Cahit Zarifoğlu'nun günlüklerindeki Fethi Gemuhluoğlu
20'nci asrın fikir adamlarından ve önemli söz ustalarından biri Fethi Gemuhluoğlu… Zarifoğlu'nun deyimiyle "tek başına bir okul" adeta. Kendi kuşağı içinde en sağlam çizgiyi aktarabilenlerden Fethi Gemuhluoğlu'na bir de Cahit Zarifoğlu'nun günlüklerinden bakalım.
Giriş Tarihi: 06.10.2018
15:43
Güncelleme Tarihi: 06.10.2018
16:04
Hava yolları terminalinde beş on dakika kadar Fethi Ağabey'i gördük.
Necatibey Caddesi'ndeki Gebeloğullarına ait büroda Fethi Ağabey'le oturduk geç vakitlere kadar. Konuşması boyunca iki üç kere halet-i ruhiye değiştirdi. Tek tek sevdiğimiz şairleri sordu. Necip Fazıl, Şeyh Galip, Sezai Karakoç…
Beş altı arkadaş aramızda, Fethi Ağabey'in TRT Genel Müdürü olması düşüncesini konuştuk.
Fethi Ağabey beni, İstanbul'da Kültür Bakanlığı'na bağlı olarak kurulmak üzere olan Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'na genel sekreter olarak aldırmak istiyor.
Babıâli'de Sabah gazetesi nde teknik sekreterliğe başladım. Sezai Ağabey aynı gazetede günlük fıkralar yazıyor. İşe başlayalı bir hafta kadar oldu. Kendimi burada yadırgıyorum. Gururlu, kibirli ve kapalıyım; durmadan çay ve sigara içiyor, sıkılıyor, çalışmayı sevmiyorum. Serbest bir böcek olmak, kırlarda diğer böceklerle gezinirken doymak, barınmak ve giyinmek istiyorum.
İstanbul'a Odalar Birliği'nin yeni kurulan basın bürosunun müdürü olarak geldiğini, bürosunun Tepebaşı'nda falan adreste olduğunu ve beni istettiğini söylediler Fethi Ağabey'in. Onu daha önce bir kere, o beni tanımadan ve ben onun o olduğunu tahmin ederek bir dakika kadar görmüştüm. Bir iki gün gidemedim. Bir haber daha geldi ve ben yine gitmedim. Aradan beş on gün geçti. Ankara'ya gidip gelmiş, duydum ve artık ayıp oluyor diye gittim. O zamanlar onun adeta tek başına bir okul olduğunu bilmiyordum. Merdivenden kısa boylu, fötr şapkalı, renksiz giysili, hiç dikkati çekmeyen biriyle birlikte çıktık. Birinci katta karşılaştığımız kapıcıya Fethi Ağabey'in bürosunu sordu.
Eski yapı muhkem binanın ilk kattaki geniş ve yüksek, kalın tahta kapısından birlikte girdik. Loş bir holden soldaki geniş odaya geçtik. Fethi Ağabey, Beyazsaray'daki bir kitapçıda gördüğüm gibi dinamik, başını eğip, gözlüğünün üstünden bakan, araştırıcı ve yakalayıcı, hâkim tavırlı değildi. Sinmişti âdeta. İki büklüm, âdeta koşarak, telâşlı, neredeyse beceriksizce o beyin elini öptü, şapkasını aldı. Bana yer gösterirken, benim de o beyin elini öpmem için, seri, unutamayacağım bir işaret yaptı. Bu işarete göre, dediğini yapmazsam bu bina yıkılacak, İstanbul çökecek, her şey birbirine karışacaktı. Ben de elime verilirken beni hiç umursamayan bu eli tutup öptüm. Ağabey ayakta bekledi. Efendi "otur" deyince oturdu, ben de oturdum.