Tesettür kişisel bir tercih midir?
Dijital dünyanın hayatımızın her alanını işgal etmesiyle birlikte manevi haller de yavaş yavaş tehlikeye girmeye başladı. Bunun en bariz örneğini, örtüsünü terk eden influencerlar yoluyla görebiliyoruz. Bu elbette kişinin kendisini ilgilendiren bir durum. Bizim burada ele almamız gereken nokta ise kitleleri her anlamda yönlendirebilecek konumda olan kişilerin, tesettürden çıkmayı reklam ederek duyurmaları... Tabi burada meselenin özüne inmek ve öncelikle neyi kaybettiğimizi neyi eksik yaptığımızı ve tehlikenin farkında olarak elimizi taşın altına koymanın gerekli olduğunu hatırlamamız ve hatırlatmamız gerekiyor.
Örtüyü bırakma konusu her dönemde karşılaştığımız bir durumdu. Ancak son dönemde hem örtüyü bırakma hem de özendirme durumlarıyla karşı karşıya kaldık. Dinlediğim konuşmalara baktığımda şunu fark ettim; aslında çoğumuz neden örtündüğümüzü bilmiyoruz. Örtüyü bırakmanın temelinde bilgi olarak eksik olduğumuzu düşünüyorum, siz neler söylersiniz bu konuda?
Fatma Bayram:
Evet, her dönemde vardı dediğiniz gibi… Ben hatırlıyorum, fakat tek tüktü yani… Örtünenler, tesettüre girenler her zaman sayıca daha fazla olmuştu, benim hayatımda. Ama daha uzun vadeli bakacak olursak; Cumhuriyetin ilk yıllarında düşünün, furya şeklinde bütün örtülüler, özellikle üst sosyal kesimde, açılmışlardı, örtüyü bırakmışlardı. Sosyolojinin, tarihin uzmanları bize bunu söylüyor; dalgalar şeklinde, bir sarkaç etkisiyle toplumun, bir uçtan öbür uca savrulmasıyla ilgilidir bilemiyorum; o yorumları onlara bırakalım.
Fakat içinde bulunduğumuz anı sadece konuşacak olursak, evet bir açılma var. Daha doğrusu aslında açılmak, dinden uzaklaşma hareketinin görünen kısmı sadece… Tesettürün bırakılması, kadınlarla ilgili bir olgu. Erkeklerimiz, erkek çocuklarımız, gençlerimiz çoktandır dinden uzaklaşmışlardı. Ama bu konu pek fazla konuşulmamıştı, görünür bir değişiklik olmadığı için hayatlarında… Benim acizane kanaatim, bir toplumda sadece bir kesim bozulmaz yani "sadece kadınlar bozuluyor" sonra işte bütün toplum… Öyle bir şey olmaz. Hep beraber ya düzeliriz ya bozuluruz, böyle düşünüyorum. Dolayısıyla sadece kadınları konuşmak çok eksik kalacak, onu belirtmiş olalım. Erkeklerimiz, dini değerleri önemsememeye; görselliğe, estetiğe, hayatın maddi boyutlarına daha fazla değer vermeye ve bütün tercihlerini de ona göre yapmaya başladığında, kızlarımızın hala dindar, mütesettir kalmasını mı bekliyoruz? Bunlar karşılıklı etkileşimdir. Sonuçta bir arz-talep meselesi var; talep, tesettürlü olmayana doğru olduğunda, ister istemez tesettürlü kızlarımız da kendilerini sorguluyorlar. Ama tek faktörün bu olmadığı kanaatindeyim.
