Fars alfabesinin kıvrımlarından beslenen, elindekiyle yetinmeyi bilip yerelden evrensele ulaşan, sembolik, alegorik imgelerle, varoluşsal öğelerle süslenerek insanı, kendi doğasını keşfe çağıran İran sineması, İran kültürünün, mimarisinin, minyatürünün, kilimlerinin, şiirlerinin izlerini taşıdı. Ayrıntılardan, içsel açmazların toplumsal dertlere aralandığı her meseleden yola çıkan İran anlatısı yalın, özgün ve istikrarlıydı. Felsefenin, edebiyatın ve hayatın her evresinin karmasıydı.
Uzun süre Farsi melodramlarda boğulan, İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Amerikan filmlerinden medet uman, bir dönem majör film şirketlerinin hâkimiyetine giren İran sineması, sömürgeciliğe, sansüre, Mısır'ın şarkılı türkülü filmlerine karşı direnmiş ve nihayet 1960'ların sonuna gelinmişti. Sadelik, şiirsellik ve toplumsallıktan beslenmekle birlikte estetik kaygı da güden, gerçekler üzerine eğilirken, insanı ekonomik ve siyasi olana değinerek anlatan, alt tabakanın da özümseyebileceği bir dille ifade bulan İran Yeni Dalgası, günümüz İran sinemasının da tohumlarını serpmişti. Dairush Mehrjui'nin Gaav filminde, İran Yeni Dalgasının izleri ilk kez görülüyordu. Film, dönemin demir yumruk rejimi Pehlevi'nin karşısında durmuş, sansüre uğramış ama 1970'teki Venedik Film Festivali'nde ödül almayı başararak özgürlüğünü ilan etmişti.
Sanayileşme yanlısı rejimi eleştirerek şehrin ve şehirli olmanın köylüler tarafından kötü algılandığını anlatmak isteyen Mehrjui, filmi, köyün delisini değnekle kovalayan, ıslatan, ayağına teneke bağlayıp yüzüne çamur süren çocuklarla açmıştı.
BASKICI REJİMLER DÖNEMİNDE BÜYÜK GELİŞME GÖSTEREN SANAT
Hem şah rejiminden yardım alarak hem de rejimi eleştiren bir filmin sahnelendiğini görüyoruz. Rejimi bu derece yanıltan ve üstelik rejimin desteğiyle çekilen bir filmi en iyi özetleyecek kelime sanat olsa gerek.
Toplumsal muhalefetin cılızlaştığı totaliter rejimlerde tek muhalif güç sanattır. Bu durum hiç bir zaman değişmemiştir. Ortaçağ Avrupa'sında açlıktan dolayı ölümlerin yaşanması ve kilisenin lüks ve varlık içerisinde yaşamasına rağmen halk muhalefetinin cılız olduğunu ve buradaki düzenin meşruiyetini sorgulayan tek gücün sanat adamları olduğunu görmekteyiz. Hem de gyotinlere ve diri diri yakılmalara rağmen. Sanat en çok baskıcı rejimler döneminde büyük gelişme gösterir.
Bunun en iyi örneği, İran şahı Muhammed Rıza Pehlevi döneminde yaşanmıştır. Yoksul İran halkının, şahın baskıları karşısında çaresiz kaldığı bir anda hem şah rejiminden yardım alarak hem de rejimi eleştiren bir filmin sahnelendiğini görüyoruz. Rejimi bu derece yanıltan ve üstelik rejimin desteğiyle çekilen bir filmi en iyi özetleyecek kelime sanat olsa gerek. Halkın konuşmadığı yerde sanat konuşur ve sanat konuştuğunda da artık susturulamaz. Bu, zulme karşı ilk darbedir ki ardı arkası kesilmez artık. Bunun en bariz örneğidir Daryuş Mehrcui'nin "Gaav" isimli filmi.
GHOLAM-HOSSEİN SAEDİ'NİN OYUN VE ROMANINDAN UYARLANMIŞTIR
Şehirden, modern kent hayatından çok uzakta bir köy. Etrafı uçsuz bucaksız düzlüklerle çevrili köyün, şehirdeki modernizm ve sanayileşmeye karşın yoksul bir hayat sürdüren köylülerinden yalnızca biri olan Hassan ölüm ve yaşam, aidiyet ve yabancılaşma arasındaki ince ipte yürüyen bir cambazdı.
