Hoşgörü ve bilgeliğin kendine ait içgüdüsüyle Anadolu
Bereketli toprakları, hoşgörülü halkıyla kendisinden çok uzaktaki ülkelerde bile adı olan bir medeniyet. Güneş ülkesi Anatolia. Yani bizim Anadolumuz. Üzerindeki devletler yıkıldıkça yok olan değil, biriken, birbirine eklenerek koskoca medeniyetin adı olan Anadolumuz. Belki de ışığıyla var olan güneşe benzetilmesinin arka planındaki ufacık detay Anadolu'ya ne kadar da yakışmıştı. Işık ölümsüzdü, aydınlatır ve ısıtırdı. Binlerce asırlık varlığında kimler onunla varlığını sürdürdü? Ondan aldığı ilhamlarla kimler karanlıkları aydınlattı? Sizler için derledik.
Anadolu'nun öyle bir havası vardı ki, dünyanın en vahşi orduları topraklarına gelince güçlü ama insancıl devletler kurardı. Anadolu topraklarındaki insanlar bilgi birikimleriyle, erdem ve duygu yüklü olmalarıyla mavi gezegendeki tüm topraklardan farklılık gösteriyordu. İleri düşünceleri binlerce yıl öncesinde en saf haliyle benimsedi, sadeliğin güzelliğinde büyük kültürlere ev sahipliği yaptı. Kısacası, Anadolu'nun kendine ait bir hoşgörüsü, bilgeliği, insanca yaşama ve yaşatma içgüdüsü vardı.
Peygamberlerin de mekanıdır Anadolu. Nuh Peygamber'in gemisi Cudi Dağı'nın zirvesindedir. Hz. İbrahim en büyük mucizelerini Urfa'da gerçekleştirmiştir. Aynı bölgede birçok peygamber kabri, Ashab-ı Kehf'in sığındığı mağara bu toprakların geleceğe bıraktığı kutsal emanetlerdir. Daha birçok kutsal yer, kutsal insan bu topraklardan gelip geçmiştir.
"Nasıl ki bitkiler yaşayabilecekleri doğada çoğalırlarsa, uygarlıklar da kendilerine uygun coğrafyalarda gelişirler." Bu nedenle Anadolu coğrafyasında eski dünyanın en büyük medeniyetlerinin bulunması tesadüf değildir.
Yıllarca Yunan uygarlığı diye dinlediğimiz Batı Anadolu'nun medeniyet zirvesindeki insanlar da bu toprağın insanıdır. Homeros, Herodot, Thales, Pisagor, hatta Hipokrat bu topraklardan beslendi. Diyojen, elinde feneriyle Karadeniz'in hırçın dalgalarına bakarak kurduğu derin felsefe yine bu topraklardaydı.
Anadolu, insanlık için de büyük bir vaha olmayı teşkil eder. Zulümden kaçan insanların kendilerini bulabilmek için geldikleri bir "soluklanma ülkesi" niteliğini de göz önünde tutmak gerekir. Asırlar önce Roma zulmünden kaçan Meryem Ana, Engizisyondan kaçan Yahudiler, İkinci Dünya Savaşı'nda faşist yönetimlerden kaçanlar, Rusya'da Stalin zulmünden kaçanlar, Balkanlardan gelen Boşnaklar yıllar boyunca bu toprakların merhametine sığındı, bu topraklardan rızkını kazandı. Günümüzde de hala mazlumun yanında olduğu hoşgörüsünü kaybetmedi.
Anadolu topraklarında bilinen ilk büyük devlet Hititlerdi. İnsan kemiklerinden tepeler yapıp bununla övünen Mısır'ın vahşetine karşın Hititler, Anadolu'da insancıl bir devlet anlayışı ile yaşıyorlardı. Konunun en büyük örneği de fethettikleri topraklarda halkların yaşadıkları dinlere karışmamalarıydı. Hatta halk, başkentleri Hattuşaş'a " Bin tanrılı kent" adını vermişlerdi.
Milattan önce 2000 yıllarının sonlarında, boğazlar üzerinden Anadolu'ya olan deniz kavimleri göçleri köklü değişikliklere neden oldu. Anadolu'nun büyük bir bölümüne egemen olan Hitit İmparatorluğu tarih sahnesinden silindi.