Fatma Bayram:
Bununla ilgili her yerde söylüyorum, yine saygıyla burada da tekrar edeyim; Emrah Çelik'in, Türkiye'de dinden uzaklaşma ile ilgili yaptığı bir post-doc çalışması var. Orada bunun sebeplerini temelde 4 faktörle açıklamıştı. Bunun felsefi, sosyolojik, alışkanlıklar ve eğlence kültürü ile ilgili boyutları var ve üst toplum önderleri ile yeni yetişen nesil arasındaki iletişimle ilgili boyutları var. Sadece ahiret korkumuz azaldı veya şöyle bir şey yaşadık bundan dolayı oldu diye tek bir faktöre indirgemek mümkün değil ama ne yazık ki bazı büyüklerimiz, bunu görmezden gelseler veya işte küçümseseler de önemsizleştirmeye çalışsalar da -benim kanaatim de o yönde- çok ciddi boyutta yani lise çağlarındaki çocuklardan başlayarak, şu anda artık 40-50 yaşındaki hanımlara, yetişkinlere varıncaya kadar bir dini hayattan, dini hayatın kurallarına göre yaşanmasından uzaklaşma meselesi var. Bunu sadece işte dediğim gibi tesettür çok göze çarpan bir şey olduğu için en çok konuşuluyor yoksa mesela insanlar önce belki namazlarını bırakıyorlar ama hiç onu konuşmuyoruz. Dindar çevreyi bırakıyorlar. Dindar çevreyle bağlarını zayıflatıyorlar, farklı çevrelere girip çıkmaya başlıyorlar. Emrah Çelik çalışmasında, bulunduğumuz mekanların bu dönüşümü çok hızlandırdığını söylüyordu. Buna hiç kimse dikkat etmiyor.
Örtülü bir kız; nargile kafelerde, barlarda bulunmak istiyor; benim bilmediğim, dolayısıyla tanımlayamayacağım ortamlarda, bulunmak istiyor ve oralarda bulunduğunda da hiç yadırganmamak istiyor. Bir süre sonra bu onun, görsel olarak değişmesini zorunlu hale getiriyor. Dolayısıyla asıl biz oraları konuşmalıyız. Yani şöyle diyelim -inşallah benzetme yanlış olmaz- sizin vücudunuza bir mikrop girmiş, enfeksiyon yaşıyorsunuz ve çok yüksek ateşiniz var. Biz de habire ateşi konuşuyoruz ve ateşi düşürmeye çalışıyoruz ama enfeksiyonu tedavi etmeden, o ateş düşmeyecektir. Enfeksiyonu tedavi etmemiz için de hangi tür -mikrop mu virüs mü bakteri mi bilmiyorum da yanlış söylemeyeyim- olduğunu tespit etmek, sebepleri bulmamız gerekiyor ve o sebebi ortadan kaldırmanız gerekiyor. Sebep ortadan kalkmadan, enfeksiyon ortadan kalkmayacak. O kalkmadan da ateş dinmeyecektir. Dolayısıyla buz dağının sadece görünen kısmıyla uğraşmak yerine başımızı ellerimizin arasında alıp ciddi ciddi hiç savunma ve eleştiriye kalkışmadan, birilerini aşağılama, yargılama, kendimizi temize çıkarma gibi yollara girmeden, önce bir durum tespiti -sosyoloji okuyanların çok kullandığı bir ifadeyle- yapmamız gerektiğini ardından da her birimizin öncelikle biz, yani benim kişisel motivasyonum; ben bu konuda Allah'a ne diyeceğim yani Allah'ın huzuruna ona vardığımda, Allah bana "böyle bir şeye şahit oldun, yaşadığın dönemde böyle bir problem vardı, sen kendi elinden geleni yaptın mı" dediğinde, her birimizin imkanlarına göre değişen sorumlulukları var, o sorumlulukları yerine getirmeye çalışmalıyız.
https://www.instagram.com/p/C_Ne8bDtelY/
Fatma Bayram:
Bir de şu var; panik de yapmamak lazım. Peygamber Efendimizin hayatında da, daha peygamber hayattayken dinden dönenler oldu. Ben bir ara irtidat konusunu çalışmıştım, bu dinden dönme meselesini, sanırım TÜRGEV'in sayfasında, 4 oturumda anlatmıştım. Orada çalışırken mesela çok şaşırdım, dinden uzaklaşma ve dinden dönme ile ilgili bu kadar çok ayet Kur'an-ı Kerim'de var mı yani gerçekten diye… Çünkü Kur'an daha inerken, dinden uzaklaşmadan, dünyevileşmeden, sekülerleşmeden, dünya hayatını ahirete tercih edenlerden bahsediyor. Daha Kur'an, din tamamlanmadı; dün bir bugün iki ama bunlar yaşanmış; dolayısıyla panik yapmamıza gerek yok. Yani her devirde olacak.
