Önceki dönemlerde ciddi anlamda beş kez Emevîler ve Abbasîler, altı kez de bizzat Osmanlılar tarafından kuşatılan şehir, sonuncu muhasarada düşmüştür. Tarihin değişik dönemlerinde düzenledikleri akınlarla Batı Roma'ya diz çöktüren Türkler, bu kez Roma'nın doğu kanadını ortadan kaldırmışlardır. Cenab-ı Allah Hz. Peygamber'in müjdesine bu necip milleti mazhar kılmıştır. Millet olarak tarihteki başarılarımızla ne kadar övünsek, ne kadar gurur duysak azdır.
Fetihten sonra şehre giren Fatih Ayasofya'ya gelmiş, atından inerek kutsiyetine yaraşır bir tavırla mabede girmiştir. Genel af ilan eden Fatih, daha sonra Ayasofya'nın kubbesine çıkarak İstanbul'u temâşâ etmiş; şehrin son yıllarda yaşadığı felaketlerden ötürü düştüğü sefalete içi sızlamıştı. Manzara karşısında sultanın dilinden şu beyitler dökülmüştü:
"Perde-dârî mî küned der tâk-ı kisrâ ankebût/Bûm-i nevbet mî zened der kal'a-ı Efrâsiyâb" (Örümcek Kisrâ'nın penceresinde perdedarlık yapıyor/Baykuş Efrasiyab'ın kalesinde nevbet vuruyor!).
Tarihinde birkaç kez inşa edilen Ayasofya son şeklini İmparator Iustinianos zamanında almıştı (537). Fetihten sonra şehrin en büyük mâbedi olan "Hagia Sophia", Sultan Fatih tarafından Ayasofya adıyla camiye çevrilmiştir. Fatih, savaşla fethedildiği için İstanbul'u ve Ayasofya'yı, Romalıların M.S. 70'te Kudüs'ü ve Yahudi Mabedi'ni yakmaları gibi yakıp yıkabilirdi. Ancak o, Ayasofya'ya o kadar saygı göstermiştir ki, mabedin adını bile değiştirme gereği duymamıştır. Osmanlılar, fethettikleri ülkelerde fethin sembolü olarak şehrin en büyük kilisesini camiye çevirir; diğer kiliselere dokunmaz, halklara da geniş özgürlük tanırlardı. Gelenekte "kılıç hakkı" olarak isimlendirilen ve savaşla ele geçirilen yerlerde hukukun müsaade ettiği bu tasarruf sebebiyle şehirde asla yağma yapılmaz, halka da can ve mal güvencesi verilirdi. Bu tasarruf bir veya birkaç kilisenin olduğu şehirlerde ise uygulanmazdı. Böylece önemli şehirlerin yönetimi sükûnet içerisinde kan dökülmeden el değiştirmiş olurdu.
İstanbul fethedildiği sırada 916 yıldır kilise olan Ayasofya bakımsız ve harap bir haldeydi. Ayasofya'nın günümüze ulaşmasında Türklerin çok büyük katkılarının olduğu belirtilmelidir. Sultan II. Mehmed fetihten hemen sonra Ayasofya için büyük bir vakıf kurmuş; özel bütçesinden bu vakfa aktardığı kaynaklarla da camiyi imar etmiştir. Onun bu gayreti sonraki Osmanlı sultanları tarafından da hassasiyetle sürdürülmüştür.
Fetihten sonra Ayasofya köklü bir bakım ve onarımdan geçirilmiştir. Yıkılmaması için mabedin kubbeyi taşıyan yan duvarları güçlendirilmiş; çeşitli dönemlerde camiye medrese, hamam, kütüphane, imaret, şadırvan, ilkokul, sebiller ve minareler eklenmiştir. Pek çok kez tamir edilen cami, en kapsamlı onarımı Sultan Abdülmecid döneminde (1839-1861) görmüştür.
Bu tamirat sırasında külliyeye bir muvakkithane, kasr-ı hümayun ve hünkâr mahfili inşa edilmiştir. Ayasofya külliyesinde 5 padişah [II. Selim (ö. 1574), III. Murad (ö. 1595), III. Mehmed (ö. 1603), I. Mustafa (ö. 1639) ve İbrahim (ö. 1648)] ile pek çok şehzadenin türbesi bulunmaktadır. Özetle Ayasofya, sultanların destekleriyle büyük bir Türk-Osmanlı külliyesine dönüşmüştür.
Sultanlar gibi halk da Ayasofya için vakıflar kurmuştur. Osmanlı döneminde Ramazan aylarında sultanlar teravih namazlarını kalabalık cemaatlerle Ayasofya'da kılarlardı. Kadir gecelerini Ayasofya'da ihya eden sultanlar, Cuma ve bayram namazlarını da burada edâ etmeye çalışırlardı. Ayasofya Türk milleti tarafından o kadar benimsenmiştir ki, Türkler kendi inşâ ettikleri bazı camilere de Ayasofya adını vermişlerdir.
