Kadir Mısıroğlu'nun yaptığı Sebil Dergisi'nde "Göller Bölgesinde Bir Ada" başlıklı bir yazı dizisi kaleme aldı. 27 Temmuz 1979 tarihinde yayımlanan aynı başlıklı yazısında birçok mütefekkirden bahseder.
Aydının ulemaya karşı zaferi
Cemil Meriç'e göre Sultan II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırarak düşünceyi felce uğrattı. Meriç, Yeniçeri Ocağı'nın topa tutulmasını "aydın"ın "ulema"ya karşı zaferi olarak görür. Ülkenin mukadderatı, kendi kendinin düşmanı olan intelicansiye'ye terk edildi. Ülkeden idareyi elinde bulunduran bu yeni aydın kesimi Meriç tarafından ufuksuz ve köksüz olarak ifade edilir. Meriç'e göre neşet eden aydın kesimi "Avrupa'nın zâde-i melâneti" oldu.
"Yeniçeri ocağının kaldırılması sonucunda İslâmi tefekkür tazeliğini/yeniliğini ve hayatiyetini yitirir. İslâm tefekkür, Batı'nın ve Batıcıların saldırısı karşısında kalıplaşır, katılaşır ve kitlelerin vicdanında sadece bir hatıra ve bir ümit olarak yerini korur. Vâkâ-yı Hayriye'den bu yana, ülkemizde tek büyük İslâm mütefekkiri yetişmemiştir" tespitinde bulunur. Fakat söz konusu çıkarımında Ahmed Cevdet Paşa gibi münevverleri istisna tutar.
"…birkaç şimşek pırıltısı cehaletin kesif bulutlarını dağıtamaz." diyen Meriç istisnalar kaideyi bozmaz düsturu ile tespitinin arkasında olduğunu ifade eder.
Fildişi kuleleri
"Zaman geçtikçe küfür daha da koyulaşacağından mabedin bekçileri olan İslâm mütefekkirleri susarlar. Küfrün amansız saldırıları karşısında, İslâm'ın ezeli ve ebedi hakikatlerini haykıracak insanlar korkak ve kararsız bir şekilde fildişi kulelerine çekildiler".
Meriç, bu biçimde eleştiriler getirdikten sonra "asrın idrakine söyletmeliyiz Kur'an'ı" diyen Mehmet Akif Ersoy'u en zehirli oklarını, milletlerarası küfrün boy hedefi II. Abdülhamid'e fırlattıktan sonra, Hidiv'in davetine koşmakla itham eder. Fakat burada Meriç'in Akif'in Mısır seyahati ile ilgili malumatı ve eleştirileri doğruyu yansıtmaz. Meriç'in bu ifadeleri Akif ile ilgili bilgisinden şüphe edilmesine neden olur.
Medresenin yetiştirdiği son büyük adam
Ahmet Cevdet Paşa'ya Cemil Meriç, külliyatında sık sık yer ayırır ve tarihçiliğine methiyeler dizer. Tarihçiliğinde İbn Haldun'un görüşlerinin ciddi tesiri ilk bakışta fark edilen bu edebi şahsiyetin "Tarih-i Cevdet" namıyla bilinen ve altı cilt olarak neşredilen tarih kitabını birçok yerde takdire şayan bulur.
Meriç, Ahmet Cemil Paşa için "Medresenin yetiştirdiği son büyük adam. Çok ihtiyatlı adımlarla Batı'yı fethe doğru yürüyen Doğu. Müesseseleri tunçlaşan bir imparatorluğun yetiştirdiği son büyük adam" der.
Ona göre Cevdet Paşa bir dava adamıdır. Batılılaşmaya inanmış ama Batılılaşırken batının her türlü kaidesini aynen iktibas etmek yerine Osmanlı kültürüne yakışan ve uyan tarafları benimseme taraftarı bir aydındır.
Cemil Meriç, Paşa'yı tarih yazdığı zaman çok insaflı, çok titiz, yüklendiği mesuliyetin farkında bir ilim adamı olarak tanımlar ve şunları ifade eder: "Tarihçi Kemal, kavga eder gibi yazar. Daima karşısında bir düşman vardır. Paşa'daki sabır ve inzibat Kemal'in meçhulüdür. Paşa;''Tezakir'' ve ''Maruzat''da günün olaylarına eğilen geniş tecessüslü bir gazetecidir ama en tehlikeli konularda bile dürüst ve objektif kalmasını bilir. Mübalağaya kaçmaz. Gazeteci, tarihçi olduğunu bir an bile unutmaz. Kemal, tenkit yazılarında eski oyuncaklarını kırmaktan zevk duyar."
Cevdet Paşa'nın Tarih-i Cevdet adlı eserini bir abide olarak görür. Batı tarihçilerini daha önce okuduğu için Cevdet Paşa'nın emeğini fark edemediğinden yakınır ve ukalaca tenkitlerle eserin sahifelerini kirlettiği için kendine kızar. Daha sonra ise Paşa'ya tekrar dönecek ve o büyük gayretini anlayacaktım diyerek Cevdet Paşa'nın tarihçiliğine ne kadar büyük bir saygı duyduğunu ifade eder.
