İçeride açılımlar yapmaya hazırlanan Hasan Ruhani bir yandan ülke içindeki statüko ile zorlu bir güç mücadelesine girecek, diğer yandan da küresel ve bölgesel baskıları yumuşatmaya çalışacaktır. Ruhani’nin bu iki mücadeleyi eşzamanlı yürütmesi ise oldukça güç olacaktır. ABD ile gerilimli ilişkileri aşamamış bir İran’ın küresel ve bölgesel ilişkileri bu gerginliğin gölgesinde kalmaya devam edecektir.
İran’da 2013 yılından beri cumhurbaşkanlığı görevini yürütmekte olan Hasan Ruhani,19 Mayıs Cuma günü gerçekleştirilen 12. dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerinden zaferle ayrıldı. 56 milyon seçmenin yüzde 73’ünün katılımıyla gerçekleşen seçimde Ruhani geçerli oyların yüzde 57.3’ünü aldı. Muhafazakâr kanadın adayı İbrahim Reisi’nin oy oranı yüzde 38’de kaldı. Ruhani oylarını 2013 seçimlerine göre yüzde 7 oranında artırmayı başardı. 2013’ten beri girdiği her seçimi kazanan reformist-ılımlı koalisyon yükselişini sürdürürken bir önceki seçimlerdeki başarısının da altında kalan muhafazakâr kanat kan kaybetmeye devam etti. Seçim sonuçları, muhafazakârların İran siyasetinde tabanlarını kaybetmeleri olarak değerlendirilebilir.
Seçim sürecinde adayların kampanyalarında ekonomi merkezli tartışmalar ön plandaydı. Muhafazakâr aday Reisi’nin ekonomik vaatler açısından son derece popülist bir seçim kampanyası yürütmesine rağmen sandık sonuçları İranlı seçmenin oy tercihlerinde ekonomik vaatlerin yegane belirleyici olmadığını, özgürlük ve demokrasi konusunda da baskın talebin varlığını göstermiştir. Güncel politika konusu olmanın ötesinde bir anlam ifade eden bu talep, rejimin mahiyetine dair bir tartışma da içermektedir. Devrim Rehberi Ali Hamenei, seçimin yüksek bir katılım oranıyla gerçekleşmesini “Rejimin meşruiyetinin teminatı” olarak görse de katılım oranı farklı yorumlara açıktır. Zira seçime yüksek ilgi gösterip tercihini adaylardan Hamenei’ye en yakın isim olan Reisi’den yana kullanmayan seçmenler, bir anlamda farklı bir kültür ve sosyal yaşam beklentilerini sandığa yansıtmıştır. Diğer bir ifadeyle 19 Mayıs seçimleri değişim yanlısı sosyo-politik dinamikler ile mevcut statükoyu savunanlar arasında geçmiştir.
Hamenei ile fikir ayrılıkları
1990’lardan beri önemli sosyolojik dönüşümlerin yaşandığı İran’da halkın çoğunluğu hem ülke içerisinde normalleşme ve hem de bölgesel ve küresel düzeyde ilişkilerinin normalleşmesinden yana iken bu talepler çoğu zaman ulusal güvenlik gerekçesiyle devlet politikasına dönüşmemiş ve karşılıksız kalmıştır. Halkın demokratikleşme talepleriyle sistemin statükocu refleksleri arasındaki gerilimin bir yansıması olarak Cumhurbaşkanı Ruhani, görevde geçirdiği dört yıl boyunca Devrim Rehberi Hamenei ile kamuoyu önünde çeşitli konularda görüş ayrılıkları yaşamıştır. Seçim sonuçlarının netleşmesinin ardından yayımladığı mesajda cumhurbaşkanına görevlerini hatırlatma gereği duyan Hamenei’nin metinde herhangi bir tebrik ifadesine yer vermemesi, aradaki gerilimin yatışmadığının açık göstergesidir. Fakat bu gerilimden hareketle Ruhani ve Hamenei’in ülkedeki sorunların teşhisi konusunda büyük bir zıtlık içinde olduklarını düşünmek yanlış olacaktır. Zira ülkede yolsuzluk, rant, usulsüzlük, işsizlik ve fakirlik gibi sorunların ve bunlara bağlı psikolojik ve toplumsal problemlerin varlığı konusunda pek az tartışma vardır. Görüş ayrılığı ise sorunların giderilme yöntemiyle ilgilidir. Örneğin Ruhani, ülke içi sorunlarla mücadele etmenin dış ilişkilerdeki sorunları çözmeden mümkün olmadığında ısrar ederken, Hamenei iç sorunların çözümünün yine içeriden gelmesi gerektiği kanaatindedir.
