Tek partili rejimin basın yasağı: Takrir-i Sükun
Bundan 94 yıl önce bugün, tek partili rejim döneminde "muhalefetin ve İstanbul'daki muhalif basının cumhuriyete karşı bir tertip içerisinde olduğu" düşüncesiyle bir kanun çıkarıldı: Takrir-i Sükun. Kanunun yürürlüğe girmesiyle, muhalif basının yanı sıra, Milli Mücadelenin en büyük destekçileri olan gazeteler de kapatıldı. İstiklal Mahkemesi'nde birçok gazetecinin yargılandığı bu süreçte, bazı isimler sürgün veya hapis cezaları aldı.
Giriş Tarihi: 06.03.2019
15:49
Güncelleme Tarihi: 06.03.2019
15:52
Cumhuriyet tarihinin ilk basın yasağı olarak tarihe geçecek olan Takrir-i Sükûn Kanunu, 4 Mart 1925 tarihinde yürürlüğe girdi.
Muhalif basının yanı sıra, "Şeyh Sait isyanında rolü" olduğu gerekçesiyle dönemin hükümeti ile ilgili en ufak bir eleştiride bulunanlar, hatta bu yasakların "haksızlığı" ile ilgili yazılara yer verenler dahi bu kanundan nasibini aldı.
Başta Tevhid-i Efkâr, İstiklâl, Son Telgraf, Aydınlık, Sebilürreşad ve Orak Çekiç olmak üzere birçok gazete 94 yıl önce bugün, yani 6 Mart 1925'te kapatıldı.
TEK PARTİ REJİMİNİN BASKI KANUNU
4 Mart 1925 yılında yürürlüğe giren Takrir-i Sükûn Kanunu'nun ilk maddesi, "irtica ve isyana, ülkenin sosyal düzenini, huzur ve sükûnunu ve emniyet ve asayişini ihlale yönelen örgüt, kışkırtma, özendirme, girişim ve yayını hükümet, cumhurbaşkanının onayı ile doğrudan doğruya ve idareten yasaklamaya yetkilidir" hükmünü getirmişti.
Bu kanunda yer alan "kötü üne sahip olmak" , "ülkenin genel siyasetine aykırı yayın yapmamak" gibi kavramlarla basın kıskaç içine alınmış, muğlak ifadelerle bu kanundan yararlanılmaya çalışılmıştı.
Cezaların artırıldığı, teminatların yatırıldığı, gazete çıkarma izinlerinin oldukça sıkı kurallara bağlandığı bu dönemde, Takrir-i Sükûn'dan da faydalanılarak oldukça "totaliter" bir politika izlenmişti.
BİRÇOK DERGİ VE GAZETE KAPATILDI
Takrir-i Sükûn kanunu kabul edilir edilmez, ilk iş olarak iki İstiklâl Mahkemesi kuruldu ve meclisin onayını almadan, doğrudan idam kararlarının infazını gerçekleştirme yetkisi ile donatıldı.
Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle, Tevhid-i Efkâr, Son Telgraf, İstiklâl, Sebilürreşad, Aydınlık, Orak Çekiç, Tanin, Vatan, Sada-yı Hak (İzmir), Sayha (Adana), İstikbal (Trabzon), Kahkaha gazete ve dergileri kapatıldı.
Takrir-i Sükûn Kanunu ile basına yönelik bir susturma hareketi başlatılmış ve tüm muhalif basın organları ve kuruluşları, yasaklanmış veya kapatılmıştı.
MİLLİ MÜCADELEYE DESTEK VERENLER DE HEDEFTEYDİ!
Milli Mücadeleye destek veren gazetelerin kapatılmasını anlamak ise, elbette mümkün değildi. Velid Ebüzziya, Suphi Nuri, Eşref Edip, Ahmet Emin Yalman, Ahmet Şükrü'nün de içlerinde bulunduğu birçok gazeteci İstiklâl Mahkemesi'nde yargılanmış; Hüseyin Cahit, Cevat Şakir, Zekeriya Sertel gibi bazı yazarlar, sürgün ve 15 yıla kadar hapse mahkûm edilmişti.
Velid Ebüzziya, Kurtuluş Savaşı'nın başlarında Türk Matbuat Cemiyeti'nin başkanlığına getirilmişti. Hem sahibi olduğu Tevhid-i Efkâr gazetesindeki yayınlarıyla, hem de İstanbul'dan Anadolu'ya silah naklinde yaptığı yardımlarla, Milli Mücadeleyi maddi ve manevi olarak desteklemişti.
Faik Ahmet öncülüğünde Trabzon'da çıkan İstikbal gazetesi de, Takrir-i Sükûn'dan olumsuz etkilenen gazetelerden biriydi. İstikbal, Trabzon'da hatta bütün Karadeniz ve Doğu Anadolu'da halkın Milli Mücadeleyi desteklemesinde önemli bir rol oynamıştı. O döneme ilişkin, 1962 yılında yayınlanan Milliyet gazetesinin bir haberi, bunu şu şekilde teyit eder.
Milli Mücadele'yi destekleyen İstikbal gazetesinin 13 Aralık 1920 tarihli nüshası.
ÜZERİNDEKİ SUÇ İSNADINA KARŞILIK ‘HUKUK DERSİ’
İstiklâl Mahkemeleri'nde boy gösteren ilk isim Hüseyin Cahit Yalçın oldu. Ankara İstiklâl Mahkemesi'nde yargılanan Hüseyin Cahit'in, mahkemeye sevk edilmesine gerekçe gösterilen suçu ise, Tanin gazetesinde yer alan bir haberdi. O dönemde, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın merkezinde yapılan aramayı, Tanin Gazetesi'nde "baskın" olarak vermesi sebep gösterilmişti.
Bu suç isnadına karşı yaptığı savunmasında, "Hem eğer baskın kelimesi fena bir kelime ise, Terakkiperver Fırkası'nın benim aleyhimde ikame-i dava etmesi lazım gelirdi" diyerek mahkeme üyelerine hukuk dersi vermiş; ancak yine de muhkeme sonucunda Çorum'a sürgün edilmekten kurtulamamıştı. Birçok gazeteci de, "bir daha gazetecilik yapmayacağı sözü" vererek bu cezalardan sıyrılabilmeyi başarmıştı.