Fatih’in İstanbul’u ‘ilim yuvası’ haline getirdiği 3 medrese
Fatih, İstanbul'u fethinin ardından şehri ihya etme konusuna eğilmiş; şehri bilim, kültür ve sanat merkezi yapma çalışmalarına hızlı bir şekilde başlamıştı. İlk olarak medreselerin kurulması gerekiyordu. Bu uğurda büyük çaba gösteren Fatih, emellerini gerçekleştirme imkanı bulmuş ve ardından Ayasofya Medresesinde, kendisi için bir oda istemişti. Ancak Cihan Sultanı, "öğrenci ya da müderris olmadığı" gerekçesiyle reddedilmiş; onun bu isteği, müderrisler önünde başarılı bir sınavdan geçtikten sonra yerine getirilmişti… Doğumunun 587'nci yılında Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u "ilim yuvası" haline getirdiği 3 medreseyi sizlerle buluşturuyoruz.
Giriş Tarihi: 30.03.2019
10:12
Güncelleme Tarihi: 30.03.2019
10:14
FATİH'İN ŞEHRİ İLİM YUVASINA DÖNÜŞÜYOR
Fatih Sultan Mehmet, fethin hemen ardından, İstanbul'daki 8 kiliseyi medreseye çevirmiş, bunlara Bursa Muradiye müderrisi Mevlânâ Alâettin Tûsî'yi, Bursalı Hocazâde'yi, Mevlâna Abdülkerim'i ve daha birçok âlimi atamıştı.
Tusî'nin medresesi, bugünkü Zeyrek Camii olan Pantakrator Manastırı'ydı. 40 talebenin olduğu bu manastırda, düzenli bir eğitim ve öğretim yapmak ise, mümkün değildi. Ayrıca, bilimsever bir hükümdar olan Fatih, Osmanlı Devletine yakışır, önemli ve ciddi öğretim kurumları yapmak istiyordu.
Aynı zamanda, büyüyen ve gelişen devletin iyi öğrenim görmüş kimselere olan ihtiyacı da artıyordu.
Böylece, 1463-1471 arasında bir cami ve iki yanında medreselerle, bir muallimhane, ilkokul, kütüphane, imaret ve aşevi, iki hamam, darüşşifanın da içinde olduğu bir Fatih Külliyesi inşa edildi.
Bazı tarihçiler Fatih devri İstanbul'unda üç medrese kurulduğundan ve bunların Ayasofya Medresesi, Zeyrek Medresesi ve Sahn-ı Seman (Fatih) Medresesi olduğundan bahsederler.
Külliyeyi oluşturan yapılar arasında en çok önem verilen birim, medreseler ve burada görev yapanlardı.
SULTAN, MEZUN OLAN ÖĞRENCİLERİ TAKİP EDERDİ
Ayasofya'nın ilk müderrisi Molla Hüsrev'di. Talebeleri onu evinden alır, ata bindirir; kendileri de etrafında yürüyerek medreseye getirirler ve evine de böyle götürürlerdi. Dürer ve Gurer adındaki meşhur fıkıh kitaplarının sahibi de oydu.
Rivayete göre Fatih, medreselerinden mezun olan öğrencileri izlerdi. Bu amaçla onların adlarını, durumlarını, aldıkları görevleri yazdığı bir defteri vardı. Bazen sınav heyetlerine başkanlık da ederdi. Bunlar bize Fatih'in kendi külliyesine çok yakından ilgi gösterdiğini kanıtlıyor.
FATİH, SINAVA TABİ TUTULUYOR
Başka bir rivayete göre de Fatih, medreselerinde kendisine bir oda istemişti. Müderrisler bu isteği incelemişler, "öğrenci ya da müderris olmadığı" gerekçesiyle reddetmişlerdi.
Fatih'in bu isteği ancak, müderrisler önünde başarılı bir sınavdan geçtikten sonra yerine getirilmişti.
Osmanlı uleması, matematik öğrenimi için Semerkant'a giderdi. Fatih'in teşvik ve çabaları ile İstanbul, bir bilim merkezi olarak gelişmiş, Türk ve İslam dünyasından bilginleri kendisine çekmeyi başarmıştı. Onlardan biri de, Türkistan'dan İstanbul'a gelen, astronomi ve matematik bilgini Ali Kuşçu'ydu.
MÜDERRİSLER EN YÜKSEK RÜTBELERE SAHİPLERDİ
Medreselerde çalışan ilim adamlarının ücretleri, yüksek olduğu gibi; onlara en üst seviyede saygı gösterilirdi. Fatih Sultan Mehmet'e isnad edilen ve ulemanın protokoldeki yerlerini ve maaşlarını gösteren "Kanunnâme-i Âl-i Osman" da şu bilgiye rastlanır:
"Sahn mollaları mevleviyettedir. Onlar cümle sancak beylerine tasaddur ederler."
Bu cümlede geçen mevleviyet, o dönemde müderrislere verilen bir rütbeydi ve onların tüm sancak beylerinden önce geldiği anlamını taşırdı.
En yüksek ücret, medreselerde eğitim veren müderrislere veriliyordu. Ayrıca Ali Kuşçu'nun o dönem günde 200 akçe ile Ayasofya Medresesine müderris tayin olması, müderrisliğe verilen maddî ve manevî değerin çok yüksek olduğunu gösteriyor.