İslam aleminde; insanları dine çağıran, hayırlı işler yapan, dini bir birlik şuuru içinde yaşamaya çağıran sivil kuruluşlar ve cemaatler var. Dün de vardı, bugün de var, yarın da olacak. Bu eşyanın tabiatının bir gereğidir. Asrı saadetten bu yana insanlar bir araya geldiler. Dini yaşama davet ettiler. Sohbet ettiler. Hayırlı işler yaptılar. İstismar etmediler. Kötü niyetli davranmadılar. Kendi varlıklarına aykırı olan diğerlerine hayat hakkını çok görmediler. Herkesi kendilerine çağırmadılar. 'En doğru benim' demediler. Kimsenin kuyusunu kazmadılar. İnsanların cebine, malına, mülküne göz dikmediler. Kısacası, yaptıklarını Allah için yaptılar.
İslam aleminde tasavvufi hareketlerde önemli yer tuttular. Bugün de öyle, yarın da olmaya devam edecekler. Tasavvufi hareketler şeyhlerini, mürşidlerini yüceltmek ve öne çıkartmak için gayret ediyorlarsa ilk dönem tasavvuf büyüklerinden hiçbir şey anlamamışlar demektir. Müridler; mürşitlerine Yüce Allah'a ve O'nun Resulüne verilen sıfatları veriyorlarsa şirke ve hurafeye saplanmışlar demektir.
Maalesef bugünkü mezhep, meşrep, cemaat ve oluşumlar sadece ve sadece kendilerini hak ve hukuk sahibi sayıyorlar. Başkasına hareket alanı bırakmıyorlar. En azından çoğu böyle. Böyle olunca da samimiyet, ihlas ve takva kalmıyor. Allah bırakmaz zira.
Tasavvuf, insanları Kuran ve sünnet şuuru içinde Yüce Allah'ın dinini yaşamaya çağırmalıdır. Cemaatlerde, tasavvufi hareketler de, alimler de bunu yapmalılar. İnsanları kendilerine değil Allah'a çağırmalılar.
Din, halisane bir şekilde Allah için yaşanır. "Dini Allah için halis kılın" (Mümin, 14) ayeti, bu niyetin dışındaki hiçbir faaliyetin Allah'ın huzurunda kabul görmeyeceğini belirtiyor.
İnsanlara; gerek cemaat gerek tasavvuf ve gerekse sivil oluşumlardaki önde gelen kişilerine olağanüstü sıfatlar yakıştırmak hem o oluşumlara ve hem de dine ciddi zarar verir.
Allah'ın dini hiç kimseye mahkum değil, muhtaç değil. Dinin üzerinde müheymin -otorite- olan hiçbir kişi, kurum, kuruluş, oluşum, cemaat, grup vs. yoktur. Dinin otoritesi elbette sahibi olan Yüce Allah'tır ve O'nun Resulüdür. Allah'a ve Resulüne çağırmayan her dava, her cemaat, her grup batıla saplanmaya mahkumdur.
Dünya Müslümanlarının ortak problemi; Hz. Muhammed (s.a.v.)'in liderliğine, ahlakına, otoritesine çağırmak yerine kendi üstad, lider, mürşid ve büyüklerine çağrıda bulunmalarıdır. Aradan bu aracıları kaldırmamalarıdır. Dini cemaat, grup ve oluşumlarının önündeki en büyük handikaptır bu.
Eski dinlerdeki ruhbanlar, din adamları Allah'ın ve peygamberlerinin sıfatlarıyla kendilerine paye verdikleri için felaket kapılarını çaldı. Sadece ve sadece Allah'ın dinine çağıran ve insanları şer, fitne, şeytan ve nefsin tuzağına düşmemek için irşat eden cemaat ve tasavvufi hareketler elbette faydalıdır. Her dönemde, her mekanda her kültürde vardırlar ve var olmalılar. Zira bunları ortadan kaldırdığınızda bu boşluğa şer olan, dine düşman ve mesafeli olan insanlara alan oluşturmuş olursunuz. Bunun zararını da zaten biliyoruz.
Bu noktada önemli olan hem kişi bazında ve hem de cemaat bazında herkesin kendini muhasebe etmesi ve kendi üstadını, liderini, şeyhini, mürşidini öne çıkaracağına Allah'ın dinini ve peygamberini öne çıkarmasıdır. Din Allah'ındır. Allah'a çağırılmalıdır.
***
Kış müminin ilkbaharıdır
Bu söz Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bir hadisinden alınmadır. "Kış mevsimi müminin ilkbaharıdır - Eşşitau Rebul Mumin" Bu sözü hadis alimleri kış mevsiminin ibadete daha uygun olmasıyla yorumlamışlardır. Çünkü kış geceleri uzun olur. Mümin geceleri daha çok ibadet etmeli, gündüleri oruç tutmalı.
Belki de bu hadisin şu anlamı vardır: Kış mevsimi Müslümanın yaşlılık dönemini anımsatır. Müslüman yaşlılığında ibadete daha da tutkun olur. Böylece de Yüce Allah'a yakınlaşır. Bu anlamda da kış mevsimi müminin ilkbaharı gibidir.