Devrimden bu yana dış ilişkilerde yabancıların ülke ekonomisine ve siyasetine sızmamaları ve tekrar etkin olamamaları için yabancı karşıtlığının sürekli kışkırtıldığını her alanda hissetmek mümkündür. Bundan dolayı Rafsancani ve Hatemi dönemlerinde olduğu gibi Ruhani döneminde de dış politika açılımları müesses nizam tarafından benzer söylemlerle engellenmeye çalışılmaktadır.
Büyük oranda devlet kontrolünde olan ekonominin durumu 19 Mayıs seçimlerinin önemli tartışma konuları arasında yer almıştır. Ekonominin kontrolü kısmen Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) üzerinden sağlanırken kısmen de yarı resmi yarı özel vakıf ve benzeri kuruluşlar marifetiyle sürdürülmektedir. 2000’lerin başında başlayan özelleştirme sürecinde devredilmesi planlanan yüzlerce milyar dolarlık varlıklar ekonomik bir güç olarak rejimin aleyhine dönüşmemesi için DMO kontrolüne geçmektedir. Böylece rejim kendi bekasını teminat altına alacak zenginlerini üretmeyi amaçlamaktadır. Elinde bulundurduğu bu büyük ekonomik güç DMO’nun iç ve dış politikada etkin bir rol oynamasını sağlamıştır. Bu durum, Rehberlik müessesesi, DMO ve yargı erki ekseninde bir müesses nizamın oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Reformların geleceği
Hasan Ruhani 2013 yılındaki seçimlerde yaptığı gibi 19 Mayıs seçim kampanyalarında da etnik-mezhepsel azınlıklardan gençliğe, basın dünyasından entelektüellere, fakir ve yoksul kesimlerden orta ve üst sınıflara kadar toplumun çeşitli kesimlerine yönelik vaatlerde bulunmuştur. Bu vaatlerin köklü yapısal reformlara gidilmeden gerçekleşmesi mümkün değildir. Örneğin 2009 cumhurbaşkanlığı seçimlerini takiben patlak veren ve Yeşil Hareket olarak bilinen protesto hareketlerindeki rollerinden dolayı yargılanmaksızın altı yıldan beri ev hapsinde tutulan reformist liderler Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi’nin mağduriyetlerinin sonlandırılması, işsizliğe çözüm olacak yatırımların gerçekleştirilmesi, basın ve düşünce özgürlüklerinin alanının genişletilmesi, Sünniler ve etnik azınlıklar gibi unsurların taleplerinin cevaplanması gibi konular gündelik politika çerçevesini aşan esaslı reformların gündeme alınmasını zorunlu kılmaktadır. Bu konularda ikna edici adımlar atmakta kararlı olması durumunda Ruhani’nin ülkedeki müesses nizam ile karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz olacaktır.
Anayasayı her alanda işleteceğini sıklıkla dile getiren Ruhani, ülkenin diğer etnik ve mezhepsel unsurlarının da eşit yurttaşlar gibi ülke yönetimine katılımlarını sağlayacağını vurgulamaktadır. İran’ın resmi kaynaklarına göre ülke nüfusunun yüzde 10’unu, Sünni liderden Mevla Abdulhamid’e göre ise yüzde 20’sini teşkil eden Sünniler, devlet içinde kilit makamlara getirilmemektedir. Sünni İranlılar bu durumu bir ayrımcılık olarak gördükleri gibi ülkedeki etnik unsurlar da benzer ayrımcı politikalardan şikayet etmektedir. Dış gelişmeler de İran’ın bu konuda adım atmasını zorunlu kılmaktadır. Ortadoğu’da yaşanan ve giderek etnik/mezhepsel bir görüntü kazanan krizlerin, çok etnisiteli/çok mezhepli İran’ın demografik ve sosyolojik yapısını etkilememesi imkânsızdır. Bu alanda gerekli asgari adımlar atılmadığı takdirde, İran’da milli güvenlik ve toprak bütünlüğü sorununun baş göstermesinin Ruhani tarafından öngörüldüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.
