizlikle işlediler. Şairler yüzyıllarca, İstanbul'u doğal güzellikleriyle birlikte eserlerine konu edindiler. Sizler için İstanbul'un ihtişamını şiirlerine konu edinen 10 divan şairini listeledik.
Giriş Tarihi: 14.05.2019
09:14
Güncelleme Tarihi: 20.05.2020
16:38
(İstanbul, 1681 – İstanbul, 1730)
Divan şiirinin soyut güzelliğini parlak bir İstanbul Türkçesiyle dillendiren Nedim, bu şiir anlayışına yeni bir canlılık kazandırmıştır. Asıl adı Mehmed olan Nedim, medrese öğreniminden sonra müderris, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın sadrazamlığa atanmasından (1718) sonra ise Mahmud Paşa mahkemesine kadı oldu (1725). 1727'den ölümüne kadar İstanbul'un belli başlı medreselerinde müderrislik yaptı. Divan şiirinden en büyük ustalarından biri olan Nedim, Lale Devri'nin zevk ve safa hayatını anlatan gazel ve şarkılarıyla ün kazandı. Din dışı temaları tercih eden Nedim, zevklerini paylaştığı o renkli ve görkemli yaşamı şiirlerine aktarmayı seçti, Divan şiirinin soyut güzelliğini parlak bir İstanbul Türkçesiyle canlandırdı. Divan şiirimizin yeni bir havaya bürünmesine en büyük katkıyı Nedim sağlamıştır. Patrona Halil Ayaklanması sırasında öldü. Nedim'in Divan'ı bilimsel bir yöntemle ve tam olarak 1922'de Halil Nihat tarafından yayımlandı.
(Der vasf-ı İstanbul ve sitayiş-i Sadrazam İbrahim Paşa) Bu şehr-i sitanbul ki bi misl ü behâdır Bir sengine yek pâre acem mülkü fedâdır Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır Bir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbâl Bir bağ-ı iremdir ki gülü izz ü alâdır Altında mı üstünde midir cennet-i a'lâ El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır
Her bahçesi bir çemenistân-ı letâfet Her kûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır İnsaf değildir ânı dünyaya değişmek Gülzarların cennete teşbih hatadır Herkes irişür anda muradına ânınçün Dergahları melce-i erbab-ı recâdır Kala-yı meârif satılır sûklarında Bazâr-ı hüner ma'den-i ilm ü ulemâdır Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır
Ser-çeşmeleri olmada insana revân-bahş Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır Hep halkının etvarı pesendîde-i makbul Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdır Şimdi yapılan âlem-i nev-resm ü safânın Evsafı hele başka kitâb olsa sezâdır Nâmı gibi olmuşdur o hem sa'd hem âbâd İstanbul'a sermâye-i fahr olsa revâdır Kûh-sarları bağları kasrları hep Güya ki bütün şevk ü tarab zevk u safâdır İstanbul'un evsafını mümkün mi beyân hiç Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra senâdır
(Urfa, 1642 – İstanbul, 12 Nisan 1712)
Ömrünü Osmanlı Devleti'nin hizmetinde geçiren Nabi; Hayriyye, Hayrabad, Tuhfetü'l Haremeyn, Surname gibi eserler vermiştir.
Yusuf Nabi, yirnili yaşlarda İstanbul'a geldi. Musahip Mustafa Paşa'nın önce divan katibi, hacca gidip döndükten sonra (1678) ise kethüdası oldu. Paşa ölünce Halep'e gidip evlendi. Yirmi beş yıl kadar kaldığı Halep'te en önemli eseri sayılan Hayriyye'yi ve Hayrabad'ı yazdı. Divanını düzenledi. 1710 yılında Baltacı Mehmed Paşa onu İstanbul'a götürdü. Darphane emini, başmukabeleci oldu. İstanbul'da öldü. Diğer eserleri: Tuhfetü'l Haremeyn, Sûr-name.