1934'de kadar, 481 yıl cami olarak hizmet veren Ayasofya, 1934'te müzeye dönüştürülmüştür. 86 yıl müze olan Ayasofya 10 Temmuz 2020 tarihinde cami olarak tekrar ibadete açılmıştır. Kanaatimizce, Ayasofya'yı ibadete açan etkenlerin başında, fethin yıl dönümünde içinde okunan Fetih sûresidir. Medine-yi Müevvere'nin Kur'an'la fethedilmesi gibi, Ayasofya'nın ibadete fethi (açılışı) de Kur'an'la olmuştur. Hiç gündemde yokken 29 Mayıs 2020'de samimi bir atmosferde okunan ve başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, bütün Türkiye'de gönlü Ayasofya ile atan ihlaslı müminlerin gözyaşları içerisinde dinledikleri Fetih sûresi açmıştır Ayasofya'yı.
Bazı kimselerin sübjektif bulacağı, ancak maneviyatlı kimselerin anlayabileceği bu gerekçeyi bir kenara bırakırsak, Ayasofya'nın ibadete açılmasının somut gerekçelerini şöyle sıralayabiliriz:
a. Bizans döneminde dini vakıflar, askeri vakıflar ve imparatorluk vakfı olmak üzere, üç tür vakıf mevcuttu. Ayasofya Bizans döneminde devlet törenlerinin yapıldığı imparator vakfı statüsündeydi. İmparatorun mülkü olan Ayasofya, İstanbul'un fethiyle Sultan II. Mehmed'in özel mülkü olmuştur. Ancak Sultan yapıyı mabet statüsünden çıkarmamış; kişisel gelirlerinden yaptığı tahsisatla Ayasofya için güçlü bir vakıf kurmuştu. Sultan II. Mehmed, Ortodokslara dinî törenlerini yapabilmeleri için maddî destek sağlayarak patrikhanelerini kurmalarına yardımcı olduğu gibi, Ermeniler'i de İstanbul'a davet ederek yeni bir patrikhane kurmalarına imkan vermiştir. Bağımsız Türk yargısı, 10 Temmuz 2020'de verdiği kararda Ayasofya'nın Sultan II. Mehmed Vakfı'nın mülkiyetinde olduğunu ve vakfedenin iradesi gereği cami olarak kullanılması gerektiğine hükmetmiştir. Danıştay Ayasofya'nın asırlar geçse de, vakfedenin iradesi dışında kullanılmasının hukuken mümkün olmadığını özellikle vurgulamıştır. Bu sebeple karar, vakıf geleneğimize çok uygun bir karar olmuştur.
b. Ayasofya 24 Ekim 1934'te müze yapılmıştı. Böyle bir kararın alınmasında dönemin uluslararası siyasi konjonktürün etkili olduğu ifade edilmektedir. Bu karar halkı derinden üzmüş, dönemin şartlarından kaynaklı bu durumu benimsemese de kabullenmek zorunda kalmıştır. Ayasofya'nın müze yapılması, herhangi bir uluslararası anlaşma neticesinde olmamıştır. Karar, dönemin Türk hükümeti tarafından Türkiye'nin iç hukukuna göre verilmiştir. Günümüzde Türk yargısı da ulusal ve uluslararası şartlar değiştiği için 10 Temmuz'da Ayasofya'nın ibadete açılması kararını, aynı şekilde Türkiye'nin iç hukukuna göre vermiş; Cumhurbaşkanlığı da bir kararname ile ibadete açmıştır. Bu sebeple Ayasofya'nın ibadete açılmasının uluslararası hukuku ilgilendiren hiçbir yönü yoktur. Türkiye Ayasofya'da tam egemenlik hakkına sahip olup statüsü hakkında karar verecek tek yetkili ülkedir.
c. Her ne kadar Ayasofya 1934'te müzeye çevrilse de, camilik statüsü değiştirilmemiştir. Ayasofya, 1936 tarihli tapu siciline "Ayasofya-yı Kebir Camii Şerifi" (Mübarek Büyük Ayasofya Camii) olarak kaydedilmiştir. Ayasofya'nın "cami statüsü" devletin resmi kayıtlarında hep korunmuştur.
d. Ayasofya'nın ibadete açılması çabaları son yıllarda ortaya çıkmış değildir. Neredeyse müzeye dönüştürülmesinden itibaren caminin ibadete açılması konusunda çabalar hep var olagelmiştir. Ayasofya'yı ibadete açmak sağ ve muhafazakâr partilerin seçim vaadi olmuş; bazı vatandaşlar da camiyi ibadete açmak için özel dernekler kurup hukukî mücadele vermişlerdir. Danıştay'ın verdiği son karar da, kendisine bunu amaç edinen bir derneğin başvurusu üzerine verilmiştir.