Bugün bizi endişeye sevk eden şey, biraz daha şaşırtan diyelim; yapamadım, yapamıyorum, Allah affetsin, tabi ki Allah'ın emri ama ben bunu yapamayacağım yerine; yaptıklarının doğru olduğunu ve herkesin de yapmasını gerektiğini hani bunun bir reklamını -güzelleme dediniz- yapmaya girişmeleri… Orada belki psikolojik faktörler de vardır bir de dijital dünyanın bunları çoğalttığı kanaatindeyim. Onları biraz konuşmalıyız, diye düşünüyorum
Örtülü olmanın kişisel tercih olduğundan ileri geliyor bazı yorumlar vs. bunların çoğu da kitleleri yönlendirebilen isimler. Burada eleştiri vesaire tarzında bir şey girişmiyorum hiçbir şekilde, sadece anlamaya çalışmak istiyoruz açıkçası. Çünkü bunu izleyen çok fazla genç kesim de var.
Fatma Bayram:
Bir kesimi karşıma almak istemem tabi, bu benim açımdan risk olur ama şu düşüncemi de paylaşmak zorunda hissediyorum, kendimi… Ben nasıl isimlendireceğimi bilemiyorum, akademisyenler onu daha iyi tanımlarlar. Günümüz psikoloji ekollerinden bazılarının, daha doğrusu "psikolog" olarak işini yapan insanların, izlediği bazı yöntemlerin, bu akımı hızlandırdığı kanaatindeyim. Haddimi aşan sözler olacak belki bunlar mazur görün lütfen çünkü anlamak için bütüne bakmak zorundayız, ister istemez. Biliyorsunuz biz, post-modern düşünce dönemindeyiz ve post-modern düşünce ne diyor; "senin dışında bir hakikat yoktur, bir tane hakikat yoktur yani o hakikati sen arayıp bulacaksın ve ona teslim olacaksın. Bu geçmişte kaldı. Hakikat kişiye göre değişir. Herkesin kendi hakikati var" diyor. Bugün psikoloji de tamamen bu düşünce üzerinden yürüyor.
Fatma Bayram:
Ben epey bir psikologla ilmi anlamda konuşmalar yaptım, terapi anlamında görüşmeler yaptım. Mesela şunu diyorlar, bu beni çok hayrete sevk ediyor. Bir mesele anlatıyorsunuz, diyor ki; "Sen kendini nasıl hissediyorsun? Sen nasıl mutlu olacaksın? Ben de diyorum ki; benim nasıl mutlu olacağım önemli değil, doğrusu ne? Yani doğru olan ne? Eğer bir doğru var ve o doğruya benim isteklerim uymayacaksa, ben ona uymaya doğruya uymaya hazırım. Mutlu olmayabilirim ama doğru olanı yapmak istiyorum. Çocuğumla, ailemle, işimle, anne-babamla, akrabalarımla, dinimle ilgili…
Mesela siz Kur'an'da, sünnette şöyle bir ifadeye rastladınız mı; "Namazı kılın acayip mutlu olacaksınız, çok iyi hissedeceksiniz kendinizi. Tesettürlü kadınlar kendini çok iyi hissedecek, başını örttüğünde…" Öyle bir şey yok, ama yanlış anlaşılmak da istemem çünkü bütün bir çağa "karşı" duruyormuşum gibi geliyor bunu söylediğimde. Bu çok cesaret isteyen bir şey. Kendini iyi hissetmek bu kadar önemli mi gerçekten? Hakikatten vazgeçmeye değer mi? Kendimi iyi hissetmemem bazı konularda normal değil mi? Çünkü benim nefsim, dürtülerim, hayvani tarafım var. Ben kendi iç dünyama, en diplere baktığımda, şiddetle ilgili şeyler geçiyor içimden… Birine şunu yapsam, şöyle çaksam bir tane diye geçiyor içimden. Ne olacak şimdi? İyi hissetmek için bunları yapmalı mıyım? Ağzımdan kötü sözler çıkmak istiyor bazen, söylemeli miyim, kendimi iyi hissetmek için? Hayattaki en üst nihai hedefim kendimi iyi hissetmek mi? Ben bunun öyle olduğunu düşünmüyorum.
