Bugün ise Deyr ez-Zor bambaşka bir askeri dinamikle anılıyor. Bir yandan çoğunluğunu PYD'nin oluşturduğu ABD destekli güçler, diğer yandan ise Rusya'nın desteklediği Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri, hem hidrokarbon kaynakları hem de Irak sınırını kontrol etmek için ciddi bir yarış içinde. Açıkçası bu yarış, halihazırda Suriye'de çatışmanın yayılması riskini en çok yükselten faktör.
DEYR EZ-ZOR DERSLERİ
Baas rejimine bağlı güçlerin Deyr ez-Zor'daki harekatının yakından izlenmesi ve değerlendirilmesi, hem Türkiye hem de bölge devletleri açısından kritik önem taşıyor. Zira buradan elde edilecek askeri istihbarat bulguları, geleceğin Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri'nin muharip yeteneklerinin, doktrininin ve çatışmaya taktik yaklaşımının anlaşılmasında büyük rol oynayacak.
Rejim iki koldan ilerliyor
Deyr ez-Zor'daki harekât planı kapsamında, rejimin şehre iki koldan ilerlediği anlaşılıyor. Başarılı bir yarma harekâtıyla kuşatma altındaki 137. tugay üssü ile ilk teması da sağlayan ve DEAŞ unsurlarına kuzeyden taarruz eden birlik, elit Cumhuriyet Muhafızları'nın 104. tugayı. Başında da rejimin önde gelen generallerinden İsam Zahreddin bulunuyor. Bu noktada önemli bir anektod olarak, Beşşar Esed'in de sembolik olarak Cumhuriyet Muhafızları'nda görev yaptığını not etmeliyiz. Güneyde ise yarma harekâtına doğrudan katılmayan General Süheyl el-Hasan komutasındaki Kaplan Kuvvetleri bulunuyor. General Süheyl el-Hasan Suriye Hava Kuvvetleri İstihbaratı'ndan gelen ve varil bombaları ve kimyasal harp ajanları kullanımından ötürü Batılı yaptırım listelerinde adı ilk sıralarda olan bir asker.
PARAMİLİTER UNSURLAR TARAFINDAN YÜRÜTÜLÜYOR
Rejim taarruzunun önemli bir kısmı da paramiliter unsurlar tarafından yürütülüyor. Bahse konu paramiliter unsurlar arasında öne çıkan iki grup var: Lübnan Hizbullahı ve 'Çöl Şahinleri Tugayı'. Açık kaynaklı istihbarat verileri, 2017 başından itibaren Deyr ez-Zor çevresinde yoğun Lübnan Hizbullahı hareketliliği rapor ediyor. 'Çöl Şahinleri Tugayı'nın harekâta iştiraki ise rejimin Deyr ez-Zor'daki hidrokarbon zenginlikleriyle ilgili planlarına dair önemli bir fikir veriyor. Zira kâğıt üzerinde 5. kolorduya bağlı olsa da, esas olarak müstakil olan bu paramiliter grup, Esed'e yakın bir işadamı olan Ayman Jabir tarafından finanse ediliyor.
Açıkçası, Baas kuvvetlerinin son yıllarda benimsediği, düzenli ve gayrinizami birlikleri entegre biçimde kullanmaya yönelik hibrit harp stratejisinin, sadece mevcut çatışma ortamıyla sınırlı kalmayacağı söylenebilir. Zira rejimin söz konusu hareket tarzından ciddi fayda sağladığı görülüyor. Ayrıca silahlı kuvvetlerinin yeniden yapılanması için referans olarak alabileceği Rusya ve İran da benzer konseptleri kullanıyor.
TEHLİKELİ GELİŞMELER
Deyr ez-Zor 'da eşzamanlı olarak icra edilen iki askeri harekâtla ilgili bilmemiz gereken husus, ABD ve Rusya destekli bu operasyonların hedeflerinde DEAŞ olsa da, jeostratejik olarak birbirlerine karşı planlanmış oldukları gerçeği. Buradaki temel amaç ise Suriye-Irak sınırını kontrol altına almak ve hidrokarbon kaynaklarına hâkim olmak. Bu nedenle ABD'nin Baas rejimi unsurlarını, Rusya'nın ise YPG'yi hedef alma ihtimali, bu bölgedeki çatışmalar açısından hayli yüksek. Nitekim daha önce de vuku bulmuştu.
Türkiye açısından operasyonel düzeyde ve kısa vadede bir 'iyi seçenek' olduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor. Zira Rakka'nın yeniden yapılandırılmasında kentin çatışma öncesi demografik yapısının esas alınacağı söylense de, ele geçirdiği bölgelerde zorunlu nüfus hareketleri üzerinden PYD'nin etnik temizlik girişimlerinde bulunduğu, bazı uluslararası gözlemciler tarafından dile getirilen bir gerçek. Dolayısıyla PYD'nin Deyr ez-Zor'daki hidrokarbon kaynaklarına ilişkin –Kuzey Irak'ta Barzani'nin Kerkük'e bakışını andıran biçimde– 'otonominin ve ayrılıkçı hayallerin finansman kaynağı' temelinde fırsatçı bir anlayış geliştirmesi kuvvetle muhtemel.