e. Ayasofya'nın ibadete açılması, Türk halkının çok büyük bir çoğunluğu tarafından desteklenmektedir. Yapılan anketlerde halkın % 75-80'inin Ayasofya'nın ibadete açılmasını istediği tespit edilmiştir. Sadece iktidar partisi değil, muhalefet partileri de Ayasofya'nın ibadete açılmasını bu süreçte kamuoyuna deklare etmişlerdir. Emperyalistlerin kuklası konumundaki yöneticilerini bir kenara koyarsak, Müslüman ülkelerdeki halkların ezici çoğunluğu da karardan memnun olmuşlardır.
f. UNESCO'nun "Dünya Kültür Miras Listesi'nin İstanbul Bölümü"nde Ayasofya müze olarak tanımlamadığı gibi, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın "İstanbul Tarihi Alanlar Kültür Miras Listesi"nde de Ayasofya müze olarak tanımlanmamaktadır. Ayasofya, velev ki müze olarak kaydedilmiş olsa bile, UNESCO sözleşmesinde listeye kayıtlı bir tarihsel yapının fonksiyonunun değiştirilmesine engel herhangi bir âmir hüküm bulunmamaktadır. Bu sebeple Ayasofya'nın ibadete açılması, anılan sözleşmenin asla ihlali anlamına gelmemektedir.
g. Ayasofya'nın ibadete açılması, yerli ve yabancı ziyaretçilerin burayı ziyaret etmelerini engellemeyecektir. Türkiye'deki diğer camiler gibi, Ayasofya da ibadet ya da turistik amaçlı ziyaretçilerine her zaman açık olacaktır.
h. Türkiye'de sadece Ayasofya gibi Müslümanlar ait vakıf ve camiler değil, diğer dinî gruplara ait kilise ve sinagoglar da aslına uygun işlev görmesi için devlet tarafından desteklenmekte ve kolaylık sağlanmaktadır. Türk devleti son yıllarda azınlık vakıflarına ait taşınmazları iade etmiştir. Yeni kilise kurmak isteyen Hıristiyan vatandaşlara arazi tahsis ederek bazı kiliselere maddi yardımlar da bulunmuştur. Van'da Ermenilere ait Akdamar Kilisesi, Edirne'de Yahudilere ait Büyük Sinagog, İstanbul'da tamamı demir olan dünyadaki tek kilise Stevi Stefan Kilisesi Türk devleti tarafından restore edilip ibadete açılanlardan bazılarıdır. Türkiye'de bu şekilde devlet tarafından 14 kilise ve sinagog onarılmıştır. Türkiye'de halen 373 kilisede ve 36 sinagogda gayri müslim vatandaşlarımız ibadetlerini özgürce yapmaktadırlar. Bahaîlerin 7 ibadet yeri (mahfil), Yehova şahitlerinin 9 ibadet salonu aktif olarak hizmet vermektedir. Sadece İstanbul'da 100'den fazla kilisenin çan kulelerinden çan sesleri yükselmeye devam etmektedir. Dünyada aynı sokakta cami, kilise ve sinagogun yanyana olduğu tek ülke belki de Türkiye'dir (İstanbul-Kuzguncuk). Müezzin, zangoç ve hazzan, okudukları ezan, çaldıkları çan ve üfledikleri şofarla yan yana ibadet etmektedirler.
Ayasofya Camisi'nin müzeye çevrilmesi hakkında 1934 yılında alınan Bakanlar Kurulu Kararı, 10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay tarafından iptal edildi. İptal kararının ardından caminin yönetimi Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle (2729) Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredildi.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Ayasofya Camii'ni dini, tarihi ve kültürel değerine uygun bir şekilde idare ederek, hem cami cemaatine hem de camiye gelen ziyaretçilere en iyi hizmeti verecektir. Din hizmetlerinde asırların tecrübesine sahip olan Diyanet dünyanın en başarılı dini kurumlarından biridir.
Ayasofya 24 Temmuz 2020 tarihinde kılınacak cuma namazıyla ibadete açılıyor. Bu cuma tarihimizde farklı bir cuma olacak. Müminler, tıpkı İstanbul'un fethinden sonra 1 Haziran 1453'te kılınan ilk Cumanın heyecanı içerisinde saf tutacak Fatih'in emaneti bu kutlu mekânda.
Tarihi not düşme adına…
Ayasofya'yı açarak vakfedenin âhından kurtulan bu aziz milletin tarihi ve kaderi, cuma gününden itibaren yeni bir aşamaya evrilecek; bu fetih, yeni fetihleri getirecektir. Biz belki, ama çocuklarımız, yeni fetihlerin hem fatihi hem de şahidi olacaklar! Açılmazları açtıran, ve olmazları olduran Yüce Yaradan, nice fetihlere kapı açsın inşallah.
Ayasofya'nın açılışı hayırlı olsun.
Prof. Dr. Nuh Arslantaş