Dış politikayı belirleme
2015’te imzalanan Nükleer Anlaşma’ya rağmen İran’a uygulanan yaptırımlar tamamen kalkmamış, ABD ile ilişkilerde hükümetin arzu ettiği derecede normalleşme gerçekleşmemiş ve AB ile istenilen siyasi-ekonomik ilişkiler tesis edilememiştir. Ortadoğu’daki krizin giderek derinleştiği bir süreçte dış politikada temel aktör olamayan hükümetin açılımları merak konusu olduğu kadar aynı zamanda ülke içerisinde de tartışma konusudur. Ruhani, her ne kadar yeni dönem hükümet programında dış politikanın hükümetin inisiyatifine bırakılması gerektiğini belirtse de bu talebin karşılanması mümkün görünmemektedir. İran Anayasası ülkenin genel politikalarını belirleme yetkisini Devrim Rehberi’ne vermiştir. Yürütmenin başı olan cumhurbaşkanı, Devrim Rehberi tarafından belirlenen politikaları hayata geçirmekle mükelleftir. Dolayısıyla, yeni dönemde hükümet ve müesses nizam arasında çetin mücadelenin yaşanacağı alanlardan birisi de dış politika olacaktır. Nükleer dosyaya ilişkin müzakereleri ve anlaşmayı Devrim Rehberi’nin izni ve onayı ile gerçekleştiren hükümet, Ortadoğu krizinde de nihai karar mercii değildir.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Arap ülkeleri ile birlikte İran karşıtı ittifak kurma girişimi Tahran tarafından endişeyle takip edilmektedir. Ruhani’nin seçim zaferinin ardından 22 Mayıs Pazartesi günü düzenlediği basın toplantısında İran olmadan bölgede güven ve istikrarın sağlanamayacağı yönündeki açıklamalarını bu yönde değerlendirmek gerekir. Ruhani ayrıca Batı ile anlaşmazlık konuları arasında yer alan balistik füzelerin teknik testlerine yönelik deneme yapmak için ABD’nin onayına ihtiyaç duymadığını da sözlerine eklemiştir. Dışişleri Bakanı Cevad Zarif yaptığı açıklamada Suudi Arabistan’ı birçok konuda eleştirse de mesajının sonunda barış teklifinde bulunmayı ihmal etmemiştir.
Eşzamanlı iki mücadele
İran, nükleer yaptırımlarda son ana kadar direnmiş ancak bir sonuç alamayınca teslim olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki benzeri bir süreç bölgesel krizin çözümünde de yaşanacaktır. ABD öncülüğündeki bölgesel ittifakın İran üzerinde oluşturacağı baskı Tahran’ı müzakere masasına oturtacaktır. Trump’ın Riyad ziyareti sırasında tarafların görüş birliği ile Hizbullah’ın terör örgütü olduğunu bir kez daha vurgulamaları, İran’a yönelik ilk hamlenin buradan gelebileceğini göstermektedir.
Sonuç olarak, içeride açılımlar yapmaya hazırlanan Hasan Ruhani bir yandan ülke içindeki statüko ile zorlu bir güç mücadelesine girecek, diğer yandan da küresel ve bölgesel baskıları yumuşatmaya çalışacaktır. Ruhani’nin bu iki mücadeleyi eşzamanlı yürütmesi ise oldukça güç olacaktır. ABD ile gerilimli ilişkileri aşamamış bir İran’ın küresel ve bölgesel ilişkileri bu gerginliğin gölgesinde kalmaya devam edecektir. Nükleer Anlaşmadan sonra nükleer projeyle bağlantılı yaptırımların dışında diğer yaptırımlar devam ettiği için hükümetin ülkeye yabancı yatırım çekerken geçtiğimiz dört yılda karşılaştığı sorunlar devam edecektir. Yaptırımların sürmesinin, İran’ın ekonomik kalkınması için yabancı yatırımın hayati önemde olduğunu vurgulayan Ruhani’nin ekonomi politikalarını doğrudan etkilemesi kaçınılmazdır. Tam da bu nedenle Ruhani iç ve dış politika açılımlarını eş zamanlı yürütmek zorundadır. Ülkedeki güç piramidi hesaba katıldığında kuşkusuz İran Cumhurbaşkanını önümüzdeki dört yılda yoğun ve sancılı bir iç ve dış politika mesaisi beklemektedir.
Mehmet Koç / İran Araştırmaları Merkezi İç Politika Uzmanı
AÇIK GÖRÜŞ-STAR