Dünyanın bilinen en eski kadın teşkilatı: Bacıyan-ı Rum
13'üncü yüzyıl Anadolu'sunda göçmen Türkmen hanımların oluşturduğu bir grup olarak bilinen Bacıyan-ı Rum'u ilk olarak 15'inci yüzyıl Osmanlı tarihçisi Âşıkpaşazâde duyurmuş; fakat tarihi kaynaklarda doğrudan böyle bir teşkilattan söz edilmediği için Bacıyan-ı Rum'un önemi tam olarak kayıtlara geçmemiştir.
Giriş Tarihi: 16.02.2019
19:29
Güncelleme Tarihi: 15.08.2023
14:41
Türk tarihine bakıldığında kadınların her dönemde içtimaî ve siyasi mevkileri açısından önemli bir konumda oldukları görülür. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar ve Oğuzlar'da hükümdar eşleri de hakanlar gibi soylu bir boydan seçilirlerdi. Kağanların yanında kendilerine daha sonra hatun ünvanı verilmek suretiyle her konuda söz sahibiydiler. İtibarları Türkler Müslüman olduktan sonra da devam etti. Karahanlılar, Harzemşahlar ve Selçuklular tarihi bunun misalleri ile doludur. Aralarında devlet siyasetine yön verenler, devlet reisliği yapanlar ve naip olarak devleti idare eden hatunlar vardı. İbn Battuta'nın verdiği bilgiler, Danişmendnâme, Dede Korkut ve Menakıbnâme gibi eserler, Anadolu'da kadınların çok önemli siyasi, askeri ve sosyal faaliyetlerde bulunduğuna dair öneklerle doludur.
Bâciyân-ı Rûm 13'üncü yüzyıl Anadolu'sunda göçmen Türkmen hanımların oluşturduğu bir grup. Bu isimle ilk olarak onlardan bahseden ise 15'inci yüzyıl Osmanlı tarihçisi Âşıkpaşazâde'dir. Ne var ki, diğer tarihî kaynaklarda doğrudan böyle bir teşkilattan söz edilmediği için Bâciyân-ı Rûm'un mahiyeti tam olarak aydınlatılamamıştır. Mevcut bilgilerden yola çıkarak; Bâciyân-ı Rûm'un, Hacı Bektâş-ı Velî'nin manevî desteğiyle sufi Türkmen hanımlarca kurulmuş, halka hizmeti esas almış bir teşkilat olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu sufi Türkmen hanımların Anadolu'nun İslâmlaşmasında ve Türkleşmesinde önemli katkıları olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Âşıkpaşazâde ( ö. 1481/886 ) "Tevârih-i Âl-i Osmân" isimli eserinde 13'üncü yüzyıl Anadolu'sunda muhacirlerin oluşturduğu zümreleri dört gruba ayırmıştır: Gâziyân-ı Rûm, Ahîyân-ı Rûm, Abdalân-ı Rûm ve Bâciyân-ı Rûm. Bu zümreler içinde, Gâziler, savaşçı sınıfı; Ahîler, zanaatkâr sınıfı; Abdallar, dervişleri; Bacılar da kadınlar zümresini temsil etmektedirler. Söz konusu taifeler içinde sırf kadınlardan müteşekkil bir grubun adı olan "Bâciyân-ı Rûm" tabiri bir hayli ilgi çekici olmakla beraber Âşıkpaşazâde haricinde hiçbir kaynakta böyle bir ifadeye rastlanmaz. Tarihçinin kendisi de adı geçen teşkilat hakkında fazla malumat vermez. Sadece Bâciyân-ı Rûm'un Hacı Bektâş-ı Velî (ö.669/1271) ile olan bağlantısına dikkat çeker. Âşıkpaşazâde'nin işaret ettiği; Anadolu'ya büyük göçlerin yaşandığı ve Anadolu'da iktidar savaşlarının devam ettiği bu dönem, toplumdaki kargaşa ortamı nedeniyle yazılı kaynaklara ulaşılmada en çok zorlanılan asırlardır. Öyle ki; Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö.672 / 1273), Evhadüddîn-i Kirmânî (ö.635 / 1237 ), Hacı Bektâş-ı Velî, Ahî Evran (ö.660 /1262 ) gibi bu asırlarda yetişmiş mühim şahsiyetler hakkında bilgi edinmek istediğimizde dahi ancak kendilerinden sonraki dönemlerde derlenmiş menkıbeler bize referans olabilmektedir. Dolayısıyla 13'üncü yüzyıl Anadolu'sunda ortaya çıkmış bir kadın teşkilatından doğrudan ve detaylı şekilde bahseden bir doküman bulmak oldukça zordur.
