Bin yıllık tarihe sırt dönüşün ilanı: Harf inkılabı
Kabulünden beri tartışılagelen harf inkılabıyla Türkler, bin yıldır kullanıldığı Arap alfabesi yerine Latin alfabesini kullanmaya başladı. Dilde sadeleşmek, Latin alfabesinin Türkçeye daha uygun olduğu ve muasır medeniyetler seviyesine çıkma gibi düşüncelerle gerçekleştirilen harf inkılabı akıllara şu soruyu getiriyor. Osmanlı bin yıldır kullandığı Arap harfleri ile yeterli kültür ve medeniyet oluşturamadı mı, Osmanlı okuryazar değil miydi? Yaklaşık 45 bin eseri olan, koca bir divan edebiyatı oluşturan Osmanlı, medeniyetin göstergesi değil mi? Harf inkılâbının tek maksadının okuma yazmanın yaygınlaştırılmasını temin olmadığını; yeni nesillere geçmişin kapılarını kapatmak, Arap kültürü ile bağları koparmak ve dinin cemiyet üzerindeki tesirini zayıflatmak olduğunu söylenir. Bu inkılapla İngiliz Tarihçisi Arnold J. Toynbee'nin deyimiyle kütüphanelerdeki bu hazineler, örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye yaramayacaktı.
1923 yılını Şubat ayında tertiplenen İzmir İktisad Kongresinde Nazmi Efendi ve iki arkadaşı tarafından verilen Latin harflerinin kabulüne yönelik önerge, Kongre Başkanı Kazım Karabekir tarafından okunmadan reddedilir.
Kazım Karabekir Latin harflerini savunanlara karşı Türkçenin güzel bir dil olmakla birlikte harflerinin zor öğrenildiğine dair fikirlerin, tamamen yabancıların telkinleriyle ortaya çıktığını ifade ediyordu. Ona göre, Latin harfleri kabul edilecek olursa geçmişte yazılmış pek çok kıymetli eser, kütüphanelerdeki binlerce kitap bir anda atıl kalacak, yeni nesil için anlamını yitirecekti. Böylece, Avrupalılar istediklerini almış olacaklar ve diğer Müslümanlara, Türklerin Hristiyan olduğu düşüncesini kolayca aşılayabileceklerdi. Yine Kazım Karabekir'e göre alfabe değişikliğinin amacı Türkiye'nin İslâmî Doğu ile olan bağlarını koparmak ve Batı dünyasıyla olan iletişimi kolaylaştırmaktan" başka bir şey değildi.
28 Mayıs 1928 tarihinde TBMM, 1 Haziran t1928 tarihinden itibaren ile resmi daire ve kuruluşlarda uluslararası rakamların (1, 2, 3 gibi) kullanılmasını belirten bir yasayı yürürlüğe sokar. Bu yasa ile beraber Harf Devrimi için de bir komisyon kurulması kararlaştırılır.
Bu komisyon böyle önemli ve ciddi bir değişimin 5 ila 15 yıllık bir süreçte hayata geçebileceği söylese de Mustafa Kemal Atatürk'ün ''Bu ya üç ayda olur ya da hiç olmaz'' dediği söylenir.
Komisyon tamamladığı yeni alfabe çalışmaları 9 Ağustos 1928 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Gülhane'de düzenlenen galada gösterildi.
1922 yılında Azerbaycan'ın Latin alfabesine geçişi Türkiye'nin dikkatini çekti. Sovyetler Birliği'ne üye olan Türki devletler de Latin harflerini kullanıyordu. Türkiye'de bunun üzerine ortak bir alfabeyi kullanarak Türk devletleri ile olan iletişimi artırma adına Latin alfabesine geçme kararı aldı. Sovyetler Birliği ise Stalin döneminde Türk devletlerinin Türkiye ile olan bağını koparmak amacıyla tüm Türk devletlerini Kiril alfabesi kullanmak zorunda bıraktı.
Aslında Latin harflerinin kullanılmasını isteyenlerin temeli Batı kültürü hayranlığı ve Avrupa'nın üstünlüğü fikrine dayanıyordu.
1 Kasım 1928 tarihinde Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkındaki teklif edilen kanunun kabul edildi.
Harf Devrimi'ni başlatan yasanın kabulü ile Osmanlı Alfabesi adı verilen ve Arap harfleri kullanılarak oluşturulan alfabenin kullanımı sona erdi ve yerine Latin Alfabesi temel alınan Türk Alfabesi kullanılmaya başlandı.
Kanunun kabulünden sonra, her yerde halk dershaneleri ve kurslar açılarak halka yeni alfabe öğretilmeye başlandı. Diğer taraftan Dil Encümeni çalışmalarına devam etti ve çeşitli okuma ve gramer kitapları yayınladı. Dil Devrimi'nin bir parçası olan Harf İnkılabı yapıldıktan sonra diğer safhalara geçildi. Dilimize uymayan yabancı kelimeleri atma ve onların yerine Türkçe karşılıklarını bulma meselesi yeniden gündeme geldi. Peyami Safa bu konuda şöyle der:
"İnkılaptan sonra Türk dilinin yapısı ve tasfiyesi işiyle uğraşanların çoğu dilcilerdir. Edebiyatçılar, onların araştırmalarından çıkacak neticeleri bekliyormuş gibi sessiz bir dikkat içinde kaldılar. Kendilerine dilciler tarafından uzatılan yeni bir kelimeyi evirip çevirken yaşamaya namzet olup olmadığını anlamak için düşünceye dalıyorlar, ilk teşebbüsün bütün zahmet ve mesuliyetini onlara bırakıyordu."