Söyleyecekleri asla tükenmeyen 'Klasikler' niçin okunmalı?
"Okur profili herkese göre değişiklik gösterir" düşüncesi uzman kişilerce pek de kabul edilen bir görüş değil. Onlara göre 'okur' olmanın bazı koşulları ve estetik zevki belirleyici kuralları var. Bu konuda da nasibini en fazla edebiyatın nadide eserleri olan klasikler alıyor. İyi okur, okuma serüveni içerisinde, okuma zevkini temellendirmek için mutlaka klasikleri okuması gerektiğini bilir. Çünkü birçok eserin içeriğinde klasiklerin izdüşümü yer alır. Klasikleri niçin okumamız gerektiğini sizler için derledik.
Klasikler eşsizdir. Başka bir örneği, benzeri yoktur. Sadece güzellik için yazılmaz, okuyucuya mantıksallığı, düşünme duygusunu aşılar. Her zaman çağının ötesindedir. Dönemine, gelecek dönemlere ışık tutar. Her okunuşunda, cümlelerinden farklı anlamlar çıkarttırır. İnsanlığın sorunlarıyla ilgilenir. Her çağda ki insanın sorduğu sorulara değinir. İnsanı okumadan önceki bulunduğu yerden daha ileri taşır. Önceki haliyle okuduktan sonraki hali arasında fark yaratır. Empati kurdurur, detaylara önem verir.
Okurun o anki psikolojisine göre her seferinde farklı şeyler dile getirir. Diğer eserler gibi rahatça sinemaya uyarlanamaz. Çok çaba ister çünkü soyuta dayanır. Anlatacaklarını soyut olarak aktarır. Böylece her okuyucu da farklı izlenimler oluşturur.
Klasik eser, bir solukta yazılabilen eserler değildir. Yazıldığı dönem içerisinde bile "Bu eser klasiktir." tanımına yakıştırılamaz. O eserin önemi ancak ve ancak üzerinden zaman geçtikten sonra belli olabilir. Eser belli bir aşamaya ulaştıktan sonra ancak değerlendirilebilir.
Klasikler yalnızca "hikâye" değildir. Onlardan hayatta kalmamızı sağlayacak bir sürü şey de öğreniriz. bütün klasikler, okuyucuya verdikleri edebi zevkin yanısıra, hayata dair ıvır zıvır bir sürü bilgiyle doludur. Hepsinden umulmadık bir sürü şey öğrenirsiniz.
Hemingway'den, eğer 'ihtiyar bir adam'sanız balığa çıkarken mutlaka yanınıza yedek bir zıpkın almanız gerektiğini; Flaubert'den, çok pahalı kumaşlar almamayı ama yanılıp da aldıysanız o zaman kumaşçınıza olan borcunuzu vaktinde ödemenizin hayati bir önem taşıyabileceğini; Dostoyevski'den, diş ağrısından haz alınabileceğini; Gogol'den, kışın St. Petersburg'da asla paltosuz dolaşmamak gerektiğini; Faulkner'dan da, eğer yalnızca bir çift pabucunuz varsa onu kâğıda sarıp taşımak ve ancak şehre geldiğinizde giymek gerektiğini öğrenirsiniz.
"Stendhal'i severim, çünkü yalnızca onda bireysel ahlaki gerilim, tarihsel gerilim, yaşam atılımı bir bütün oluşturur: Romanın çizgisel gerilimidir bu. Puşkin'i severim, çünkü berraklık, ironi ve ciddilik demektir. Hemingway'i severim, çünkü yalınlık, abartısızlık, mutluluk arzusu, hüzün demektir. Stevenson'u severim, çünkü sanki uçar.
Çehov'u severim, çünkü gittiğinden daha öteye gitmez. Conrad'ı severim, çünkü derin sularda seyreder ve batmaz. Tolstoy'u severim, çünkü kimi zaman "hah, şimdi anlıyorum nasıl yaptığını" duygusuna kapılırım, oysa bir şey anladığım yoktur. Flaubert'i severim, çünkü ondan sonra artık onun gibi yapmayı düşünemez insan. Altın Böcek'in Poe'sunu severim. Huckleberry Finn'in Twain'ini severim. Cengel Kitapları'nın Kipling'ini severim. Nievo'yu severim, çünkü birçok kez yeniden okuyup ilk okumamda aldığım zevki aldım. Gogol'u severim, çünkü açıkça, kötülükle ve ölçüyle çarpıtır. Dostoyevski'yi severim, çünkü tutarlılıkla, öfkeyle ve ölçüsüzce çarpıtır.
Balzac'ı severim, çünkü kâhindir. Kafka'yı severim, çünkü gerçekçidir. Maupassant'ı severim, çünkü yüzeyseldir. Mansfield'i severim, çünkü zekidir. Fitzgerald'ı severim, çünkü halinden memnun değildir. Radiguet'yi severim, çünkü gençlik geri gelmez bir daha. Svevo'yu severim, çünkü yaşlanmak da gerekir. 19'uncu yüzyılda, Paul Valéry'nin –denemeci Valéry'nin– kilit bir konumu vardır: Valéry, zihnin düzeniyle dünyanın karmaşıklığını karşı karşıya getirir. Bu çizgiye, içerik yoğunluğu artan sırayla olmak üzere Borges, Queneau, Nabokov ve Kawabata'yı yerleştireceğim..."