Türkiye Cumhuriyeti adaleti, Alman gazetesi Die Welt’in Türkiye muhabiri Deniz Yücel’i, tutuklayınca Türkiye ile Almanya’nın arası açıldı. Bakanlarımıza toplantı yasağı bile koydular.
Bu olay aklıma, Sultan II. Abdülhamid Türkiye’sinin meşhur İngiliz gazetecisi Fitzgerald’ı getirdi…
Fitzgerald’ın İstanbul’a geldiği tarih, “Ermeni patırtısı”nın yer yer başladığı tarihti. Gelir gelmez de haber filan kovalamamış, alelacele Ermeni liderlerinden Mihran Damadyan’la görüşmüştü…
“Bir İngiliz gazetecinin bir Ermeni önderiyle görüşmesinde ne gibi bir gariplik olabilir?” diyeceksiniz, ama kazın ayağı öyle değil…
Bir kere Damadyan, özel yetiştirilmiş bir Ermeni’dir. İtalya’nın Venedik kentinde Ermeni Katolik İlahiyat Fakültesi’nde eğitim görmüş, Fransa adına Osmanlı’yı bölüp parçalama görevi üstlenmiştir.
Öğretmenlik yaptığı Sason’da (Batman) ayaklanma tezgâhlamış (1894), yüzlerce masum Türk’ün kanını dökmüş bir komitecidir. Ama Ermeni halkına değil Fransa’nın emellerine hizmet etmiştir. 1920’de kısa süreliğine Çukurova (Kilikya) bölgesinde kurulan “Bağımsız Ermeni Özyönetimi”nin (PKK de böyle bir “özyönetim” peşinde değil mi?) Fransa mandasına girmesini önermiş, Fransa’nın topraklarımıza bir şekilde yerleşmesini sağlamaya çalışmıştır.
“Gazeteci” kimliğiyle İstanbul’a gelen Fitzgerald ise aslında dönemin İngiltere Başbakanı Gladstone’un Ortadoğu danışmanıdır: Ne tesadüf! (Gezi olaylarında arz-ı endam eden gazetecilerin kaç tanesinin gerçekten “gazeteci”, kaçının “kışkırtıcı casus” olduğunu kim bilebilir? Ya bugün faaliyet gösterenlerin?).
Mihran Damadyan’a öyle tavsiyelerde bulunuyor ki, bunların uzun uzun düşünülüp plânlanmış olduğunu hemen anlıyorsunuz.
Mihran, Fitzgerald’ın kendisine şöyle dediğini naklediyor: “Ermeniler Osmanlı topraklarında dağınık yaşadıklarından etkili bir isyan çıkaramazlar. Çıkarsalar bile Batılı devletler bunu duyana kadar bastırılır, kanınızı boşuna dökmüş olursunuz. Eylemlerinizi İstanbul’a (Başkent) yoğunlaştırın. Kargaşa çıkarın, payitahtın asayişini bozun. Böyle yaparsanız hem Avrupalı devletlerin dikkatini çekersiniz, hem de (Padişah’a muhalif olan) Müslümanlardan müttefikler kazanırsınız. Zira Sultan Abdülhamid’in idaresinden hoşnut olmayan Müslümanlar var. Onlardan da yardım görürsünüz yahut onların dahi teşebbüsleri bilahare size faydalı olur.
Davanızın esasını ırkçılığa oturtmayın, hürriyet talebi üzerine oturtun ki, taraftarlarınız artsın. Islahat, adalet ve meşrutiyet isteyin. Bu amaçla hem Başkent İstanbul’da karışıklık çıkarın, hem de Sultan Abdülhamid’in idaresinden hoşnut olmadığınızı söyleyin.
Mesela bir taraftan İstanbul’un muhtelif semtlerinde bir günde yahut birbirini müteakip günlerde büyük yangınlar çıkarın -ki bu pek kolaydır- diğer taraftan da Galata’dan Beyoğlu’na kadar nerede Osmanlı tuğrası varsa, hepsini kırıp parçalayın.” (Damadyan, 2009: 89).
Bu taktikten sonra Ermeni terörü tüm İstanbul’u kuşatıyor. 27 Temmuz 1890’da tertipledikleri “Kumkapı Gösterisi”nde polisle çatışıyorlar. Çok sayıda terörist ve polis ölüyor. Başka bir zaman diliminde Osmanlı Bankası Merkez Şubesi’ni basıp işgal ediyorlar. Bu işgal İstanbul’da Ermeniler ve Müslümanlar arasında çatışmalara yol açıyor. İstanbul yine karışıyor.
Derken şehrin muhtelif bölgelerinde büyük yangınlar çıkarıyorlar… Bombalar patlatıyorlar… Osmanlı Başkentinin asayişini tarumar ediyorlar, huzur güven kalmıyor.
Bir taraftan da Ermeni çeteleri, Rusya ve İran sınırından Osmanlı topraklarına, Kafkas sınırından da Doğu Anadolu’ya silah taşıyarak propagandistlerin kışkırttığı Ermeni köylülerine dağıtıyorlar (1894 yılının Haziran ayında Bakü’den Van’a getirilen buğday çuvalları içerisinde barut, Erzurum’da pirinç çuvalları içerisinde mermiler yakalandı).
Zaman içinde kiliseler silah deposuna dönüşüyor. Dağlar Ermeni teröristlerin eğitim alanı oluyor.
Peki, neye benziyor?
YAVUZ BAHADIROĞLU - YENİ AKİT