İran'ın bir köyünde çekilen "Gavv" toplumsal bunalımı ve yoksulluğu işliyor. "Gaav", 1969 yapımı Dariush Mehrjui filmidir. Gholam-Hossein Saedi'nin oyun ve romanından, yazarla birlikte uyarlayıp senaryolaştırmışlardır. Film fakir bir İran köyünün bunalımını ve kapalılığını, yoksulluğun krize dönüşümünü bütün yönleriyle işler. Köydeki tek ineğe sahip olan Hassan'ın evli olmasına rağmen hiç çocuğu yoktur. Gebe olan ineğine çok düşkündür ve onun dışında hiç kimseyi dünyasına almaz. Bir gün ineğini köyün dışındaki gölette yıkamaya götürdüğü bir sırada kendisini "Bolouris" namlı hırsızların takip ettiğini görür. Bundan sonra sürekli tedirginlik içerisinde yaşamaya başlar. İneğinin çalınma korkusu karşısında ahırda ineğiyle birlikte yaşar ve tedirginliği, onu çıldırtacak dereceye gelir. Hassan'ın işte olduğu bir günde ineği aniden hastalanıp ölür. Köylüler, bu durumu nasıl izah edeceklerini düşünürler ve ineği derince bir çukura gömüp daha sonra da şöyle bir karara varırlar: İneğin kaçtığını ve köyden birinin de ineğin peşinden gittiği yalanını söyleyeceklerdir. Bu yalana inanmayan Hassan, ineğine aldığı çanı kendi boynuna takarak "Bolouris"i beklemeye başlar. Hassan artık delirmiştir. Ahıra kapanarak inek gibi davranır. Filmin en can yakıcı sahnesi ise Hassan'ın saman yemesidir. Kimseyle konuşmaz ve herhangi bir tepki vermemeye başlar.
Köylü toplanarak kendisini şehirdeki hastaneye götürmeye karar verir, fakat Hassan'ı ahırdan çıkarmak oldukça güçtür. "Ben Hassan değilim, ben Hassan'nın ineğiyim." demesi Hassan'ın ineğe evrilmesidir artık ve onun davranışlarını bir ineğin davranışlarından ayırt etmek oldukça güçtür. Köylü için bu durum endişe vericidir. Nihayet ellerini bağlayarak kendisini götürmeyi başarırlar. Dağlık bir alanda şiddetlenen yağmurdan dolayı Hassan'ı hareket ettiremezler ve bilge arkadaşı çok sinirlenerek, "Yürü be hayvan, yürü!" diyerek dövmeye başlar. Bu sırada Hassan bir fırsat bularak uçuruma doğru koşarak uçurumdan atlar ve ölür.
İNEKLE ÖZDEŞLEŞEREK ÖZÜNÜ DIŞA VURDU
Hakikate çevrilen kamera, şiirsel ve alegorik görevini tamamlayarak hakikatin altında yatanı izleyicisine sezdirdi.
Doğadan uzakta, modern kent toplumunun ağırlığı altında tek başına yaşayan bir insan değildi Hassan. O, kendisini inekle özdeşleştirerek özünü dışa vurdu. Öyle bir hâl aldı ki tutkusu, kendi nesnesinin denetimine girerek, aklı, fikri ve tüm duygularıyla birlikte özne olma konumunu yitirdi, ardından yabancılaşma başladı. Önce kendisini, sonra toplumu tanımaz hâle gelen Hassan, başka bir deyişle evrene karşı bir yenilgi yaşadı ancak her bir zerresiyle savaştan galip ayrıldı. Bir rejimin boyunduruğundan, var olmanın gizli öznesinden kurtuldu. İpini koparan bir balon gibi yükseldi. Hakikate çevrilen kamera, şiirsel ve alegorik görevini tamamlayarak hakikatin altında yatanı izleyicisine sezdirdi.
Hassan'ın Gregor Samsa'yla benzerlik göstermesi, hatta görsel olarak sunulan Hassan karakterinin ineğe evrilişi o kadar gerçekçi ki, onu inekten ayırt etmek imkânsızdır. Gregor Samsa'nın böceğe evrilişiyle, Hassan'ın ineğe evrilişini kıyasladığımızda Hassan'ın daha gerçekçi olduğunu görüyoruz.
Filmde rejime yöneltilen eleştiriler "Bolouris" çeteleriyle yansıtılmaya çalışılıyor. "Bolouris" İran halkının hiç sevmediği hırsız çetesidir ve filmde bu çete, rejimin sembolize edilişidir. İlk başlarda anlaşılmasa da irdelendiğinde bu şekilde sembolize edildiği anlaşılacaktır. Filmin anlatımını güçlü kılan böylesi bir sembolün kullanılması, seyircide hayret uyandırmaktadır. Çünkü rejime karşı oluşan öfkeyi bu şekilde anlatılması sayesinde İran sinemasında yeni bir çığır açılıyor.
"İnek" filminin, İran Yeni Dalga Sineması'nın ilk örneği olduğu söylenir. Filmin Berlin ve Venedik Film festivallerinden ödülleri bulunmaktadır. Film, Ali Şeriati gibi şah rejimi karşıtı aydınlar tarafından oldukça sevilir. İran sinemasının evrilişi olarak değerlendirilen bu film, 1979 devriminden sonra sansürden kurtulup tekrardan sahnelenme şansı bulur. Sanatın sınırlarını zorlayan "Gaav" filmi, İran sinemasına yönelişin olmazsa olmaz ilk basamağı olarak kabul edilmektedir.