Leylekler Uçarken (1957)
Letyat Zhuravli
Rusya (SSCB)
Keskin siyah beyaz görüntülerle süslü Altın Palmiyeli bir Sovyet filmi. Mikhail Kalatozov'un yönetimi ve Sergey Urusevsky'nin görüntü yönetmeni olduğu film imgesel kamera işçiliği ile çarpıcı bir yapıt.
Aşk, ihanet, savaş ve savaşın geniş kitlelere olan etkilerini anlatan Leylekler Uçarken karanlık bir dram. İngilizce adıyla The Cranes Are Flying, II. Dünya Savaşı sonrası Rus sineması örneklerinden.
M – Bir Şehir Katilini Arıyor (1931)
Almanya
Usta yönetmen Fritz Lang'ın kült suç filminde Berlin sokaklarında amansız bir mücadeleye sebep olan bir seri katil hikayesi konu edilir. Sadece çocukları öldüren bu psikopat seri katili durdurmak için çalışmaya başlayan şehrin polis teşkilatı, sokakları sıkı bir denetim altına alır. Katilin yakalanmamasından fazlasıyla tedirgin olan halkın yanı sıra, bu baskıdan şikayetçi olan başka bir grup daha vardır. Polisin sıkı denetimi yüzünden yakalanmaktan korkan diğer sokak suçluları ve dilenceler de kendi aralarında organize olarak bu operasyonun bir an önce sona ermesi için katilin peşine düşer. Artık polislerin yanı sıra suçlunun peşinde olan yasadışı bir oluşum da mevcuttur ve her iki taraf da katili ilk yakalayan taraf olmak için çabalayacaktır.
Yedinci Mühür (1957)
Det sjunde inseglet
İsveç
Savaştan bıkmış bir Orta Çağ şövalyesi, yanında bayraktarı ile Haçlı Seferi'nden dönmektedir. Vebanın kasıp kavurduğu Avrupa'yı gördükçe Tanrı'dan kuşku duymaya ve onun yolundan sapmaya başlayan şövalye, çok geçmeden ölümün eşiğine gelir. Ancak ölüme meydan okuyarak Ölüm'ü satranç oynamaya davet eden şövalye, kaybederse canını vermeye razıdır. Ingmar Bergman'ın 3. dönem filmlerinden biri olan Yedinci Mühür, ilk planlarından itibaren kamerayı gökyüzüne çevirmesi ile metafiziğe yönelen yönetmenin bu döneminin ilk filmidir.
Brief Encounter (1945)
Birleşik Krallık
Rachmaninoff'un unutulmaz 'İkinci Piyano Konçertosu' eşliğinde, sıradan insanların sıra dışı aşklarına tanıklık etmek istiyorsanız, İngiliz gerçekçiliğinin başyapıtı kabul edilen bu filmi mutlaka izleyin!
David Lean'e Cannes'te 'Festival Büyük Ödülü'nü kazandıran film, bir rastlantı sonucu tren istasyonunda karşılaşan iki evli yetişkinin yaşadıkları büyük aşkın öyküsünü anlatıyor.
Viridiana (1961)
İspanya
Film, Luis Bunuel'in Hıristiyanlik eleştirilerini içeren bazı sahneleri nedeniyle İspanya'da 1977'ye dek, 16 sene boyunca yasaklı kalmıştır. Filmin Leonardo da Vinci'nin Son Akşam Yemeği tablosunun söz konusu olduğu sahnesi, Vatikan tarafından dine küfür olarak yorumlanarak özellikle kınanmıştır.
Film, Benito Pérez Galdós'un kitabından uyarlandı.Ayrıca,Paris' e gönderilen kopyalar sayesinde yok olmaktan kurtarılmış ve Cannes Film Festivali' nde Altın Palmiye ödülünü kazanmıştır.
Konusu şöyledir:
Viridiana, (Silvia Pinal) bir rahibe okulundan mezun olmak üzere olan genç bir kızdır. Bir gün, yıllar önce ölen teyzesinin yaşlı kocası Don Jaime (Fernando Rey) tarafından onun çiftliğine davet edilir. Viridiana, yıllar boyunca okulunun parasını ödemek dışında onunla hiç ilgilenmeyen ve yaşayan tek akrabası olan Don Jaime'nin yanına gitmek istemese de baş rahibenin ısrarı ile onu ziyarete gider. Don Jaime, henüz evlendiği gece onunla birlikte olmadan ölen karısına çok benzeyen Viridiana'yı arzular ve onunla evlenmek ister. Bu isteğini ona açtığında genç kızın sert tepkisi ile karşılaşır.
Yurttaş Kane (1941)
Citizen Kane
Amerika Birleşik Devletleri
Orson Welles'in zamanın ötesine geçmiş bu başyapıtı, Amerikan Film Enstitüsü tarafından "Tüm Zamanların En İyi Amerikan Filmi" seçilmiş, İngiliz Film Enstitüsü'nün yaptığı ankette de eleştirmenler ve yönetmenlerce "Tüm Zamanların En İyi Filmi" ünvanına layık görülmüştür. "Yurttaş Kane", bu ünvanları yarım yüzyıldan uzun süredir gururla taşımaya devam etmektedir.
