Göçmen karşıtı politikalar ile daha ılımlı yol izlemek isteyen üye ülkelerin AB'yi adeta doğu-batı ekseninde böldüğü görülüyor.
Göreve gelen yeni hükümetlerinin takındığı göçmen karşıtı politikalar nedeniyle İtalya ve Avusturya geleneksel olarak bu konuda sert tutum sergileyen Doğu Avrupa ülkelerine yaklaşırken, Batı Avrupa ülkeleri de aralarında anlaşmalar imzalayarak çözüm üretmeye çalışıyor.
VİŞEGRAD GRUBU YENİ DOSTLAR EDİNİYOR
Göçmenlerin birliğe giriş yapmak için yoğunluklu kullandığı Yunanistan ve İtalya, AB'nin göçmen politikasında temel rol oynayan ülkeler arasında yer alıyor.
Türkiye-AB arasında 2016'da varılan göçmen mutabakatı Yunanistan'ın yükünü ciddi şekilde azaltarak ülkeye nefes aldırsa da özellikle Libya'dan gelen göçmenler İtalya'yı zorlamaya devam ediyor.
İtalya, bu yıl yapılan seçime kadar göçmen akınını birlik içerisinde alınacak ortak kararlar ile durdurmayı benimserken, seçim sonrası popülist ve aşırı sağcı partilerin koalisyon hükümeti kurması ile soruna bakışını tamamen değiştirdi. İtalya'nın yeni hükümetle beraber geleneksel olarak göçmen karşıtı politikalarıyla tanınan Vişegrad ülkelerine (Macaristan, Çekya, Polonya ve Slovakya) yaklaştığı görülüyor.
AB'nin zorunlu kota sistemiyle birlik ülkelerine yerleştirmesine karşı çıkarak göçmen kabul etmeyen Vişegrad grubu, İtalyan hükümeti için cazip ittifak seçeneği sunuyor.
Yeni hükümetin göçmen karşıtı politikalarının bayrağını taşıyan İtalya Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Matteo Salvini'nin göreve başladıktan sonra halka hitabında "Avrupa içinde sınırlarını savunmak isteyen ve nesillerinin iyiliğini düşünenler arasında yeni ittifaklar kurulmalı." açıklaması İtalya'daki eksen kaymasına işaret ediyor.
Aynı şekilde Salvini'nin "AB'nin kurallarını değiştirmek için Macaristan'la çalışacağız." ifadesi de İtalya'nın Vişegrad grubuna yakınlaştığını gösteriyor.
GÖÇMEN KARŞITLIĞI BİRLEŞTİRİCİ GÜÇ
Vişegrad'a yaklaşan diğer AB üyesi de göçmen karşıtı politika önerileriyle ünlenen Sebastian Kurz liderliğindeki Avusturya.
Halihazırda AB Konseyi Dönem Başkanlığını üstlenen Avusturya, düzensiz göç konusuna çözüm bulmak için tartışmalı "sığınmacı kampları" fikrini güçlü şekilde destekliyor.
Avusturya Başbakan Yardımcısı Heinz-Christan Strache açık şekilde ülkesinin Vişegrad grubuna resmi olarak üye olması gerektiğini savunuyor.
"Avrupa'da güvenliği sağlamak için düzensiz göçü durdurmamız gerekiyor." diyen Kurz'un bu ülkelerle iş birliğini göçmen karşıtlığıyla sınırlı tutmaya çalıştığı değerlendiriliyor.
Öte yandan, Brüksel'le göçmen konusu başta olmak üzere hukukun üstünlüğü ve demokratik haklar gibi birçok konuda yol ayrımına giren Macaristan ve Polonya gibi üyeler, AB'nin önde gelen ülkeleriyle kurulan göçmen karşıtı ittifakı memnuniyetle karşılıyor.
Macaristan Başbakanı Viktor Orban'ın Salvini'yle görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, "Avrupa'da şu anda iki kamp var. Biri (Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel) Macron'un öncülüğünde göçü destekliyor. Diğeri de düzensiz göçü durdurmak istiyor." ifadesi birlik genelinde bölünmeyi açık şekilde gösteriyor.
