Edebiyatın dört yazarından eski Ramazan anıları
Sokağı edebiyata taşıyan yazar olarak anılan Hüseyin Rahmi'nin ilk orucunu dokuz yaşında tuttuğunu ve "Ömrümde hiç unutamayacağım günlerden biriydi." şeklinde hatıralarında anlattığını biliyor muydunuz? Peki Yahya Kemal'in Topkapı Sarayı'nı ziyaret ederken Yavuz Sultan Selim'in odasını "Fakirane bir han odasını andırıyor." şeklinde tarif ettiğini? Sizler için edebiyatın usta kalemlerinin hatıralarındaki eski Ramazanları derledik.
Giriş Tarihi: 13.05.2019
13:51
Güncelleme Tarihi: 16.05.2019
11:27
HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR, İLK ORUCUM
Türk edebiyatının en verimli kalemlerinden Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın yaşamı kadınlarla dolu bir evde geçti. Anneanne, teyzeler, dadılardan oluşan bu yaşam biçiminde, nakış işlemeye, dantel örmeye, yemek yapmaya ve müziğe derin bir sevgi besledi. Hikâye ve romanın yanında çok çeşitli türlerde eserler veren Gürpınar, "İlk Orucum " isimli hikâyesinde, çocukluk günlerine geri dönüp ilk orucuyla ilgili anısını öykülendirdi.
Sokağı edebiyata taşıyan yazar olarak anılan Hüseyin Rahmi, sokağa eldivensiz çıkmaz, kapı kollarına mendilsiz dokunmaz, peçetesiz, kolonyasız evden çıkmazdı. Bunları mikrop kapma korkusuyla yapardı. Jestler yaparak konuşan, kibar bir İstanbul hanımefendisi gibi ellerini dizlerinin üzerinde kavuşturarak oturan ya da kısa kahkahalarla gülerek bitiştirdiği parmaklarıyla dudaklarını kapatan, kravat, papyon gibi aksesuarlara düşkün, kırmızı renge tutkun Hüseyin Rahmi zaman zaman da kendinden beklenmeyecek kadar sert üslupla yazılmış makaleleriyle kendisini şakacı, nazik biri olarak hatırlayanları şaşırtırdı.
"Gulyabani, Şık, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Mürebbiye…" başta olmak üzere yazdığı onlarca eserleriyle edebiyat tarihimizde yerini alan Hüseyin Rahmi, ömrünün son otuz bir yılını geçirdiği Heybeliada'daki köşkünde 8 Mart 1944 tarihinde vefat etti. Mezarı Heybeliada'daki Abbas Paşa Mezarlığındadır.
Hüseyin Rahmi "İlk Orucum" isimli hikâyesinde, çocukluk günlerine geri dönüp ilk orucuyla ilgili anısını öykülendirir. Burada yazar, halk seyirlik oyunlarından diye nitelendirilen Karagöz'e de değinir…
İlk orucumu dokuz yaşında tuttum. Bu da ömrümde hiç unutamayacağım günlerden biridir. Oruç ben yaşta çocukların ifasına tahammül edemedikleri büyük sevaptır. Eğer bir gün tutmaya dayanabilirsem hacı ninem büyük babamın anası, bu orucu benden bir mecidiyeye satın alacaktı. Çünkü küçüklerin oruçları büyüklerinkinden daha makbul olduğunu söylüyordu.
Ben yirmi kuruşun, bu büyük kazancın tamahıyla tutmaya karar verdim. Fakat büyük validemle teyzem:
-" Zayıftır, dayanamaz." itirazında bulunuyorlar, yalvarıyordum yakarıyordum beni sahura kaldırmıyorlardı. Kaldırsalar da elimden tutup sofra başına getirinceye kadar tekrar uyuyormuşum. Nasılsa bir akşam hacı ninemle mukaveleyi sağlayarak sahur yemeye muvaffak oldum. Sofradan kalktık. Beni kıbleye karşı durdurdular, yarının orucuna niyetlendirdiler. Ben o günü iftar topu patlayıncaya kadar bir şey yememeye Allah'a ve kullarına karşı söz verdim. Bu taahhüdün ifası benim gibi midesi zayıf çelimsiz bir çocuk için ne müşkül, ne müthiş olduğunu bilmiyordum.