Tek parti zulmünün tarihte ilk kez yayınlanan belgeleri
Tek parti yönetimi döneminde Türkçe ezan ile sembolleşen baskı ve zorbalık sürecinin tarihte ilk kez yayınlanan belgeleri açıklandı. Açıklanan belgeler, zulmün sadece Müslümanlara değil tüm din ve inanç unsurlarına yönelik olduğunu ortaya koydu.İşte ideolojik takıntılarla Türkçe ezan uygulamalarını savunanları boşa çıkaracak o belgeler...
Giriş Tarihi: 12.11.2018
14:20
Güncelleme Tarihi: 12.11.2018
14:32
Tarihçi Murat Bardakçı tek parti yönetimi döneminde Türkçe ezan ile sembolleşen baskı ve zorbalık sürecini farklı bir açıdan kaleme aldı ve tarihte ilk kez yayınlanan belgeleri açıkladı. Bardakçı'nın yayınladığı belgeler tek parti zulmünün sadece Müslümanlara değil tüm din ve inanç unsurlarına yönelik olduğunu ortaya koydu. İşte ideolojik takıntılarla Türkçe ezan uygulamalarını savunanları boşa çıkaracak o belgeler...
* İçişleri Bakanlığı'ndan Cumhurbaşkanlığı'na 1 Aralık 1938'de gönderilen ve Amasya'da Arapça tekbir getirilmesi ile ilgili yazı.
CHP'nin Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz ezanın Türkçe okunmasını isteyince kıyamet koptu. Yılmaz disiplin kuruluna sevkedilmesi üzerine lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na demediğini bırakmadı, karşılıklı suçlamalar ile cevaplar birbirini takip etti, derken milleti yıllarca ikrah ettiren ve bundan 68 sene önce tarihe karışmış olan "Türkçe ezan" derdi de böylece durup dururken yeniden gündeme geldi…
Bugün burada ezanın Arapça okunmasının yasak olduğu senelerden kalma bazı belgelere yer veriyorum… Ankara'da, Cumhurbaşkanlığı Arşivi'nde bulunan bu belgeler, ilk defa burada yayınlanıyorlar…
* Arapça tekbir konusunda bir başka yazı: İçişleri Bakanlığı'ndan 1 Aralık 1938'de Cumhurbaşkanlığı'na gönderilmiş.
EZAN, KAMET GETİRME, ALEVİLER VE DİĞER DİNLER
Yine burada devletin 1930'lu ve 40'lı senelerde uyguladığı dinî alandaki yasakların Arapça ezan okuma ve kamet getirme ile sınırlı kalmadığını, izinsiz dinî eğitimin şiddetli şekilde takip edildiğini, Alevî vatandaşların âyin yapmalarının da suç sayıldığını, hattâ diğer dinlerin mensuplarının bile bazı yasaklamalarla karşı karşıya bulunduklarını gösteren daha başka belgeler de yer alıyor…
* Sadece Müslümanlar'a değil, Yahudi vatandaşlara da getirilen dinî yasaklardan bir örnek: İçişleri Bakanlığı, 1 Aralık 1939'da Cumhurbaşkanlığı'nı İzmir'de bir Yahudi ailenin çocuklara Yahudice, Türkçe ve Fransızca okuturken yakalandıklarını bildiriyor.
YAHUDİLER ÇOCUKLARINA EVİNDE DİL BİLE ÖĞRETEMİYORDU
Devletin o senelerdeki din politikasının temeli sadece Müslümanlar'ı değil, Türkiye'de mevcut diğer dinleri de kontrol altında tutmaya dayanıyordu! Meselâ, Türk vatandaşı olan Yahudiler'in de izinsiz dinî eğitim vermeleri yasaklanmış ve çocuklarına İbranice okutan Yahudi vatandaşlar mahkemeye sevkedilmişler, hattâ bu ailelerin evde Fransızca öğretmeleri bile suç olarak görülmüştü! Kontroller ve yasaklamalar bu kadarla da sınırlı kalmamış, Türkiye'de yaşayan ama Türk vatandaşı olmayan papazlar bile takip edilmiş, meselâ Edirne'deki İtalyan Konsolosluğu'nda görevli bir papaz ile din dersi verdiği çocukların gizlice fotoğrafları çekilmiş ve İçişleri Bakanlığı bütün bu takibatın neticesinden Cumhurbaşkanlığı'nı da haberdar etmişti!
* İçişleri Bakanlığı'ndan Cumhurbaşkanlığı'na 7 Ekim 1940'ta gönderilen ve Arapça ezan okuyan, Kur'an öğreten ve gizlice Arapça harfleri tedris ederken yakalananlarla ilgili yazı.
MUM YAKMAK BİLE YASAKTI!
Cumhurbaşkanlığı Arşivi'nde mevcut böyle dosyalar dolusu belgenin yanısıra Cumhurbaşkanlığı'na her ay sunulmuş "dirlik ve düzenlik raporları" da bulunuyor ve illere göre ayrı ayrı düzenlenen bu raporlarda yeralan hadiselerin ekseriyetini "Arapça ezan", "Arapça kamet", "çocuklara Kur'an okumayı öğretmek", "âyin yapmak" gibi "suçlar" teşkil ediyor. Hattâ, halkın evliya türbesi kabul ettiği mekânlara mum dikmesi bile suç olarak görülüyor ve mum yakarken yakalananlar da adliyeye sevkediliyorlar!
Bu belgeleri yayınlarken, daha önce de temas ettiğim bir hususa tekrar dikkat çekmem gerekiyor:
Belgelere konu olan hadiselerin, yani senelerce devam etmiş olan yasakların, takiplerin, tutuklamaların ve mahkeme safahatının hiç de hoş hatıralar olmadığını söylememe zaten gerek yoktur ve bütün bunlar tarihimizin bir döneminin gerçekleridir!
Bugün bize düşen o devirlerde olup bitten herşeyi tarafsız ve doğru şekilde öğrenmek ama bunu yaparken tarihî meseleleri artık hayatta olmayan kişilerle hesaplaşma ve kurumlarla da didişme vasıtası olarak kullanmamaktır! Gerçi bir zamanlar devletin böyle ceberut davranışları yüzünden daha birçok alanda sıkıntılar yaşanmış, üzüntüler ve hattâ büyük azaplar da çekilmiştir ama olan olmuş, biten bitmiştir; şimdi o günler ile hesaplaşmaya kalkışmak hiddeti ve kamplaşmayı arttırmaktan başka bir işe yaramaz!
Üstelik ezanı Türkçeleştirip Arapça okunmasını yasaklayan ve bu yasağı senelerce en şiddetli şekilde uygulayıp takip etmiş olan partinin lideri bugün şartlar ve mecburiyetler karşısında "Arapça ezan dinimizin bir değeridir. …Dünyanın her yerinde de ezan Arapça okunur ve ezana saygı gösterilir" demek mecburiyetinde kaldıktan sonra hesaplaşmaya artık hiç lüzum yoktur!