Bir taraftan da tabi kendileriyle çelişiyorlar; anne-babasıyla ilişkisinde problem yaşayan birine "onlar toksik ilişki onlardan uzaklaş" diyor ama patronuyla sorun yaşayan birine "bu toksik ilişki buradan çık" demiyor. Bu düşünce sisteminin kapitalizme nasıl hizmet ettiğini görmemiz gerekiyor. Mesela ben her şeyi alamıyorum, kendimi iyi hissetmiyorum dediğiniz de "sen de alma, minimal yaşa, kanaatkâr ol" demiyor, büyük ölçüde. Hiç kimseyi de itham etmiyorum burada. Bu popüler dünyada akan psikolojik tavsiyeleri söylüyorum ben. Yoksa işini çok iyi yapan psikolog arkadaşlarımız var, elhamdülillah. Sayıları da artsın inşallah. Tekrar burada gerekli değil ama altını çizeyim, ben psikolojik bir hizmet alacağımız zaman, bizim değerlerimizi paylaşan insanlardan almamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bir psikoloğun önüne oturduğunuzda bütün ruhumuzu, iç dünyamızı, kendimizin bile vakıf olmadığımız en derin dünyamızı onun önüne açıyoruz ve orada kartları istediği gibi değiştirebilir, kötü niyetli biri. Ben Allahtan korkan, ahirete inanan, işini hesap verme düşüncesiyle yapan ve modern/post-modern psikolojiye körü körüne teslim olmayan, oradan seçerek alabilen insanlara ancak kendinizi bu derecede teslim etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Güzelleme dedik, buna tesettür firmaları da katılıyor aslında. Böyle bir görsel şovda nasıl koruyacağız kendimizi?
Fatma Bayram:
Tabi siz çok somut şeyler istiyorsunuz ama ben öbür tarafla ilgili bir şey daha söyleyeyim. Mesela nasıl başladık biz buna; tesettürlüyken güzel olma… Tesettür firmaları deyince o çağrıştı hemen. Yani tesettürlü bir kadının da şık olması, modern olması. Şimdi bir adım sonra bu nereye gidiyor, biliyor musunuz? Yeterince şık değilim tesettürle… Bir adım sonra buraya gidiyor.
Ben birkaç düğün yaptım ailede, gençler diyor ki; "ne yaparsak yapalım ne giyersek giyelim, tesettürlü gelinlik güzel değil zaten." Halbuki bizim kuşağa göre şahane giyiniyoruz. Biz örtündüğümüz zaman tek tip bir pardösü vardı. Kalın anadol marka çoraplar vardı. Üstüne de çenenin altından düğüm atarak bağladığımız baş örtülerimiz vardı. Şık olmaktan vazgeçiyorduk. Yanlış ifadeler kullanmak istemiyorum; şık olmaktan vazgeçmek değil de bugünkü anlamıyla "çok güzel olmaktan…" vazgeçiyorduk. Çünkü şunu kabul ediyorduk biz; "tesettür kadının güzelliğinin örtünmesi demektir zaten." Güzelliğimizi örteriz, kendimizi sergilemeyiz.
Hatta biz neyi tartışıyorduk; "baş örtülerimiz, omuzlarımızı kapatmalı mı?" Çünkü omuzlarınızı örtün ifadesi hani boyunda bırakılan eşarp yeterli oluyor mu? İnce çorap giydiğimizde 2 tane üst üste giyerdik, cildin rengini gösteriyor vs. diye… Etek boyu meselesini konuşurduk. Çünkü tesettür demek zaten "sergilemekten vazgeçmen" demek "göstermekten vazgeçmen" demek. Bir de tabi bunlar hep birbiriyle bağlantılı. Kadınlar özel hayatlarındaki misafirlikler, eğlenceler, birtakım ritüellerden vazgeçtikten sonra; artık evler küçüldü, evlerde misafir bile ağırlanmıyor, bütün hayat dışarıya akınca, o güzel olma ihtiyacını da tabi ki dışarıda yaşamaya başladı.