25 yaşındaki "dâhi çocuk" Orson Welles, ilk uzun metrajlı filmi Yurttaş Kane, sinemaya getirdiği "net alan derinliği" gibi teknik yenilikler, Welles'in incelikli senaryosu ve karakteri derinlemesine işleyişiyle sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri haline gelmiştir.
Dönemin en büyük medya patronlarından William Randolph Hearst, kendi hayatını anlattığını düşündüğü bu filmin gösterime girmesine şiddetle karşı çıkmış, hatta yapımcı RKO'ya, filmin imha edilmesi için prodüksiyon giderlerinin çok üstünde bir para teklif etmiştir.
Filmde, zengin medya patronu Charles Foster Kane, Xanadu'daki görkemli malikanesinde hayata gözlerini yumar ve son nefesini verirken, başucundakilere kimsenin anlam veremediği bir sözcük fısıldar: "Rosebud". Bütün medya, Kane'in son sözünün anlamını bulmak için harekete geçer ve konuşulan her kişi, Kane'in hayatının farklı bir yönünü ortaya çıkartır. Ancak "Rosebud" gizemini korur.
Bisiklet Hırsızları (1948)
Ladri di biciclette
İtalya
Savaş sonrası yaşanan iki senelik işsizlik döneminin ardından nihayet iş bulabilen Antonio mutluluktan havalara uçmaktadır. İşi için kendisine lazım olan bisikleti almak için yataklarını satmaları gerekmiştir; ancak Antonio en sonunda para kazanabileceği için mutludur. Yeni işinin ilk gününde bisikleti çalınan Antonio neye uğradığını şaşırır. Yaşadığı ailevi ve dünyevi problemleri çözebilmesi için acilen bisikletine yeniden kavuşması gerekmektedir.
İtalyan Yeni Gerçekçiliği'nin mimarlarından Vittorio De Sica'nın imzasını taşıyan Bisiklet Hırsızları, bir savaş sonrası toplumunun portresini oldukça geniş bir perspektiften çiziyor.
Jalsaghar (1958)
Hindistan
Satyajit Ray, yoksul bir Bengalli köylünün çocukluktan yetişkinliğe kadar olan yaşamını üç film halinde anlatan Apu üçlemesiyle ünlüdür daha çok. Bu filmler, yalnızca Bollywood müzikallerinin düşsel ve tuhaf görüntülerine aşina olan dünyayı Hindistan sanat sinemasıyla tanıştırdı. Ray farklı bir Hindistan'ı, geleneksel köy yaşamını, kıtlığın, kuraklığın ve yoksulluğun kırıp geçirdiği yaşamları ortaya seriyordu. Büyük ölçüde İtalyan Yeni Gerçekçiliğinin etkisinde kalan Ray'ın güzel ve dokunaklı filmleri, manevi ve toplumsal adaletsizlikleri irdeleme arayışındaydı. Taşrada, çok başarılı biçimde çekilmiş olan bu filmler, Hindistan yaşamının gerçek ve güvenilir belgeleri olmak için her türlü çabayı gösteriyordu. Ne var ki Jalsaghar'da (Müzik Odası) Ray'ın tarzı ve amaçları değişiklik gösterir. Bu karamsar, değişik atmosferlere keskin geçişler yapan, hüzünlü film, Apu üçlemesinin ya da Ashani Sanket'in (Uzaktaki Gök Gürültüsü, 1973) Ray'ını bekleyenlere büyük bir sürpriz olacaktır. Ray, bu hüner gösterisiyle, özellikle "Üçüncü Dünya" ülkeleri bağlamındaki tipik ulusal sinema anlayışımızın ötesine geçer.
Jalsaghar, gücünü yitirmekte olan bir Lordun, "Huzur" Roy'un, 1920'lerde geçen Çehov tarzı öyküsünü anlatıyor. Karakteri, Ray'ın en gözde aktörlerinden Chhabi Biswas, hüzünlü bir çekicilik ve etkileyici bir asaletle canlandırıyor. Roy'un gücü ve serveti yavaş yavaş tükenmiş ve geriye hiçbir şey kalmamıştır. Sarayı harabeye dönmüş, hizmetkârlarının sayısı gittikçe azalmıştır ve yaşlı adam günlerini çatısında oturup geçmişteki görkemli zamanların hayaline dalarak geçirir. Kıraç bir manzaraya bakarak oturup durur. Mahim Ganguly (Gangapada Basu), artan gücüne ve yükselen statüsüne uygun düşen materyalist bir anlayışa sahip bir tefecidir. Ganguly, Roy'un yitirdiği şeylerin temsilcisidir ve onun varlığını tehdit eder. Ganguly bir konsere ev sahipliği yapacağını ilan ettiğinde, Roy da eskiyle yeniyi son bir yüzleşmede karşı karşıya getirmek üzere aynı gece bir konser düzenlemeye karar verir. Roy'un gösterişli müzik odası onun en büyük tutkusudur, bir geriye dönüş sahnesiyle eski refah günlerinde odada verilen konserler gösterilir. Bu son konser her ne kadar Roy'un hazinesini tamamen silip süpürecek olsa da onun son soylu davranışı olacaktır. Bu, onun için bir zamanlar alışkın olduğu gibi yaşama ve kaçınılmaz sonunu, son bir müzik ve güzellik gecesi boyunca uzak tutmak İçin bir fırsattır.
