Kitaplara giydirilen zarafet: Osmanlı'da cilt sanatı
Arapça "deri" manasına gelen "cilt" , tarih boyunca kitapları koruyan ve iç güzelliğini yansıtan bir örtü olmanın yanında, mücellitlerin elinde en güzel şekilde işlenen bir sanat eseri haline dönüştü. Türklerin İslam'a geçmesiyle birlikte daha da gelişen cilt sanatı, en mükemmel çağını Osmanlı döneminde yaşadı. İşte Osmanlı'da asırlar boyunca farklılık gösteren, kitaba verilen önemin en canlı örneği cilt sanatı hakkında ayrıntılar...
Bir mecmua veya kitabın yapraklarını dağılmadan ve sırası bozulmadan bir arada tutabilmek için yapılan koruyucu kapağa cilt adı verilmektedir. Arapça "deri" anlamına gelen bu ismin, genellikle ciltlerin bu işe en uygun malzeme olan deriden yapılmaları sebebiyle verildiği bilinmekteydi.
Ciltçilik, tomar (rulo) şeklinde olan kitapların yerini Romalılar devrinde yaprakları dikdörtgen biçiminde kesilmiş kodeksin (mushaf) almasıyla ortaya çıktı. Ele geçmiş en eski cilt kapakları IV. yüzyıla ait olup papirüs üzerine sade ve gösterişsiz bir şekilde meşin kaplanarak yapıldı.
Yazma eserler hakkında bilmeniz gereken 20 terim
Fikriyat'ın değerli yazarı Uğur Derman'ın hat sanatı ile ilgili yazılarına ulaşmak için tıklayınız.
İslam cilt sanatına dair bilinen en eski örneklerin Mısır ve Tunus'ta Tolunoğulları (868-905) dönemine ait olduğu tahmin edilmektedir. 10-13. yüzyıllar arasında yapılan bütün İslâm ciltleri arasında büyük benzerlikler görüldü; bu durum 14. yüzyılda da kısmen devam etti.
Türklerin İslâmiyet'e geçmeye başlamalarıyla birlikte cilt sanatı da büyük bir gelişim göstermişti. Müslümanların vahiy ekseni etrafında kitaba ve yazıya mukaddes bir önem atfetmeleri, ilâhi kelâm olan Kur'an-ı Kerim'in kitap haline getirilerek tüm insanlığa ulaştırılması ihtiyacını belirlemişti. İşte bu anlayış ilâhi kelâmın en güzel şekilde yazılmasını telkin ederek, hüsn-ü hat sanatının; en güzel şekilde tezyin edilmesini telkin ederek de, tezhip ve cilt sanatının oluşmasına zemin hazırlamıştı.
Müslüman sanatkârlar, İslam coğrafyasındaki ilmî hareketlilik içerisinde, yazmaların kapaklarına mücerred bir medeniyet nakşetmişlerdi. Bu durum Taşkent, Buhara, Herat, Semerkant, Tebriz, İsfahan, Bağdat, Şam, Mekke, Medine, Kahire, Endülüs, İstanbul gibi ilim merkezlerinde farklı yüzyıllarda meydana gelmiş muhtelif üslûplarla karşımıza çıkar. Hatayî ,Herat (Herat, Şiraz, İsfahan), Arap ( Halep, El-Cezire), Rumî (Selçuk), Memlûk (Mısır), Türk (Diyarbakır, Bursa, İstanbul), Magrıbi (İspanya, Fas), Lâke (İran, Hint) belli başlı cilt üslupları olarak kaynaklarda geçmektedir. Uygurlar, Emeviler, Abbasiler ve Memlükler'den sonra, Selçuklularla Anadolu'ya intikal eden cilt sanatı gelişimini her geçen zaman diliminde sürdürmüştü.
Geçmişin temaşası: Kaybolan Osmanlı meslekleri
Selçuklular sanat alanındaki başarılarını ciltçilikte de gösterdiler. 11. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya hâkim olan Selçuklular, burada 11 ve 13. yüzyıllarda çok güzel ciltler meydana getirmişlerdir. Osmanlı ciltçiliğine başlangıç olarak kabul edilen Anadolu Selçuklu ciltçiliğinin en erken örneği 12. yüzyıl sonlarına aitti. Kahverengi deriden yapılan Selçuklu ciltlerinde, genellikle yuvarlak şemse içinde Rumilerden oluşan kompozisyonlar görülüyordu. Rûmî denilen Anadolu Selçuklu cilt üslûbu, 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Memlükler'de, 14. yüzyıldan itibaren de İlhanlılar'da ve Karamanoğulları başta olmak üzere Anadolu beyliklerinde devam etmiş ve aynı zamanda Osmanlı cilt sanatına geçişi de sağlamıştı.
Tüm cihana hükmeden Osmanlı padişahlarının bilinmeyen meslekleri
15. yüzyıl, Anadolu Selçuklu cildinden Osmanlı cildine geçiş devriydi. Türk cilt sanatı, en mükemmel çağını Osmanlı döneminde yaşamıştı. Bu dönemde özellikle İstanbul'un fethiyle birlikte, Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul merkezli olarak tüm Osmanlı muhitlerinde başlatılan kültürel ve sanatsal açılımlar önem arz ediyordu. 16. yüzyıldan itibaren klasik Osmanlı ciltçiliği Türk ve İslâm cilt sanatının en büyük temsilcisi oldu ve bu durum 20. yüzyıla kadar sürdü.