I. Dünya Savaşı esnasında, adada tutulan esirlerin bulunduğu şartlardan dolayı, Azerbaycanlı Türkler tarafından ' Arsa-i Kerbela', 'Makber' gibi çeşitli isimlerle anılan ve yılanlarıyla ünlü olduğu için de 'Yılan Adası' da denilen Nargin, Hazar Denizi'nde, Bakû'ye deniz yoluyla 45 dakikalık mesafede bulunan 3,5 kilometre kare büyüklüğe sahip olan bir ada. Ruslar, Sarıkamış harekâtından sonra bu adayı savaş esirlerinin tutulduğu bir kamp haline getirmişlerdi. Bu adada, Türk esirlerin bölümü susuzluk, açlık ve yılan zehirlemesinden hayatını kaybetmiş, bir kısmı da Rus askerlerince kurşuna dizilmişti. Nargin, Sovyetler döneminde de askeri amaçlarla kullanılmış ve buraya hava savunma birlikleri yerleştirilmişti. Sovyetlerin dağılmasıyla ada boşaltılmıştı. Artık Azerbaycan Savunma Bakanlığı kontrolündeki adada sadece tarihi deniz feneri işlevini sürdürüyor ve sivillerin adaya gelmesine izin verilmiyor. Bu adaya ayak basar basmaz insanı karşılayan kaderdaşlık, tarihdaşlık ve 'gardaşlık' duygusu var. Nargin Adası, komşu ülke Azerbaycan'da dünden bugüne uzanan güçlü bir hafıza adeta. Bu ada, Türkiye tarhininin en hazin hikayelerinden birinin yaşandığı yer; Sarıkamış'ta esir düşen askerlerin işkence yeri, on binden fazla Türk'ün korkunç şartlarda can verdiği yer. Ortak tarihi mirasın kesiştiği yıl bu yıl; hem Azerbaycan Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100'üncü yılı, hem de Kafkas İslam orduları Komutanı Nuri Paşa komutasındaki Türk birliklerinin Azerbaycan'a yarıdma gelişinin 100'üncü senesi. Kafkas İslam Ordusu şehitlerinin mezarlarının yapılmasını bile engelleyen FETÖ terör örgütünün gayesi, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin kök salmasını engellemekti. Ancak FETÖ'nün temizlenmesinden sonra iki kültür arasındaki ilişkiler yeniden güçlendi ve aziz hatıralara yeniden sımsıkı bir bağ oluştu. Kafkas Cephesi çatışmaları ile devam edip, 15 Aralık 1917 tarihinde fiilen son bulan Türk-Rus Savaşlarında binlerce Türk askeri Ruslara esir düştü. Türk esirlerin sayısı tam olarak tespit edilmemekle birlikte, Türk esirlerinin miktarını tayin etmek üzere İskandinavya'ya gönderilen Yusuf Akçura, Kuzey Kafkasya'da 20- 30 bin ve Rusya'nın diğer yerlerinde de 30 bin olmak üzere toplam 60 bin Türk esir olduğunu tespit etmişti. Ayrıca, askeri esirlerin dışında birçok Türk vatandaşı da Rusya'da, esir bulunmaktaydı. Yine Rusya'da bulunan Türk esirlerden bir bölümünü de; Kars, Ardahan, Batum ve daha sonra Erzurum, Erzincan ve Van gibi Anadolu'da Rusların işgal ettikleri yerlerden götürdükleri çok sayıdaki sivil esirler oluşturmaktaydı. Bunlar genellikle Ruslarca şüpheli telakki edilen ve daha çok da Ermenilerin kışkırtma ve iftiraları sonucu Rus askerleri tarafından yakalanan, içlerinde oldukça yaşlı kişiler, çok küçük çocuklar ve kadınların da bulunduğu esirlerdi. Savaş meydanlarında esir düşen Türk askerlerinin yaşadıkları zorluklar ve sıkıntı, daha Rusya'ya nakledilmeleri sırasında başlıyordu. Yaralı askerler ile sağlamlar bir arada tutuluyor, sonra genelde Kafkas Ermenilerinin idare ve kontrolü altında bulunan esirler, cepheden ellişer elişer vagonlara bindiriliyorlar ve yine çoğu Ermeni olan askerlerin kontrolünde aç-susuz bir halde gönderiliyorlardı. Vardıkları yerlerde vagonlar açıldığı zaman, her vagondan 10-15 Türk askeri ölmüş oluyordu. I. Dünya Savaşı'nda Ruslara esir düşen Hüsamettin Tugaç hatıralarında şöyle anlatıyor: '1915 yılının ilk ayının ikinci haftasında idik. Şimdi Kubi şef adını taşıyan Samara İstasyonu'na gelmiştik. Bir Rus doktoru yanımıza geldi. Hasta olup olmadığımızı sordu... Şehirde tifüs hastalığı salgın halinde imiş . Esir trenlerini karantina altına almış lardı. Sonradan Rus gazetelerinden öğrendik ki, o sıralarda bu istasyonda müthiş bir dram oynanmış. Trenler dolusu Türk esiri karantina var diye bulundukları hayvan