"Bu Kuran'ı değiştir" dediler
Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine inen ayetleri okuduğunda kalplerinde inkar, küfür ve cehalet olanlar, "Muhammed! Bu ayetleri değiştir. Bizim hoşumuza gelecek ayetler getir" dediler. Bu küfür, şirk ve cehalet kokan teklife Yüce Allah şöyle cevap verdi:
"Kendilerine ayetlerimiz açıkça okunup anlatılınca, bize geleceklerine inanmayanlar 'Bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir' dediler. Onlara şöyle de: 'Onu kendiliğimden değiştirmeye hak ve yetkim yoktur. Ben ancak bana vahyedilene uyuyorum. Eğer Rabbime itaatsizlik edersem, şüphesiz dehşetli bir günün azabından korkarım." (Yunus suresi, 15. Ayet) dünün inkarcıları ile bugünün İslamdan rahatsız olanları arasında fark yok bence..
Müridinizin günahı sizedir
Ebu Hayr, Cafer bin Muhammed'e şöyle yazdı: Yanınızdaki müridlerinizin günahı sizedir. Çünkü siz, onların edebini bıraktınız. Onları yetiştirmediniz. Sadece onlara size hizmet etmelerini istediniz. Kendinizle meşgul oldunuz. Böylece onları cahil bıraktınız.
Efendimiz (s.a.v)'in uyku öncesi duası
Hz. Peygamber Efendimiz uyumak için yatağına yönelince sağ tarafının üzerine yatardı. Sağ elini sağ yanağının altına koyar sonra da şöyle dua ederdi:
Allah'ım! Kendimi sana teslim ettim. İşimi sana havale ettim. Yüzümü sana çevirdim. Rızanı isteyerek ve azabından korkarak sırtımı sana dayadım. Sana sığındım. Senin vereceğin cezaya karşı yine sana sığındım. Senden başka sığınağım yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım.
***
Evrenin yaratıcısı var. Peki illaki bir şey emretmeli mi?
Elbette var olan ve bütün varlığı yaratan yüce kudretin yarattığı evrene dair bir planı, talimatı ve gayesi olacak. Bir bardak, bir makine motoru, bir makas gayesiz olarak yapılabilir mi? Evrende her şey mutlaka bir sebep-sonuç ilişkisi içindedir.
Düzeni kuran düzendekilerden bir şey ister. İşte buna biz 'din' diyoruz. Din; yol, gidişat, metod ve ışık anlamına gelir. Allah evreni yarattı ve evreni düzenleme işini bize peygamberleri yoluyla haber verdi. Yüce Allah peygamberler gönderdi ve bizlerden ne istediğini peygamberlere indirdiği talimatlarla -vahiyle- bildirdi. Allah var, peygamberler var, din var, hesap var, terazi var... Kuran-ı Kerim; "İnsan yaratıldıktan sonra başıboş bırakılacağını sanmasın" der.
Allah'ın yarattıktan sonra (haşa) "oturup seyrediyor" veya "yoruldu dinleniyor" anlayışı bizim iman ve akaidimize aykırıdır.
Bize göre her şeyin sahibi ve yaratıcısı Allah'tır. O; yaratan, peygamber gönderen, dini emreden, insanın gayesini ve hedefini ve sorumluluğunu bize öğreten tek yaratandır. Bu nedenle de hedefsiz, gayesiz, projesiz, emirsiz, yasaksız, peygambersiz bir yaratıcı profili boş bir kuruntudur ki bunun diğer anlamı da deistliktir. Deizm boş bir yalan, kandırmaca ve oyalamaktan ibarettir. Deistler var olan Allah'ı değil, kurgularına göre dizayn ettikleri Tanrıya inanırlar. Diğer yandan deizmin (yani bir yaratıcının varlığı) ateizme karşı bir yaratıcının var olduğunu ispat etmeye çalışan bir proje olduğunu unutmayalım. İşin bir değil, birkaç yönü var.
Peygamberimizin Cuma günü minberde su içtiğini duydum. Bu bilgi doğru mudur?
Herhangi bir gün minberde veya mihrapda veya camide su içmeyi yasaklayan bir hüküm yoktur. En önemli cami bildiğiniz gibi Mekke'deki Kabe'dir. Orada zemzem içilir ve içmek de sevap sayılmıştır. Yine ramazan günü, camide iftarın açıldığını biliyoruz.
Cuma günü Efendimizin minberde su içmesine gelince; o da muhtemelen şu hadisedir: Bir Cuma günü Ezd kabilesinden kişiler Efendimize geldiler. Efendimiz öğle yemeği yiyordu. Kendisine gelen bu kişileri yemeğe davet etti. Adamlar ise, biz oruçluyuz dediler. Efendimiz, "Dün (Perşembe günü) oruç tuttunuz mu ki bunu bugün de devam ettirdiniz?" diye sordu. "Hayır" dediler. "Peki yarın tutacak mısınız?" diye sordu. Adamlar "Hayır" dediler. Bunun üzerine sadece Cuma günü oruç tutmanın uygun olmadığını belirtmek için "Orucunuzu bozun" diye emretti. Adamlar da yemek yiyerek oruçlarını bozdular. Hz. Peygamber (s.a.v.) sonradan Cuma namazı için camiye gidip minbere oturunca su istedi ve sadece Cuma günü oruç tutmadığını göstermek için suyu içti. (Tahavi, maani'l - asar)
Sadece Cuma günü oruç tutmanın mekruh sayılması o günün Müslümanlar için bir bayram, ikramlaşma ve birbirini yemeğe davet günü olarak algılanması içindir.
Cuma günü oruç tutacak birinin o günün bir evveli günü veya sonraki günü ile birleştirmesi uygun olur.
Sadece cumayı tutmayı mekruh, haram veya mübah gören alimler olmuştur.
Nihat Hatipoğlu - Sabah