Fikriyat'ın 'Kırkambar'ından seçkiler - 2
Teoman Duralı'ya göre akıl nedir? Edebiyatımızda bestelenerek şarkılara dönüşen şiirlerimiz hangileridir? Çevremizde gelişen olayların gözümüzü yorduğu ve bizim, hayatın bütünsel akışıyla olan bağlarımızı güçlükle koruduğumuz dönemde, o bağlara canlılık veren şairimiz kimdir? Bilgi hazinenize yeni değerler katacak, bilgilendikçe sevineceğiniz Kırkambar seçkimizin ikinci dizisini sizler için derledik.
Teoman Duralı'ya göre akıl nedir?
Akıl, insanda duygulanma, idrak, anlama ile düşünme süreçlerini düzenlediğine ve nazarî/teorik bilginin üretilmesinde gündeme giren işlemleri ayarlayıp bağdaştırdığına inanılan en üst mercidir. Bu, akla ilişkin geniş tariftir. Buna karşılık, felsefe, daha dar anlamdaki bir aklı kendine esas alır. Felsefede akıl, düşünmeyi duygulanmalardan tecrîd ederek iş görür. Duygulanmalardan tecrîd olunmuş düşünmeler biçimseldirler. Nitekim Wilhelm Gottfried Leibniz'e (1646 - 1716) dayanarak duyguyu biçimselleştirilmemiş düşünce olarak da tarîf edebiliriz.
Fikriyat'ın 'Kırkambar'ından seçkiler dizisinin ilkini okumak için tıklayın.
Cahit Zarifoğlu, Yaşamak
Yaşamak Yeni Türkçe'deki hatıra türünün en yetkin örneklerinden biri olan Yaşamak, toplumsal olarak bir ışığa dönüştürmek istediğimiz acıya, bireysel bir dünyada aydınlık sağlar. Zarifoğlu, çevremizde gelişen olayların gözümüzü yorduğu ve bizim, hayatın bütünsel akışıyla olan bağlarımızı güçlükle koruduğumuz dönemde, o bağlara canlılık veren birkaç şairimizden biridir. Yaşamak, şiirindeki derinliğin yol açtığı açılım getiren ve şaire ait iç dünyanın zenginliğini gözler önüne seren bir eserdir. Şair, yaşamayı varlık ve oluşun özüne dokunan bir derinlik içinde algıladığı ve arka planındaki hikmetle anlaşarak yaşadığı için, aynı hikmetin onun anlatımında parıldaması pek tabiidir.
Özdemir Asaf – Lavinia
Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
– Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Münir Nurettin Selçuk – Ne Doğan Güne Hükmüm Geçer dinlemek için tıklayın.
Abdülhamid'in emriyle Osmanlı'da açılan ilk yetimhane
Osmanlı'da yetim, yoksul çocukların sayısı bir hayli fazlaydı. Bu durum "ıslahhâne tarzında" yeni bir kurumun açılmasını zorunlu kılıyordu. Bu çocukların himaye edilmeleri ve iyi birer insan olarak yetiştirilmeleri için İstanbul'un yanı sıra Anadolu'nun farklı vilayetlerinde ıslahhaneler, Daru'l-Hayri Âlî, Daru'l-Eytamlar, Darulaceze, Himaye-i Etfal gibi çeşitli kurumlar farklı vilayetlerinde kurulmuş ve faaliyetlerde bulunulmuştur. Din farkı gözetilmeksizin on üç yaşından büyük olmayan yetim ve öksüz çocuklarla anne veya babasından biri hayatta olduğu halde fakir olan çocuklar ıslahhânelere öğrenci olarak alınıyordu. Çocuklar kendi dinlerinden olan öğretmenlerden ders alacaklardı. Öğretilmesi öngörülen meslekler ise terzilik, kunduracılık, debbâğlık ve dokumacılıktı.
Dârülhayr-ı Âli, Vezneciler'de Zeynep Hanım Konağı'nda 1903 yılında kurulmuştur. Kuruluş amacının, İstanbul'da yaşayan bazı gençlerin geçimlerini sağlamaları için bir işe sahip olmadıkları ve bazı Müslüman çocukların sefil bir halde kalmaları padişah nezdinde hoş karşılanmadığını ifade edilmiştir. Bu tarz geçlerin ahlaki ve ilmi değerlere haiz olabilmeleri için bu mektepte terbiye ve ıslah edilmeleri ile sanayi eğitimi alarak iş güç sahibi olmaları hedeflenmiştir.