vagonlarında kilitli kapılar ardında haftalarca aç ve susuz bırakılmış, hepsi açlıktan, susuzluktan ve hastalıktan ölmüş gitmişlerdi...' '150 kişiyi aşan subay kafilesi bir Ermeni teğmenin kumandası ve 100 kadar askerin muhafazası altında Hamamlı köyünden ayrılarak Sarıkamış İstasyonu'nda bizim 'kırk kişilik'lere benzeyen vagonlara yerleştik. Kor Nehri Vadisi'ni izleyerek akşam vakti Tiflis İstasyonu'na vardık. Cehennem sıcağında vagon içinde, pencereler kapalı olarak üç gün acı ve derin bir üzüntü içinde bekledik. Su bile dirhemle verildiğinden bayılanlar, hastalananlar çoğalıyordu. Yemek içmek gibi zorluklardan başka pencereden bakmak bile yasaktı. Bu durumdan kimsenin şikâyete hakkı yoktu. Çünkü esirdik, hem de memleketimizdeki deyişle 'Moskof elinde esir'dik. 'Birçok rica ve şikâyetlerden sonra bir vagonda bir pencere açılmasına izin verildi. Bu demir hapishanelerde, aç susuz kavrulmanın sonucunda bulaşıcı hastalık baş gösterdi. Hastaneye kaldırılanlar sıklaştı.' Esirlerin çilesi; yalnızca nakledilişleri sırasında değil, ulaştıkları esir kamplarında da sürmekteydi; Rusya'da bulunan Türk esirlerin durumları genelde çok kötü olup, milletlerarası anlaşmalar gereğince uygulanması gereken kurallar, Rus makamlar tarafından yerine getirilmiyordu. Rusların sivil, asker demeden Türk esirlerini tuttukları yerlerin başında Bakû vardı; Türk esirlerinin çoğunluğu (özellikle de askeri esirler) şartları oldukça ağır olan Bakû Şehri karşısında bulunan Nargin Adası'ndaki kampa götürülüyordu. Ruslara esir düşen Türklerin Tiflis ve Bakû gibi şehirlere getirilmesi, Çarlık yönetimi açısından ciddi bir rahatsızlık yaratmıştı. Bunun sebebi de Kafkas halkının önemli bir kısmının dini ve etnik açıdan esir düşen Türklerle aynı kökten olmasıydı. İşte bu ortamda Çarlık yönetimi, kötü durumdaki Türk esirlerin halkın üzerinde bırakacağı tesiri de göz önünde tutarak, esir kamplarını özellikle halkın dikkatlerinden uzak, herhangi bir irtibat riski olmayan yerlerde kurmayı planlamıştı. Daha önceleri ağır suçluların tutulduğu bir hapishane olarak kullanılan Nargin Adası da bu amaca uygun olarak düşünülmekteydi. 1916 yılında Kafkas cephesinden gelen Türk esirlerin durumu Azerbaycan Türkleri arasında büyük bir infial uyandırmıştı. Azerbaycan Türk gazeteleri Bakû'ye getirilen Türk esirlerinin sayısı ve durumları hakkında bilgi verirken24 Anadolu'dan gelen yardım çağrılarını da yayımlayarak, halkı bu konuda destek olmaya çağırıyorlardı. İlk tepki ve girişimler Anadolu'da işgal edilen yerlerde tutsak edilen, ancak asker olmayan Türk esirleri ile ilgiliydi. Çünkü savaşla ilgisi olmayan kendi kan ve dinlerinden olan bu insanların esir muamelesi görmesini büyük bir haksızlık olarak görmekteydiler. Bakû Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi Erzincan Temsilcisi Abdulmabut Bey, Bakû'deki merkeze gönderdiği telgrafında şunları yazmaktaydı: 'Nargin Adası'nda ve Tiflis'teki hapishanede külli miktarda Türk esiri var ki, ne bu muharebede askerlikte bulunmuşlar, ne kabaklarda(önce). Lakin Rus birlikleri Türkiye toprağına sokuldukta, yalan danışlar ve provakatiya neticesi olarak hapsedilmişlerdir. Bunların arasında 90 yaşında kişiler dahi vardır. Ben telgraf ile Kafkasya Komisarlığı Sadrı'na ve Doktor Sultanov'a müracaatla asker olmayan Türk esirlerinin bırakılmaları hakkında teşebbüste bulunmalarını istida etmiştim. Atalar ve kardaşlar, fitne ve yalan danış kurbanı olan bu zavallıların müdafaa ve muhafazasına ses kaldırın. Erzincan - Bakû Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi Vekili Abdülmabud' Cemiyet, ilk olarak Nargin Adası'nda giyecek ve yiyecek sıkıntısı çeken Türk esirlerin yararına olmak üzere halktan yardım toplamaya başladı. Ayrıca Cemiyet, esirlerin resmi korumacılığını üzerine aldığından, haftada bir gün (Pazar günleri) Nargin'deki Türk esirlerinin Bakû'ye