Müslüman alimler ‘ilmi’ hangi amaçla kullandılar?
Avrupa'nın Orta Çağ karanlığını yaşadığı dönemde, Müslüman âlimlerin yenilik ve araştırmalarında en dikkat çeken şey, onların bilgiye duyduğu muazzam açlıktı. "İlim için ilim" anlayışından ziyade, çoğunlukla bilgiyi deneysel uygulamaları ve insanların hayat kalitesini artırmak için kullandılar. Bu yaklaşımın bir de Resul-i Ekrem (sav) tarafından işaret edilen manevi tetikleyicisi bulunuyordu: "Bir insan öldüğünde, amel defteri üç şey haricinde kapanır: Sadaka-i cariye, insanlara faydası devam eden ilim ve ardından dua eden hayırlı evlat."
Giriş Tarihi: 23.12.2018
10:56
Güncelleme Tarihi: 23.12.2018
11:08
TEORİLERİNİ DENEYLE DOĞRULAYAN İLK ÂLİM
Bu anlayışın özünde doğrudan gözlem fikri yatıyordu. Bir şeyin işleyişini anlamak için kendi gözünüzle görmeniz gerekiyordu ve ancak bundan sonra yazabilirdiniz.
10'uncu yüzyılda yaşayan İbnü'l Heysem, deneylerini tamamen karanlık bir odada yapıyordu. Tarihte teorilerini deney yaparak doğrulayan ilk kişiler arasında yer alan İbnü'l Heysem, bilimsel yönetimin kilometre taşlarından birini koymuştu.
“ARAPÇA ÖĞRENDİĞİM NE VARSA LATİNCE YAZACAĞIM”
Bilgiye susamışlık adeta bulaşıcı bir hastalık gibi okyanusun karşı kıyısındaki gayrimüslimlere kadar ulaşıyor, onlar da toplu halde bilgiye yönelerek Müslüman bilim insanlarının yaptığı deneylerden faydalanıyor ve ansiklopediler dolusu bilgiyi özümsüyorlardı.
1140 yılında Norfolk'ta küçük bir köyde doğan ve bilgiyi aramak için yollara düşen İngiliz rahip ve bilgin Morleyli Daniel, Müslüman bilgisine karşı açık görüşlü, dışa dönük ve ilerici Avrupalılara yalnızca bir örnekti.
Daniel büyük ihtimalle, Veliaht Prens II. Henry'ye yazdığı mektupta şu sözleri sarf eden Batılı Adelard'ın öğrencisiydi:
"Öyle görünüyor ki siz hem Latin eserlerinde yer alan bilgileri dikkatle okuyup inceliyor hem de… Arapların küre ve gezegenlerin yörüngeleri ve hareketleri hakkındaki ilgili görüşlerini anlamak istiyorsunuz. Zira siz diyorsunuz ki bu dünya konağında doğup büyüyüp kimse, böylesi harikulade bir güzelliğin hikmetini merak edip araştırmıyorsa, o konağa layık değildir ve oradan atılması lazım gelir… Binaenaleyh, bu dünya ve bölümleri hakkında Arapça öğrendiğim her ne varsa Latince olarak yazacağım."
AVRUPALILAR EĞİTİM İÇİN DOĞUYA GİDİYORLARDI
Daniel, eğitimi ilerletebilmek için çağdaşı olan birçok genç öğrenci gibi anavatanı İngiltere'den ayrılarak Doğuya gider, ancak öncesinde Paris'te bulunan üniversiteye uğrar. Buradaki üniversiteyi oldukça bozulmuş ve can çekişir halde bulan Daniel, buradan hemen ayrılırken şu tespitte bulunur:
"Buradaki (Paris) öğretmenler o kadar cahiller ki, tek yaptıkları heykel gibi öylece durmak ve sessiz kalarak kendilerine bir şey biliyormuş süsü vermek."
Peki, nereye gitti? Yine kendi ağzından dinleyelim: "…Bugünlerde Toledo'da Arap öğretileri pek rağbet gördüğünden dünyanın en bilge feylesoflarını dinlemek için oraya doğru yola koyuldum."
12'inci yüzyılda Toledo'da en az üç kültür yan yana yaşıyordu: Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanlar. Herkesin tek bir arzuyu, yani öğrenme arzusunu paylaştığı, kültürel zenginliğin hâkim olduğu bir dönemdi. Farklı kültürlerin bu şekilde bir arada yaşaması ve çalışmasını, bugün İspanyolcadaki convivencia kelimesi ifade eder.
BİLGİ MÜSLÜMANLARIN ELİNDEYDİ
Avrupalı din adamları için asıl heyecan verici olan şey, 1085 yılındaki Toledo'da bulunan bilgi zenginliğiydi. Bunun öncesinde ellerinde Yunanca metinlerden parçalar bulunuyordu ve bunların çoğu da sahteydi.
Şimdiyse yıllardır özlem duydukları bilgi ve metinlerin Müslümanların elinde olduğunu duymaktaydılar, üstelik bu bilgiler klasik Yunan ile sınırlı da değildi.
Müslüman âlimler, 500 yılı aşkın süre boyunca bu eserleri incelemiş, yeniden oluşturmuş ve önemli ölçüde geliştirmişti.
ARAPÇADAN LATİNCEYE İLK TERCÜME 12’İNCİ YÜZYILDA GERÇEKLEŞTİ
Bilim tarihinde Arapçadan Latinceye en büyük tercüme hareketi 12'inci yüzyılda Toledo'da gerçekleşmiş ve Hristiyan Batı dünyasındaki tüm samimi âlim ve tercümanları buraya çekmişti.
Yunanlı felsefeci ve matematikçilere ait olan, ancak Batıda kaybolmuş önemli eserler Müslümanlar tarafından kurtarılmış ve geliştirilmiş olarak Toledo'da ortaya çıkmaya başlamıştı.
Batıda "Averroes" olarak tanınan İbn Rüşd'ün Aristoteles'e yazdığı eleştiri ve şerh, Rönesans'ın başlamasından tam 200 yıl önce Avrupa'nın yeniden doğuşunun gerçek başlangıcı olmuştu.