Filmin çöküş ve melankoli atmosferi insanda neredeyse sarhoş edici bir etki yapıyor ve buna bağlı bir iyimserliğe yol açıyor. Roy'un yaşamının artık sonuna geldiğini içten içe hissediyor, yine de tıpkı onun gibi, olanaksız olduğunu bile bile bu yaşamın sona ermemesini umut ediyoruz. Ray'ın yeni gerçekçi filmlerini karakterize eden, zamanın ve mekânın yakın gözlemi ve özenli kurgusal yeniden yaratımı, bu filmde çok iyi sonuç veriyor ama daha dışavurumcu sonuçlara ulaşıyor. Sarayı bitkiler ve böcekler ele geçirirken, geride kalan iki uşağın da mücadelelerini kaybetmekte olduklarını görüyor, Roy'un yukarıdan baktığı çıplak düzlükte sürünerek ölüşüne tanık oluyoruz. Bu filmde yeni fikirleri ve teknikleri keşfe çıkan Satyajit Ray'ın tarzının daha da gelişmesini izlemek çok etkileyici. Jalsaghar, duyusal bir zevk kaynağı ve dünya sinemasının olmazsa olmaz başyapıtlarından biri.
Harp Esirleri (1937)
La Grande Illusion
Fransa
Jean Renoir'den savaş karşıtı bir başyapıt. Birinci Dünya Savaşı'nda, aristokrat sınıftan gelen Komutan De Boeldieu ile işçi sınıfından gelme Teğmen Marechal, keşif gezisine çıkarlar. Ancak görevlerini başarı ile tamamlayamadan, Alman askerleri tarafından esir alınırlar. Alman Komutan von Rauffenstein da, tıpkı Boeldieu gibi aristokrat bir aileden gelmedir ve esirlerinin kendisi ile birlikte yemek yiyebileceklerini duyurur. Yemek sırasında Boeldieu ile Rauffenstein, aralarındaki ortaklıkları görmeye başlarlar, bunların hepsi de sınıf temellidir. Ancak bu ortaklık, onların esir kampına gönderilmesini engellemez. Komutan ve teğmen, kampta diğer askerler ile arkadaş olur ve onların kaçış planlarına katılırlar. Esir kampından tünel kazarak kaçmayı deneyeceklerdir.
Tokyo Hikayesi (1953)
Tôkyô monogatari
Japonya
Müthiş bir dönüşüm ve modernleşmenin pençesinde bölünmekte olan Japonya'dayız. Taşralı, emekli bir karı-koca, Tokyo'da yaşayan evlenmiş çocuklarını ziyarete giderler. Gençler giderek hızlanmakta olan şehir yaşamının meşguliyeti içerisinde, onlarla ilgilenmektense birbirlerine pas edip kurtulma hafifliğindedirler. Sadece savaşta ölmüş oğullarının dul gelini yaşlı çifte şefkat ve ilgi gösterir. Evlerine döndüklerinde kırgın ve kafaları karışıktır. Çocukların titreyip kendilerine gelmesi için dramatik bir olayın gerçekleşmesi gerekecektir.
Ülkesinin 50'li yıllarda geçirdiği kültürel dönüşümün izini sürmekten yorulmayan Japon yönetmen Yasujiro Ozu'nun hem kendi başyapıtı hem de eşsiz ritmiyle, sinema sanatının en güzel filmlerinden biri.
Susuz Yaz (1963)
Türkiye
Ege'nin kurak topraklarındaki köylerden biri… Su sıkıntısı çeken köy halkı, yaşayabilmek için suya, su içinse su kaynaklarını arazisinde bulunduran Osman ve Hasak isimli kardeşlere muhtaçtırlar. Ağabey Hasan her zaman açgözlü ve hırslı olan taraf olmuştur. Köylülerin yakarışlarına rağmen bir damla bile su vermeyi kabul etmez. Haliyle işler fazlasıyla değişir. İyi yürekli Osman ise ağabeyinin zıttıdır. Bu genç adam ağabeyinin hırsı ve hataları nedeniyle hapishaneye dahi düşecek, aile yapısı yerle bir olacaktır.
Metin Erksan imzalı Susuz Yaz, içerisinde barındırdığı kuvvetli siyasi taşlamaları ile politik sinemamızın az sayıdaki örneğinden biridir. Ülkemizde uzunca süre gösterimi yasaklanan yapıt Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülünü kazanarak olağanüstü bir başarı göstermiştir. (Sinefesto)