‘Modernlik’ adı altında geleneğin reddi
Modern aslında klasikten beslenir. Moderniteyi ortaya çıkaran Batı, moderni geleneğin içinden "farklı bir yeni çıkarmak" olarak değerlendirdi ve böylelikle kendi klasiklerini sürekli yenileyerek, yeni biçimlerde üreterek geçmişiyle bir kopukluğun oluşmasına izin vermedi. Hatta gerektiğinde geleneğini icat ederek, kendi tarihi kültür ve kimliğini eski Yunan'a kadar bağladı. Türkiye'de ise modernlik, ne yazık ki uzun bir süre gelenekselin reddi olarak anlaşıldı…
Giriş Tarihi: 21.01.2019
12:50
Güncelleme Tarihi: 21.01.2019
12:58
TÜRKİYE’DE ‘MODERNLİK’ NASIL ALGILANDI?
Geçmişten ve geçmişin tecrübelerinin bugüne uzantısı olan gelenekten kopma ısrarı, bazen ağır kişilik tahribatını da beraberinde getirdi. Son 100 hatta 200 yıllık süreçte bu toprakların kodlarına işlemiş olan pek çok kurum değişime, görünmez olmaya ya da ortadan kalkmaya zorlandı.
Yeni eğilimler, kanunlar, kurallar, fiilî uygulamalar, politikalarla kültürümüzün kodlarını teşkil eden bu gelenekler ortadan kalkmış gibi görünse de aslında çoğu sadece görünürlükten kalktılar; belki yer altına indiler ama toplumun bağrında gizlendiler.
Zamanı gelince yeniden yüzeye çıkmak üzere…
ESKİ BİR YÖNTEM BİLİM: MEDRESE GELENEĞİ
Eski dönemlerimizin eğitim kurumları olan medreseler bize uzun yıllar şu imajla yansıtıldı: "Sarıklı, kara sakallı, çirkin bir hocanın elinde sopa ile yerde diz çökmüş öğrencilere 'kargacık-burgacık' yazılar talim ettiği, anlamsız kelimeleri ezberlettiği, son derece köhne ve ilkel bir eğitim kurumu." Oysa son dönemlerinde sorunlu olsalar da medreseler hem Türkiye hem İslam dünyasının beyni olarak görev yapmıştı.
İslam düşünce tarihinde köklü bir gelenek olan medrese geleneği tarihimizde ilk olarak Karahanlılar ile başladı ve aynı dönemde tesis edilen öğrenci bursluluk sisteminin de etkisiyle kısa sürede kurumsallaşarak Anadolu topraklarında eğitimin temeli hâline geldi. Sadece dinî ilimlere mahsus olmayan içinde beşeri ve pozitif bilimleri de kapsayan medrese geleneği esasında her şeyden önce kendine has bir eğitim-öğretim sistemi, bir yöntembilim ve müfredat demekti.
İHYA ETMEK YERİNE KAPATTILAR
Uzun süre zirve beyinler yetiştiren, İslâm kültür ve medeniyetinin gelişiminde önemli bir yapı taşı olan ve mantık eğitimine büyük önem veren medrese sistemi zamanla örselenip eleştirilere maruz kaldı.
Osmanlı'nın sonunda yozlaşarak sıkıntıya neden olan medreselerin ihya edilmek yerine 1924'te kapatılması da Türkiye'de din ilimlerinde büyük bir boşluğa yol açtı. Önceleri devlet güdümlü bir müfredata zorlanan medreselere bir süre sonra "Tevhid-i Tedrisat Kanunu" ile tamamen sırt dönülerek ciddi bir tırpan vuruldu ve bu önemli geleneksel eğitim sistemi tamamen ortadan kaldırılmak istendi.
İlim irfan sahibi insanları tanımlayan "mektep medrese görmek" deyimine ilham veren medreseler aleyhlerine propaganda yapılan uzun bir dönem boyunca "kara cehalet" ile özdeşleştirilmekten kurtulamadı. Yerlerine açılan ilahiyat fakültelerini Ali Fuat Başgil şöyle eleştiriyordu: "İlahiyat fakültesi din âliminden çok din tenkitçisi yetiştirir."
Devletin yeni paradigması resmî olarak medreseleri ortadan kaldırmış olsa da özellikle dinî eğitim açısından resmî yeni okulları yetersiz gören mütedeyyin kesimler medrese geleneğini gayrı resmî olarak yaşattı. Özellikle resmî ideolojinin daha zor nüfuz ettiği doğu vilayetlerinde Siirt, Nurşin ve Tillo'da medrese geleneği sadece dinî ilimler kapsamında günümüze dek yaşatıldı.
ÖZ SANATIMIZ HOR GÖRÜLÜRKEN ‘GELENEKLİ SANATLAR’
Hat, tezhip, kat'ı, çini, minyatür, ebru, ciltçilik, dokumacılık, bakırcılık, keçecilik, kanaviçe, halıcılık, ipekçilik, çömlekçilik gibi sanat ve zanaatlar toplumumuzun geçmiş dönemlerinde artık gelenek oluşturacak kadar damga vurdular. Öyle ki bu sanatların baş tacı olan hat sanatının geleneğimizde ulaştığı seviyeye işaret olarak "Kur'an Mekke'de nazil oldu, Kahire'de okundu, İstanbul'da yazıldı" gibi vecizeler dillere pelesenk oldu.
Ne var ki, kimisi zamanın getirdiği yeni teknik ve ihtiyaçların değişmesiyle doğal olarak, kimisi ise kültürel siyasi tercihler nedeniyle ihmal ya da göz ardı edildiler. Sayıları 300'ü bulan geleneksel sanat ve el sanatlarımız içinde ekonomik değerini kaybedenlerin çoğu çoktan yok olup gitti bile.
BİR AVUÇ SANATKÂRIN ELİNDE YAŞATILMAYA ÇALIŞILDI
Hat başta olmak üzere sanat boyutu olanlar ise yakın geçmişte özellikle resmî ideoloji ve toplumun ideolojik bir kesimi tarafından özellikle hor görüldü ya da inkâr edildi. Bilhassa 1980'lere kadar ekonomik değerini kaybetmemiş çini ve halıcılık dışında geleneksel ya da gelenekli sanatlarımızın tamamı bir avuç geçmişe saygılı ustanın, kültür aşığının, meraklının gayret ve himmetleriyle icra edildi, toplanıldı ve yaşatılmaya çalışıldı.
Tüm reddiye ve ihmallere rağmen klasik sanatlarımız az sayıdaki gönül ve estetik ehli vasıtasıyla unutulmamakta direndi. 1970 ve 80'lerde bir kıpırdama içine giren geleneksel estetik değerlerimiz 90'lı yıllardan sonra hızlı bir yükselişe geçti. Bugün özellikle hat, tezhip, minyatür, çini, ebru gibi sanatlar oldukça revaçta ve binlerce kişi tarafından icra ediliyor. Uzun lafın kısası gelenekli sanatlar direndikçe kazanıyor.