Muhâsibî’nin El Akl ve Fehmü’l Kur’an adlı eserinde akıl ve ahlak ilişki
Akıl, insanlar tarafından yüzyıllar boyunca irdelenmiş bir kavram... İnsan kendi aklıyla Allah'ın kendisine bir tabiat olarak bahşettiği bu aklı anlamaya çalışmış. Akıl tüm ilimlerin mevzusu bu sebeple farklı disiplinlerdeki mütefekkirler kendi bakış açıları, metod ve teorileri sonucunda bu kavrama tanımlamalar getirmişler. Bu tanımlamalar; yalnızca yüzeysel manada bir kavramı açıklama doğrultusunda değil ayrıca onun "işlevselliği" ,"ne olduğu" ve "doğru kullanımı" hakkında olmuş ekseriyetle. Bir sufi olan Muhâsibî 'El Akl ve Fehmü'l Kur'an' adlı eserinde tasavvuf ve diğer ilimlerin de konusu olan akıl üzerinde durarak görüşlerini bildirmiş. Tasavvufun kurucusu Cüneydi Bağdadi'yi de etkilemesi açısından Muhâsibî'nin eseri ve düşünceleri oldukça önemlidir.
Giriş Tarihi: 09.12.2019
11:47
Güncelleme Tarihi: 09.07.2021
10:06
Muhâsibî'nin doğum yılı tam olarak bilinmese de 781 veya 786 yılında Basra'da dünyaya geldiği düşünülmekte. Nefis muhasebesindeki titizliği sufinin Muhâsibî ismini almasına sebep. Babası Mu'tezile mezhebinden olduğu için sufi bu mezhebin kodlarıyla yetişmiş fakat inandığı fikirler noktasında mezheple ortak bir paydada buluşamamış . Bir dönem bu mezhebe yakınlık duymaya başlasa da Hanbelilere gösterdikleri baskı sonucu bu tutumundan vazgeçmiş ve Mu'tezile'ye karşı sert eleştirilerini 'El Akl ve Fehmü'l Kur'an' eserinde dile getirmiştir.
Muhâsibî ortaya koyduğu düşünceler çerçevesinde tasavvufu felsefeye yaklaştıran ilk sufi olarak görülmüş.
Akıl kavramını pek çok mütefekkir gündemine taşımış, bilhassa belli bir dönemde Müslüman entelektüellerin uğraştığı en önemli mesele olmuştur. Her ilim bu mevzuya kendi perspektifinden bakarak tanımlamalar getirmiş. Örneğin; kelam ilminde akıl özgürlük bağlamında tartışılırken, İmam-ı Hanefî'nin akıl sorunsalı "yükümlülük" ü esas alan bir çizgidedir. Fıkıh, kelam, tasavvuf da aklı ve yükümlülüğünü tartışmışlar fakat ayrıştıkları nokta; sahih akıl , buna bağlı olarak sahih akletme, bunların tanımlaması ve nasıl geliştiğine dairdir.
'El Akl ve Fehmü'l Kur'an'
Tasavvufun yapmak istediği nefsin terbiyesinin yanında aklın da terbiyesidir. Muhâsibî' nin El Akl ve Fehmü'l Kur'an adlı eseri bir akıl kritiği kitabıdı r. Muhâsibî insan- akıl, akıl-ahlak ilişkilerinden yola çıkarak "nasıl doğru düşünebiliriz" in cevabını bulmaya çalışıyor.
Muhâsibî ' ye göre akıl bizde bir "tabiat" tır. Yani Yaratıcı insana bu aklı bahşeder. Allah'ın ayetlerini, çevremizde yaşanan olayları, kendi benliğimizi algılayabilmemiz için Allah, insana bu aklı vermiş ve bu akıl sonucunda onu imtihana tabi tutmuş. O halde, akıl tüm insanlara eşit olarak bahşedilmiş bir melekedir. Aklın faaliyet sahası kişinin eylemlerinde kendisini gösterir. Muhasibi' ye göre akıl bir marifet değildir.
Kur'an- ı Kerim'den yola çıkarak bu ayrımın idrakine varabiliriz. Kur'an- ı Kerim'in muhatap aldığı kişiler "akıl sahipleri" dir. Buradaki kastedilen "akıl sahibi" olma durumu bilgili olmakla değil "akletme" yeteneği olmakla alakalıdır. Eğer akıl marifet olsaydı Kur'an-ı Kerim'in muhatabı yalnızca bu bilgiye vakıf olan insanlar olurdu. Ve akıl noksanlığı olan delilik bilgisizlik ve cahillik olarak nitelendirilirdi. "Ya Rabbi, onlar bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı" Hadis-i şerifi bu konuyu açıklar niteliktedir. Zira burada bilmeme durumu kişilerin akıl noksanlığından kaynaklanan bir durum değil. O kişiler akıl sahipleri olmalarına rağmen bunu idrak edebilecek marifete sahip olmadıkları için Allah'ı inkâr ederler.
‘Akıl’ kavramının gündelik hayatta ve dindeki karşılıkları
Akıllılık kavramının temeline bakıldığında gündelik hayatta ve dinde kullanılan anlamının ortak olduğu noktalar mevcut. Akıllılık, her iki anlamda da kişinin kendisine yararlı olabilecek davranışlarda ve seçimlerde bulunması sonucunda değerlendirilir. Fakat burada bir bakış açısı farkı var ki bu en büyük bölümü teşkil eder. Dünya ve ahiret odaklı bu seçimlerde hangi tarafa yararlı olabileceğinin ayrımına varmak esastır. Bu noktadan sonra "akıllı" nitelendirmesi gündelik ve dini kullanımdan ayrı düşmeye başlar.
Dünya için kendi yararımıza bir şey seçtiğimizde bu bizi gündelik hayatımızda, toplum ve hayat karşısında "akıllı" statüsüne yerleştirirken, dinde tamamen farklı bir boyuta taşır. Bununla birlikte gündelik anlamda akıl; maddi ilimleri karşılayan kavramlarda daha geçerli olmuş ve yüceltilir. Bu ilmi sahada olan bir görüştür. Aklın dünyaya ait işlerde en işlevsel olarak kullanıldığı alanlarla uğraşan kişiler "akıllı" olarak nitelendirilir. Ve bu kişiler toplum tarafından saygınlığı olan kişiler haline gelir. Fakat bunun yanında manevi ilimlerle uğraşarak yaşadığı bir takım ruhi hallerden ötürü kendi oluşturdukları "üst" dille konuşan insanlar çoğunlukla "deli" veya "akıl noksanı" gibi ifadelerle yaftalanmışlardır tarih boyunca.