HACIYAN-I RÛM MU, BACIYAN-I RUM MU?
Âşıkpaşazâde"nin haber verdiği bu zümre üzerinde ilk defa Alman müsteşrik Franz Taeschner duruyor. Taeschner, o günün toplumunda kadınların bir teşkilât kurmuş olabileceğini o kadar imkansız görmüştür ki, bunun bir istinsah hatası veya yanlış anlama sonucu ortaya atılmış olduğunu kabul eder. Ona göre Hacıyân-ı Rûm (Anadolu Hacıları) veya Bahşiyân-ı Rûm (Anadolu sihirbazları veya ruhbanları) tabirleri bir yanlışlık sonucu Bacıyân-ı Rûm olarak yazılmıştı. Ancak bunun böyle olmadığı sonraki araştırmalarla anlaşılmıştır.
İlk defa F. Köprülü, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda içtimai teşekküllerin rolünü incelerken, Âşıkpaşazâde'nin "Bâcıyân-ı Rûm" diye adlandırdığı zümre hakkında verdiği bilgileri Bektaşi rivayetleri ve başka kaynaklarla da teyit ederek hakikaten Ortaçağ Anadolu'sunda kadınlar tarafından kurulmuş bir sosyal zümrenin varlığına dikkatleri çekti. Ancak F. Köprülü, bu teşkilâtın mahiyeti ve çalışmaları hakkında bir bilgi vermedi. F. Köprülü'den 60 sene sonra Mikail Bayram, Anadolu Bacıları Teşkilâtı hakkında ilk çalışmayı yaparak, bu kuruluşun çalışmaları ve sosyal fonksiyonları hakkında çeşitli bilgiler verdi.
OLUŞUMUN ANADOLU TASAVVUF HAREKETİ İÇİNDEKİ YERİ
12'inci yüzyılda Anadolu'ya göç yoluyla gelen tasavvuf büyükleri arasında; Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî, Evhadüddîn-i Kirmânî, Hacı Bektâş-ı Velî, Necmeddîn-i Dâye ( ö.654 / 1256 ), İbnü›l-Arabî ( ö.638 / 1240 ), Ahî Evran gibi isimleri sayabiliriz. Dolayısıyla 13'üncü yüzyıl Anadolu'su için dînî ve tasavvufî hayatın canlı şekilde yaşandığı bir dönemdir dememiz yanlış olmaz. Adı geçen tasavvuf büyükleri arasında Hacı Bektâş-ı Velî konumuz için ayrı bir önem taşır. Çünkü Âşıkpaşazâde Anadolu'daki muhacirleri; gâziler, abdallar, ahîler ve bacılar şeklinde dört sınıfa ayırır, Hacı Bektâş-ı Velî'nin bunlar içinde Bâciyân-ı Rûm'u tercih ettiğini ve önderleri Hatun Ana'ya manevî mirasını bıraktığını ifade eder.
Hatun Ana hakkında en detaylı bilgiye Hacı Bektâş'ın Menâkıbnâme'si olan Vilâyetnâme'de rastlarız. Hacı Bektâş'tan iki yüz küsür yıl sonra derlenmiş bu menkıbeler, içerdiği abartılı ifadelerin yanında, doğruluğunu diğer kaynaklarla tahlil edebileceğimiz bazı bilgiler de verir. Vilâyetnâme'de Hatun Ana'nın diğer isimleri Kadıncık Ana, Kutlu Melek, Fatıma Hatun, Fatma Nuriye olarak geçer.
Vilâyetnâme'de geçen Fatma Bacı hakkındaki övücü ifadelerle, Âşıkpaşazâde'nin "Hacı Bektâş nesi varsa Hatun Ana'ya emanet etti" şeklindeki beyanlarını bir araya getirirsek, Hacı Bektâş'ın manevi otoritesini, ermiş bir hatuna emanet edip, bu dünyadan göçtüğünü söyleyebiliriz.