Dünyanın tarihini değiştiren 4 yıllık yıkımın ağır bilançosu
Yıl 1918. Kasımın on biri ve saat on bir, Compiegne ormanı… Ormanda, bir vagonun içinde, Fransa, o zamana kadar emsali görülmemiş en kanlı savaşın galibi olarak Almanya ile mütareke imzaladı. Artık Birinci Dünya Savaşı fiilen bitmişti. Savaştan galip çıkanlar, mağluplar kadar bitkindi. Milliyetçilik ve milli kin doruğundaydı. Zaten bu kanlı savaş da bir milliyetçinin kurşunundan çıkmamış mıydı? Bütün günahların sorumlusu Almanya, Avusturya ve Osmanlı İmparatorluğu olarak görülüyordu.
Birinci Dünya Savaşı sonunda yapılan Paris Barış Konferansı her ne kadar ''Barış'' kavramını içermiş olsa da, aslında böyle olmadığı antlaşmanın ağır maddelerinden de belli oluyordu.
Ünlü diplomat Harold Nicolson'un Paris Barış Konferansını özetleyen şu sözleri manidardır: ''Biz Paris'e, yeni düzenin kurulacağı inancıyla geldik; ayrılırken gördük ki, yeni düzen eski düzeni kirletmekten başka bir şey yapmamıştır.''
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NIN SON DAKİKASINI TEKRAR YAŞATAN SES KAYDI...
Birinci Dünya Savaşı'nda her şey planlandığı gibi gitmedi. Milletler, bu kanlı felaketin içerisine kendilerini gözü kapalı atmıştı. Bu sebeple barış arayışı da bir o kadar boş ve anlamsızdı.
Dört yıl boyunca süren dünya savaşları yaklaşık 9,7 milyon askerin, 10 milyon sivilin ölümüne, bu sayının da iki katından fazlasının yaralanmasına yol açmıştı. Yeni silahlar denendi ve çevre büyük zarar gördü. İnsanoğlu binlerce yıldır mücadele ederek oluşturmaya çalıştığı eşit, özgür ve barışçıl bir dünya bir dünya tasavvuruna/düşüncesine/hayaline, bu savaşa girmek ve girişmekle darbe vurdu.
Ondan 12 gün evvel, 30 Ekim'de Osmanlı İmparatorluğu, Halep ve Musul sınırına çekilmişken barış talep etti. Avrupa'daki müttefiklerinden Avusturya-Macaristan çoktan bitmişti. Avusturya-Alman bloku ile bağlantı da Bulgaristan'ın savaştan çekilmesiyle zaten kopmuştu. Bir hazin durum; uzun cihan harbi boyunca, kendi imkanları içinde en geniş ve uzak cephelerde çarpışan kuvvet Türklerin ordularıydı. Cihan savaşına giriş çözülmez hataların başlangıcıydı; bu çözümsüzlük sonunda çöküntüyü getirdi; bu çöküntüden çıkış için Türk toplumu kaosu ve yeni bir dünya savaşını değil milli mücadeleyi seçecekti.
"Bu sene, Birinci Dünya Savaşı'nı bitiren mütarekenin yüzüncü yılı olarak anılıyor. Dünyada ilgili kurumlar araştırma, neşriyat ve toplantılar için hazırlıklarını tamamladılar bile. Ancak, I. Dünya Savaşı'nı en yoğun biçimde yaşayan, devlet ve millet hayatında en önemli değişikliği geçiren biziz. Hatırlamak ve itiraf etmek istemesek dahi; hâlâ bu uzun savaşın getirdiği kayıpların ve değişikliklerin etkileri ile boğuşuyoruz. Biz bu uzun savaşa aslında 1912'de Balkanlar'da başladık ve 1922'de Mudanya'da tamamladık. Tarihimiz ve talihimiz nedeniyle II. Dünya Savaşı'na katılmadık. Birinci Cihan Savaşı biz Türklerin en çok bilmemiz gereken bir dönemdir. Tarihin yakasına yapışıp hesap soran uluslar pek sıhhatli sayılmazlar. Zira böyle toplumlar aslında tarihi incelemek ve anlamakta fevkalade ilgisiz ve bilgisizdirler. Sadece az bilgiyle çok gürültü yaparlar." (İlber Ortaylı)
11 Kasım'da Almanya yenilmişti. Buna rağmen daha mütareke gününden başlayarak Almanya'da muhafazakar çevreler "ordunun gerçekte yenilmediğini, yenilginin Berlin'deki politikacıların beceriksizliğinden ileri geldiğini" yaydılar. Bu gürültüye bir müddet sonra faciayı "komünistlerin ve Yahudilerin hazırladığını" haykıranlar da katıldı. Alman orduları Rusların donanımsız ve eğitimsiz ordularına karşı daha başlangıçta kazandıkları Tannenberg zaferinin sarhoşuydu. Marne ve Verdun'daki Fransa'yı ve Britanya İmparatorluğu'nun üstünlüğünü kabul etmek istemiyorlardı. Yakın gelecekte II. Dünya Savaşı'nı patlatacak yeni Alman politikacılar "her şeyden önce içerideki temizlik" gibi tehlikeli bir maceraya bütün halkı sürükledi.