Biricik dava adamı
Meriç, ilk olarak yakın tarihimizin tek mücahidi olarak kabul ettiği Bediüzzaman olarak da bilinen Said Nursi'den bahseder. Ona göre Said Nursi, 60 yıl her kahra, her cefaya maruz kalarak ve göğüs gererek mücadele eden biricik dava adamıdır. 1878 yılında Bitlis'in Nurs Köyü'nde dünyaya gelen ve 1960 yılında Şanlıurfa'da vefat eden Nursi, Meriç'e göre söndürülmek istenen mukaddes ateş olan İslâmı tekrar meşaleleştiren kişidir. Yazıda, Decal'lere meydan okuyan imanın remzi olarak anılır. Anadolu insanının Said Nursi'ye niye bu kadar fazla rağbet gösterdiğini Meriç, şöyle ifade eder: "Said'in kuvveti yalnız hafızasından, yalnız bilgisinden, yalnız büyük cedel kabiliyetinden gelmiyor. Cesarete susayan insanımız, ananevi irfanının bu pervasız temsilcisinde, asırlardır aradığı ihlâsı, feragati bir dava uğruna nefsini feda etmek celadetini de buldu."
Bir iman adamı
Meriç'e göre Necip Fazıl, genç nesillerin İslam mefkûresi etrafında toplanmasını sağladı. 26 Mayıs 1904 tarihinde İstanbul'da dünyaya gelen ve 25 Mayıs 1983 tarihinde İstanbul'da dâr-ı bekâya hicret eden Necip Fazıl, tefekkür semamızın bir başka yıldızıdır. Meriç, Necip Fazıl'ın, bir şair olarak öfkesiyle, hayal kırıklığıyla, günahları ve nedametleriyle, bilhassa coşkun ifade kabiliyetiyle genç aydınlara bir rehber olduğunu vurgular.
Ona göre Nursi'nin kitapları tahkiki imanın birer kalesi iken Necip Fazıl, çeşitli kollarla kabaran gürleşen ve zaman zaman coşkun olan zaman zamansa bulanık bir sestir. Kendisini bir bilim adamı olarak gören Meriç, Necip Fazıl'ı Arvasi tarafından inşa edilen bir iman adamı olarak görür.
Tarihle pençeleşen bir dev
Meriç'e göre İbn Haldun, kaynaklarından koparılmanın adıdır. Koparılan kaynaklardan bir tanesi de meşhur eseri Mukaddime… Kendisinden sonra takipçisi olmamış ve bir gelenek devam ettirememiş, daha sonra Toynbee olmak üzere birçok Avrupalı düşünür tarafından 'sosyolojinin kurucusu' olarak öne sürülmüş İbn Haldun'u, "kendi semasındaki tek yıldız" olarak anlatır Cemil Meriç.
Yazar, İbn Haldun için "Kılıcıyla fethedemediği ülkeleri kalemiyle fethetmiştir. "der. Cemil Meriç'in İbn Haldun meselesini ilk satırdan itibaren bir biyografi ve eser ekseninden ziyade kopuş, tahrif ve düşünce sorunu olarak ele alması çok dikkat çekicidir. Batı'ya körü körüne itaatin ıstırabı, hikmet mirasının çarçur edilmesi ve kimlik kaybının buhranları ortaya çıkartır. Aslında onun anlattıkları, İbn Haldun'dan ziyade bizim onu terk ediş hikâyemizdir.
Pervasız bir mücahit
Cemil Meriç'e göre Ali Şeriati'de bulunan engin tecessüs, çağdaş İslâm müteferiklerinin hiçbirinde bulunmaz. Meriç, Şeriati'yi "engin bir tecessüs, geniş bir irfan, Doğu'yu ve Batı'yı kucaklayan bir terkip kabiliyetine sahip ve hepsinden öte eşsiz bir mücadele azmi"ne sahip biri olarak tasvir eder. Şeriati'yi İngilizce'den okuduğu için kendisini suçlayan Meriç, İranlı sosyoloji doktorunu tam olarak tanıyamamaktan yakınır. Farsça bilmediğinden Şeriati'nin eserlerinin tümüne vakıf olamadığını dile getirir. Tercümeyi başlı başına bir tahrif olarak gören yazara göre Şeriati'yi en iyi anlamanın yolu eserlerini orijinal dilden okumaktan geçer. Meriç, başka bir yazısında Şeriati'den tekrar bahseder. Ona göre Şeriati, her şeyden önce bir şairdir. Bunun dışında bir ilim adamıdır. Şeriati, coşkun bir zekâ ve inanmış, genç bir yaşta şarkısını tamamlayamadan hayata gözlerini kapayan ve kardeş İran'ın pervasız bir mücahitidir, bir Müslümandır. Meriç'e göre Şeriati'nin en büyük tarafı hamiyeti, samimiyeti ve kendini mukaddes bir davaya feda eden genç şehit oluşudur.