HİDROKARBON KAYNAKLARI
Deyr ez-Zor'da bulunan hidrokarbon kaynaklarının Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri tarafından kontrol edilmesi durumunda ise ne olacağı gayet açık. Bu kaynaklar asla yerlerinden edilmiş Suriyelilerin evlerine dönmeleri ve hayatlarını yeniden kurmaları için geniş bir toplumsal uzlaşı zemininde kullanılmayacak. Söz konusu kaynaklar, harekâta katılan paramiliter unsurları finanse eden Esed'e yakın işadamlarına tahsis edilecek. Böylelikle, yıllardır süregelen Baas Partisi'nin elitleri, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri'nin ayrıcalıklı birliklerinin komutanları ve Esed ailesine yakın burjuvazi üçgeninde, ülkenin kaynakları üzerindeki nepotist hâkimiyet de sürdürülmüş olacak. Zaten harekât devam ederken General İsam Zahreddin'in ülkeden kaçanların affedilmeyeceği ve geri gelmemeleri yönündeki tehditleri durumu yeterince özetliyor. Baas rejimi, ülkeden kaçmak zorunda kalan Sünni nüfusun dönmemesi için elinden geleni yapacak. Çünkü mevcut demografik yapıyı, 1980'li yılların başındaki Hama isyanından bu yana, kendisi için ilk kez bu denli avantajlı görüyor.
FIRAT'IN DOĞUSUNA DOĞRU
Bu arada yaşanan çok önemli bir diğer gelişme de Esed kuvvetlerinin Rus istihkâm birliklerinin çalışmalarıyla Fırat nehrinin doğusuna geçişlerini hızlandırmaları. Yaklaşık bir hafta önce basına yansıyan haberler, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı unsurların 18 Eylül'den itibaren geçişe başladığını gösteriyor. Rusya'nın kısa zamanda böyle bir istihkâm başarısı göstermesinin temelinde ise Suriye ile kurulan lojistik ikmal trafiğine dayanarak gerekli ekipmanın çatışma bölgesine süratle ulaştırılmasının olduğu söyleniyor. Rejim güçlerinin Fırat nehrinden geçişi kritik bir husus; zira böylece ABD destekli güçlerle çatışma olasılıkları bir hayli yükselmiş oldu.
Bu arada, Rus kaynakların bildirdiğine göre, köprü kurulumunda çalışan istihkam birliğine yönelik DEAŞ'ın insansız hava araçlarıyla saldırı girişimi etkili olamadan bertaraf edilmiş. Konuyla doğrudan ilintili olmasa da, bu vesile ile terör örgütlerinin, özellikle de asimetrik kimyasal ve biyolojik harp yeteneklerine de ilgi gösteren terör örgütlerinin, insansız hava aracı kullanımına ilişkin eğilimlerinin, bölgesel ve küresel güvenlik için felaketlere neden olabileceğini de hatırlatmış olalım.
BİR RUS GENERALİN ARDINDAN DEYR EZ-ZOR
Deyr ez-Zor'daki görevi sırasında yaşamını yitiren General Valery Asapov ile ilgili son bir parantez açmakta yarar var. General Asapov'a ilişkin biyografik veriler, 1990'larda Çeçenistan'da ve ardından Abhazya'daki Barış Gücü bünyesinde görev yaptığını gösteriyor. Bir diğer önemli görevi ise ülkenin doğu ucunda, kritik Kuril adalarında icra edilmiş. Ayrıca Donestk görevi Rus kaynaklarınca doğrulanmasa da Ukrayna kaynakları, Rus generalin 2016 yılında Donetsk'teki ayrılıkçı unsurları da sevk ve idare ettiğini öne sürüyorlar. General Asapov'un hayatını kaybetmesiyle ilgili önemli bir detay da 23 Eylül tarihinde gerçekleştiği söylenen olayın, Suriye rejim güçlerinin Fırat'ın doğusuna geçişlerinin hızlandığı günlere denk gelmesi.
Rus askeri gücü hakkında profesyonel ya da amatör ilgi sahibi okurlar için de önemli bir noktanın altını çizelim: General Valery Asapov, Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri'nin en seçkin unsurlarından olan Hava İndirme Birlikleri'nin (VDV) bir mensubuydu. Özellikle NATO'nun Rus askeri modernizasyonuna ilişkin anlaması gereken çok kritik noktalardan biri de, bahse konu VDV'nin Batılı silahlı kuvvetlerdeki hava indirme birliklerinin karşılığı olmadığı. Bu seçkin birlikler, Rusya'nın özel kuvvetler ve acil müdahale gücü fonksiyonlarını yerine getiriyorlar. Hep ayrıcalıklı bir yere sahip oldular ve savunma bütçesindeki kesintilerden dahi fazla etkilenmediler. Açıkçası, hava indirme birliklerinden gelen, daha önce Çeçenistan, Abazya ve Kuril adaları gibi çok önemli yerlerde görev yapmış bir Rus korgeneralin ateş hattında hayatını kaybetmiş olması, Deyr ez-Zor'daki çetin askeri gerçekliği özetlemeye yetiyor.
[Dr. Can Kasapoğlu İstanbul merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi'nde (EDAM) savunma analistidir]