Vahdetin temsili lalenin Türk şiirindeki imgesi
Klasik Türk edebiyatında ilk olarak Mevlânâ'nın şiirleriyle varlığını gösteren lâle, Türkler tarafından asıl vatanı Orta Asya'dan Anadolu'ya getirildi ve bütün dünyaya yayıldı. Klasik Türk şiirinde 16'ıncı yüzyıla kadar yabanî ve taşralı bir çiçek olarak değerlendirilen lâle, özellikle Lâle Devri'nden sonra şairlerin vazgeçemediği temalardan biri oldu.
Giriş Tarihi: 28.04.2018
18:18
Güncelleme Tarihi: 21.05.2020
06:47
Farsça la'l kelimesinin "kırmızı" anlamıyla ilişkilendirilen bitki, lâle ismiyle şöhret kazandı. Bugün Avrupa ülkelerinde "lâle" için kullanılan "tulip" veya "tulipe" (Latince: Tulipa ) kelimesinin ise Türklerin başlarına sardıkları "tülbent" ile ilgili olarak, "sarık biçimindeki çiçek" anlamına geliyor.
Doğu şiirinin eski zamanlardan beri vazgeçilmez çiçeklerinden biri olan lale, Osmanlı Türkleri tarafından Lâle Devri'nden önce de biliniyordu. "Damad İbrahim Paşa Devrinde Lâle" isimli yazıda, lâlenin menşei ve tarihçesi ile ilgili olarak; "esas itibariyle bir Şark çiçeği olduğu, umumiyetle yabani nevinin Japonya, Cenûbî ve Orta Asya ile Kafkasya'nın, İrân'ın ve kısmen Türkiye'nin bazı müsait yerlerinde yetiştiği" ifade edilmektedir.
Lâlenin ve lâle tarihinin Türkiye'deki serüveni ise Türklerin Anadolu'ya gelmeleriyle birlikte başlar. Lâle, Türk tezyinatında XII. yüzyıldan itibaren stilize edilmiş olarak Selçuklu abidelerinde, yazma kitap ve ciltlerinde yer alır. 16. yy'dan itibaren bahçe ve çiçek zevkinin toplumda yerleşmesiyle birlikte süs bitkisi olarak yetiştirilen lâle, mimaride, çinide, kumaş ve elbiseler ile daha pek çok sanat eserinde zarif bir motif olarak kullanılıyor. İstanbul'da ıslah edilmiş lâleyi ilk olarak yetiştiren, Tabib Mehmed Aşkî Efendi'nin Takvîmü'l-kibâr ve Mi'yârü'l-ezhâr adlı eserine göre, Kanûnî'nin şeyhülislamı Ebussuud Efendi'dir. Lâle, bu yüzyılın ikinci yarısının başlarında İstanbul'daki şöhretine ilave olarak, Avrupa'da da şöhret kazanmıştır.
TAŞRALILI ÇARESİZ LALE
Klasik edebiyatta ilk olarak Mevlânâ'nın şiirleriyle varlığından haberdar olduğumuz lâle, 14. yüzyıldan sonra muhtelif özellikleriyle şiirimizde boy gösterir. Kimsede bulunmayan bir soğanına sahip olmak için uğruna servet ödenen, gülün hem bahçelerdeki hem sanat ve edebiyattaki varlığına ciddi bir rakip olan, Anadolu süsleme sanatında çok önemli bir motife dönüşen lale 15'nci yüzyılda Necâtî'nin ;
Lâle hadler yine gülşende neler itmediler Servi yürütmediler, gonceyi söyletmediler Taşradan geldi çemen sahnına bîçâre durur Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler
dizelerinde taşralılığı, çaresizliği vurgulanan lale, birkaç yüzyıl sonra Nedim'in ; Yine bezm-i çemene lâle fiirûzân geldi Müjdeler gülşene kim vakt-i çerâğân geldi , dizelerinde, bahçeye gelişi sevinçle karşılanan bir çiçeğe dönüşür…
ŞEHİRLİ LÂLE
Zamanla yeni türleri yetiştirilerek "şehirli" olan lâle, çiçek meclisinin başlıca konukları arasına kabul edilir. Gülle rekabet edememiş gibi görünse de, Baki'nin lâle redifli gazelinde tâcına jâlelerden mücevher takarak çemenliğin sultanı olur.
Jâlelerden ta k ınur tâcına gevher lâle Şâh olupdur çemen iklîmine benzer lâle Bâkî
Lâlenin şiirimizde çeşitli anlam ilişkileri içinde kullanımı dışında, ortak özellik gösteren şiirlere konu olması için 18. yüzyılı beklemesi gerekmiştir. "Osmanlı edebiyatında tür olarak kendilerinden söz edilen pek çok yapının 18. yüzyılda etkinliğini kaybettiği" gerçeği göz önüne alındığında, böylesine kısa bir tarihi süreçte örnekleri görülen lâle manzumelerinin belirgin bir adlandırmaya gidilmeden yazılmalarını anlamak mümkün olacaktır.
Şeyhülislâm Esad Dîvânı'ndaki 43 beyitlik kaside, Ahmed Paşa Dîvânı'ndaki terci-i bendin 5. bendi, Melîhî, Zâtî, Bâkî, Muhibbî, Sâbit ve Âsâf Dîvânları'ndaki lâle redifli gazeller, şimdiye kadar yapılan çalışmalarda tespit edilen lâle redifli şiirlerdir. Tüm lale isimlerini içeren kasidelerin toplandığı Fâiz Efendi ve Şâkir Bey Mecmuaları da lâle konulu şiirler için zengin birer kaynak oluşturmaktadır.
MANİSA'LI LALE
Nâbî Dîvânı'nda yer alan, Der Sitâyiş-i Muhassıl-ı Haleb Hacı Ali Ağa başlıklı kaside, Manisa şehrinin güzellikleri ve klasik şiirde sıklıkla bahsedilen Manisa lâlesi ile lâlezârlarının tasvirine dairdir.
O lâlezâr ki yokdur nazîri 'âlemde Hak eylemiş anı hass-ı diyâr-ı Magnîsâ
....
'Aceb ki lâlesinün dâgı yok derûnında Sitânbul olsa n'ola dâgdâr-ı Magnîsâ Nâbî
Konuyla ilgili, gazel nazım şekliyle kaleme alınmış bir örnek Mîrzâ-zâde Ahmed Neylî Dîvânı'nda yer alır. Gazel-i Müzeyyel Bâ-Esâmî-i Lâle der Vasf-ı Vezîr-i Mezkûr başlıklı müzeyyel gazelde, o dönem meşhur olan lâlelerinin isimleri zikredilir.
Gönülde şevk-i vuslât dîdede rûy-ı nigâr olsa Çerâğân vakti gelse fasl-ı seyr-i lâlezâr olsa
.... Hemîşe neyyir-i iclâli reşk-i mihr ü mâh olsun Budur Hakdan duâmız her ne dem leyl ü nehâr olsa Mîrzâ-zâde Ahmed Neylî