Sanatın hasta eden tesirleri
Bir kitap okuduğumuzda ya da bir film izlediğimizde etkisinden uzun süre çıkamadığımız olur. Uyur uyanırız ama aklımızda hep o sahneler canlanır. Bir şarkıyı duyunca kulağımız günlerce bıkmadan onu dinler. Bir müzikalden ya da sanat galerisinden çıktığımızda heyecanını hissettiğimiz de olmuştur. Peki, bir sanat eserinden sonra bayıldığınız ya da halüsinasyon gördüğünüz oldu mu? Bu durum, sanatseverlerden bir kısmının yaşadığı sendrom. İsmini Fransız edebiyatçıdan alan "Stendhal Sendromu" belli belirtilerle ortaya çıkıyor. Üzerindeki araştırmalar devam etmekte ve bazı sergi salonlarına önlem amaçlı dinlenme salonları kuruluyor.
Kişinin sanat eserlerinin yüksek ihtişamı ve güzelliği karşısında heyecanlanıp kendinden geçme haline Stendhal Sendromu adı veriliyor. Bu sendroma yakalanan kişilerin kalp atışında hızlanma, baş dönmesi, fenalaşma, bayılma ve ileri düzeylerde bulunanlarda halüsinasyon görme durumları görülüyor.
Stendhal Sendromu temeline bakacak olursak Paris Sendromu'nun tam tersi durumunda. Paris Sendromu'nda karşılanmayan yüksek beklenti nedeniyle ortaya çıkan bir depresyon söz konusuyken Stendhal Sendromu'nda görülen eserlerin ihtişamı nedeniyle kendinden geçme, algılarında bozulma var.
'Stendhal Sendromu' adı verilen bu rahatsızlık, ismini Stendhal mahlasını kullanarak yazan Fransız yazar Marie-Henri Beyle'nin Floransa'da bulunduğu sırada Santa Croce Bazilikası'nda gördüğü Michelangelo, Machiavelli ve Galilei'nin mezarlarının ve genel yapının Giotto'nun freskleriyle süslenmiş halinin güzelliği karşısında kendisinden geçmesinden alır.
"Floransa'da olmaktan, o muhteşem insanların mezarında dolaşmaktan dolayı kendimden geçmiştim. Bu yüce güzelliğin düşüncesi beni avuçları içine almıştı. Bir an ilahi hislere gömüldüm. O an her şey ruhuma sahicilikle hitap etmeye başladı. Ah, keşke unutabilsem. Kalbim hızla atmaya başlamıştı. Hayat gözlerimin önünden çekilmişti. Yürürken yere yuvarlanıp gitmekten korktum." Stendhal günlüğünde, gördüğü sanat eserleri karşısında tarifsiz duygularını bu şekilde anlatmıştı.