Dağların ve taşların bile kendisi için bir ayet kılındığını unutan günümüz insanının maneviyatı ne kadar ve nereye kadardır?
***
Bazen birisi kendinden gayet emin biçimde karşınıza çıkar ve size der ki...
"Günlerdir yalnız başınıza dolaşıp duruyorsunuz, yardıma ihtiyacınız var mı?"
Şimdi ona nasıl anlatacaksınız ki, tek başına görünmeniz yalnız olduğunuz anlamına gelmez.
Ama bakıp da göremeyene bütün bunlar hayal gibi gelir.
Yolu görmeyen, yoldaşınızı fark edebilir mi?
Nitekim Semih Kaplanoğlu'nun o güzelim filminin sonlarındaki sahnede...
Yasak bölgeye geçişlerde rehberlik eden izci kadın, "beni nasıl buldunuz?" diye soran Erol'a "Bölgede başıboş dolaşıyordun" der.
Beş gün boyunca neler olup bittiğini nereden bilecektir?
Biz filmin seyircileri olarak talihliyiz, çünkü neler olup bittiğinden haberdar olma imkânına sahibiz.
Aklımızın erdiği, kalbimizin güç yetirdiği kadar...
Ondan ötesi de var tabii.
Haberdar olmak, sadece bir başlangıç.
Manayı kavramak için çaba göstermek gerekiyor.
Buğday/Grain bizi buna yönlendirdiği için değerli ve güzel.
***
Aydınlanma ve endüstriyel devrimin nasıl yıkıcı bir sürecin kapısını açmaya başladığını gören şair William Blake (1757-1827) Batılılara çok yakında (yani bu yaşadığımız günlerde) neyi kaybedeceklerini şöyle anlatmıştı...
"Bir âlem görmek kum zerresinde
Ve cenneti bir yaban çiçeğinde
Tutmak avucunda bütün varlığı
Ve bir saat içinde ebedi zamanı"
Sonrasını biliyor, sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz.
Küresel kapitalizm bütün dünyayı Batı haline getirince farklı geleneklerin manevi direnci birer birer kırıldı.
Tarım, baştan aşağı kimyasal/ genetik/ endüstriyel bir üretim alanı.
Yediğimiz ve ürünlerini tükettiğimiz hayvanlara gelince...
Onları hiç sormayın!
Hayvanların "onuru"nu umursamayan bir insanlığın onurlu bir geleceği olur mu?
Dağların ve taşların bile kendisi için bir ayet kılındığını unutan günümüz insanının maneviyatı ne kadar ve nereye kadardır?
***
Buğday filmi maneviyatı (M Parçacığı) terk edilmiş toprağın ve tohumun maddi varlığının artık açlığa çare olamadığı karanlık, huzursuz, düşkün bir gelecek zamanda başlıyor.
Sonra Hz. Musa ve Hızır; Yunus ve Hacı Bektaş, hatta Habil ile Kabil kıssaları kendine yer bulmuş, film boyunca su gibi akıp gidiyorlar.
Anlatmaya yerim yetmez.
İyisi mi, gidip görün!
(NOT: Yazımın başlığını filmi görenler anlayabilir)
SABAH
Haşmet Babaoğlu