çıkarılarak gezdirilebilmesi için de izin alabilmişti. Böylece Türk esirlerin haftada bir gün de olsa o çok kötü şartlardan kurtulup rahat etmeleri, dinlenmeleri sağlanıyordu. Bu tarihlerde Bakû'de bulunan Fahrettin Erdoğan hatıralarında şunları aktarıyor: '... Erzurum'un düşmesinden sonra Rus cephesi Erzincan'a kadar ilerlemiş, burada esir edilen subay ve erleri Sibirya'ya değil, Bakû'nün karşısında Hazar Denizi'nin ortasındaki Nargin adasında esirler kampında topluyorlardı. Her Pazar bu kampta bulunan esir subaylar muhafızlarla şehri ziyarete geliyorlardı. Biz de onları görmek için iskeleye gittik. Halk yığılmış , otomobiller sıralanmış, içinde genç kızlar yolcuların gelmesini bekliyorlardı. Bu otomobildekilerin kimler oldu ğ unu sordum. Bakû milyonerlerinin kızları olduklarını öğ rendim. Mesela Topçubaşı Ali Merdan Bey'in, Nagiyov, Tagiyov ve Kuluyovların hususi taksilerindeki kızları en başta duruyordu. Motörler yanaştı. Esir Türk subayları kıyıya çıktılar. Taksiden çıkan kızlar birer ikişer mevcuduna göre subayları kollarından tutup taksilere oturttular. Şehrin her tarafını gezdirdikleri gibi subayların ve kamptaki arkadaşlarının ihtiyaçlarını mağazalardan alıyorlar ve paraları Cemiyet-i Hayriye tarafından ödeniyordu. Bunları evlerine götürerek öğle yemeklerini aileleri arasında yedirttikten sonra tekrar taksilerle aldıkları kıyıya getirip teslim ediyorlardı...' Azerbaycan Türkleri, Nargin'deki Türk esirlerin durumlarını iyileştirmek, ihtiyaçlarını karşılama gibi faaliyetlerin dışında, onların adadan kaçmalarına yardımcı olmak için çok çaba sarfetti; mesela 1915 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında 'Türk Bayramı Günü'nde sekiz Türk esir subay şehre bırakıldı ve bir daha geri dönmedi. Büyük ihtimalle bu esirlere Cemiyet üyeleri tarafından yardım edilerek, İran'a kaçmaları sağlanmıştı. Yine aynı dönemlerde Nargin Adası'ndan Türk esirlerinin kaçırılması amacıyla birçok girişimler olmuştu; Kafkasyalı Türk gençleri tarafından kurulan 'Kafkasya Müslüman Talebeleri Komitesi' bizzat Türk esirlerin kaçırılması faaliyetlerine katılmıştı. Azerbaycan milli burjuvazisinin önde gelenlerinden birisi olan Murtaza Muhtarov, adadan Türk esirlerinin kaçırılmasında önemli rol oynadığı biliniyor. Yine ihtilâl sonrası açılan ve esirlere yardım eden cemiyetlerden birisi de 'Muhtaçlara Kömek (Yardım) Cemiyeti' idi. Bakû Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi tarafından açılan bu cemiyetin görünürdeki amacı bütün muhtaç Müslümanlara yardımcı olmakla beraber, asıl amacı Azerbaycan'da, özellikle Nargin Adası'nda bulunan Türk esirlerinin ihtiyaçlarını karşılamaktı. Muhtaçlara Kömek Cemiyeti yardım toplama faaliyetlerine başlarken bir taraftan da gazetelere vermiş olduğu yazılarla Azerbaycan Türklerini yardıma çağırıyordu. Gerek cemiyetler ve partiler, gerekse Azerbaycan halkının fedakârca yapmış oldukları yardımlar sayesinde, I. Dünya Savaşı'nda esir düşerek Bakû'ye ve Nargin Adası'na getirilen Anadolu Türkleri bir nebzede olsa yaralarını sarabildi. Azerbaycan'daki Türk esirlerin durumu Türk Ordusu'nun Bakû'ye gelmesinden sonra daha da düzelmiş ve Azerbaycan Türklerinin yardımları 1918 yılında Azerbaycan'ın istiklâlini kazanmasından sonra da devam etti. I. Dünya Savaşı esnasında Türk askeri ve sivil esirler için bir cehennemi andıran Nargin I. Dünya Savaşı'nın sona erip Osmanlı Devleti'nin Mondros Mütarekesini imzalaması, Türk Birliklerinin Bakû'den çekilmesinden ve Azerbaycan'ın Bolşevikleştirilmesinden sonra ise, özellikle 1920-1924 yılları arasında, bu sefer de Azerbaycan'ın bağımsızlığı için mücadele etmiş aydınların, Azerbaycan'da kalmış ve Bolşevikler tarafından tutuklanmış Türk subaylarının hapsedildiği ve öldürüldüğü bir yer oldu Yine 1930'lu yıllarda, Stalin döneminde de yapılan aydın kıyımının bir kısmı da Nargin'de gerçekleştirildi.