BATI BLOKUYLA İLİŞKİLER GERİLİYOR
Göçmen karşıtı politikasıyla Doğu Avrupa ülkelerine yaklaşan İtalya, diğer taraftan da geleneksel olarak yakın ilişkiler yürüttüğü İspanya ve Fransa gibi birlik üyelerinden uzaklaşıyor.
Akdeniz'de arama kurtarma faaliyeti yürüten Aquarius gemisiyle geçen ay ortaya çıkan kriz esnasında Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un, İtalya'nın gemiyi kabul etmeme kararını "gülünç ve sorumsuzluk örneği" olarak nitelendirmesinin ardından ilişkiler gerildi.
İtalya Başbakanı Giuseppe Conte, Fransa'yı "ikiyüzlü" olmakla suçlarken, Başbakan Yardımcısı, Ekonomik Kalkınma, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanı Luigi Di Maio da Fransa'yı İtalya'nın bir numaralı düşmanı olmaya aday göstererek ilişkilerin ne kadar ileri düzeyde soğuduğunu ortaya koydu.
Fransa'yla diplomatik krizin eşiğinden dönen İtalya'nın, Aquarius gemisindeki göçmenlerine kapısını açan İspanya'yı da "kontrolsüz göçü" desteklemekle suçlaması ilişkilere yeni bir gerginlik boyutu kattı.
BATI'DA İKİLİ ANLAŞMALAR ÖN PLANA ÇIKIYOR
Batı Avrupa ülkeleri ise görünürde daha ılımlı bir göç politikası savunmaya devam ederken, çözümün "tek bir AB" politikasıyla bulunacağını belirtiyor.
Diğer yandan özellikle göçmen sorununun Almanya'daki koalisyon hükümetini tehdit etmesinin ardından üye ülkeler arasında ikili-üçlü anlaşmaların ön plana çıktığı görülüyor.
Alman basını, göç politikasının damga vurduğu haziran ayındaki AB Liderler Zirvesi kapsamında yaptığı ikili görüşmeler sonucu Almanya Başbakanı Angela Merkel'in İspanya ve Yunanistan'la üçlü bir anlaşmaya vardığını duyurdu.
Merkel'in Yunanistan'la, gerekli olması durumunda mali yardım karşılığında Almanya'ya bu ülkeden ulaşan bazı göçmenleri geri gönderme konusunda anlaştığı ifade edildi.
İspanya'dan Almanya'ya ulaşan göçmenlerin bir kısmını geri gönderme konusunda Madrid yönetimiyle de anlaşan Almanya, benzer düzenlemelere açık olduğu sinyalini güçlü şekilde veriyor.
İkili anlaşmalara yeşil ışık yakan Fransa'nın da İngiltere'yle sınır kontrolüne ilişkin göçmen anlaşması bulunuyor.
Batı Avrupa'nın göçmenlere karşı en ılımlı ülkelerinden İsveç'te ise seçimlerde göçmen karşıtı İsveç Demokratlarının oyunu artırmasının kurulacak hükümetin nasıl bir göçmen politikası benimseyeceği sorularını beraberinde getiriyor.
GÖÇ POLİTİKALARI SİYASİ DEĞİŞİMLERE TABİ
Üye ülkeler arasında yakın zamanda su yüzüne çıkan görüş ayrılıkları ve ittifak oluşumları esasen AB'nin göçmen politikasına yıllardır çözüm bulamamasından kaynaklanıyor.
Göçmen krizinin doruk noktasına ulaştığı 2015'ten bu yana geçici çözümlerle sorunu çözmeye çalışan AB'de halihazırda kıtaya yönelik göçmen akınında ciddi azalma olmasına rağmen ülkelerdeki siyasi değişimler hem ciddi görüş ayrılıkları yaratıyor hem de sert kriz rüzgarları estirebiliyor.
En basit konularda bile mutabık kalmakta zorlanan AB ülkelerinin "tek bir göç politikasında" da anlaşamaması, üye ülkelerin iktidar partilerinin siyasi eğilimlerine göre göçmen politikası üretmesine neden oluyor.
Bu nedenle, İtalya ve Avusturya'nın Vişegrad grubuyla şimdilik oluşturduğu "göçmen karşıtı ittifakın" ya da Batı Avrupa ülkeleri arasındaki anlaşmaların söz konusu ülkelerden birinde siyasi değişimle birlikte kısa sürede sonlanma ihtimalini göz ardı etmemek gerekiyor.