Üsküdar'da, 1841 yılında dünyaya gelen Şeker Ahmet Paşa, hassas, çevresindeki insanları her zaman mutlu görmek isteyen bir yaradılışa sahipti. Dokuz yıl süren tahsil döneminden sonra, sınavla öğrenci kabul eden Tıbbiye Mektebi'ni kazandı. Acı çeken hastalara hemen şifa bulamamak gibi nedenlerle Tıbbiye'nin kendisine uygun bir seçim olmadığına inanarak, annesinin de doktor olmasını pek desteklememesi üzerine buradan ayrılarak Harbiye'ye geçti. Meydana getirdiği eserleri ile güzel sanatlarla oldukça ilgili olan Sultan Abdülaziz'in dikkatini çekti.
Abdülaziz tarafından 1864'te Paris'e resim öğrenimi için gönderildi. Bu temiz ahlâklı ve mülayim tabiatlı genç öğrenci, o zamanın pek tanınmış hocaları olan Gustave Boulanger'in (1824 -1888) ve Jean-Léon Gérôme'nin (1824 – 1904) atölyesini seçti. Paris'te gerçekçiliğin öncüsü Gustave Courbet ile Barbizon Okulu'ndan etkilendi.
TABİATA OLAN SONSUZ AŞKI VE AHLAK SAFLIĞI
Paris'te aynı dönemlerde bulunan Osman Hamdi ile anlaşan Şeker Ahmet'in, her nedense yine Harbiye mezunu olan Süleyman Seyyid ile yıldızlarının bir türlü barışmadığı söylenir. Şeker Ahmet, Paris'te 7 yıl süren eğitimi sırasında, İstanbul'a birçok yapıtını gönderdiği gibi, Paris'te de sergiler. Eserleri beğenilen genç sanatçının tahsilini tamamlayınca mükâfat olarak üç ay da Roma'da çalışması uygun görülür. Paris'te tahsilde bulunduğu yıllarda evvelâ Gustave Boulanger'in daha sonra da Paris Güzel Sanatlar Okulu'nda Jean-Léon Geröme'nin talebesi olan Ahmet Ali, Paris'te, sanatın en ihtilalci sayabileceğimiz bir devrinde yaşar. Burada kaldığı uzun yıllarda, bir tarafta son klasiklerin, diğer yanda yeni bir akımın en kudretli insanlarının yaşadığı havayı teneffüs eder. Kuvvetli seziş kabiliyeti, tabiata olan sonsuz aşkı ve tertemiz ahlak saflığı sayesinde kişiliğini bulur, Türk sanat tarihinde ön saflarda yerini alır.
Türkiye'ye döndüğü zaman, İstanbul'da henüz bir güzel sanatlar mektebi açılmamıştı. Abdülaziz'in himayesine mazhar olmuş bir Fransız ressamı Guillemet, Beyoğlu'nda hususî bir resim mektebi açmıştı ki, sonra bu zatın ilk defa 1876'da açılan Sanayi-i Nefise Mektebi'nin ilk müdürü ve hocası olduğu söylenirse de bugünkü Güzel Sanatlar Akademisi'nin (Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi), Osman Hamdi Bey (1842-1910) tarafından II. Abdülhamit zamanında 1883 yılında açılmasına daha on iki yıl vardı. Bu mekteplerin de açılmasında yine Ahmet Paşa'nın büyük rolü olduğu söylenir.
Etrafında iyi huylu, sakin bir kişilik olarak bilinen Paşa, arkadaşları tarafından şeker adıyla çağrılır. Tümgeneralliğe dek yükselen Paşa, daha sonra sarayda Misâfirîn-i Ecnebiyye Teşrifatçısı (Yabancı Konuklar Teşrifatçısı/Protokol Sorumlusu) olur, ölünceye kadar bu görevini sürdürür.
ŞEKER AHMET PAŞA'NIN RESİMLERİ
Şeker Ahmet Paşa'nın resimlerinde doğa ezici bir ağırlıktadır. Doğanın betimlenmesinde kullanılan renkler ve ışık, tinsel bir içeriğin taşıyıcısı olup ona aşkın bir nitelik kazandırmaktadır. Resimlerindeki durgun ve sürekli ışık, nesnelere zamanı aşan anıt izlenimi verir. Natürmortlarında ağırlıklı olarak meyveleri daha az olarak da çiçekleri konu alır. Bazı örneklerde de hem meyveler hem de çiçekler vardır. Ayvalar adlı eseri ise natürmort konusunun manzara içinde verildiği değişik bir örnektir. Manzaraları orman manzaraları ve açık ufuklu manzaralar olarak ikiye ayrılmaktadır. Ayrıca "Talim Yapan Erler" ile "Tepe Üzerinde Kale" adlı resimleri ayrı bir grup olarak da incelenebilir. Manzaralarında bazı küçük boyutlu insan ve hayvan figürleri ile mimari şekiller yer alır. Bazı örneklerde ise ceylan ve geyikler manzaranın ana konusudur.
YILDIZ SARAYI'NDAKİ İMZASI
Şeker Ahmet Paşa'nın tek figür resmi kendi portresidir. Kendi kuşağında bu konuyu işleyen tek isim olan sanatçı; kırmızı fesi ve bıyığı ile bir Osmanlı aydınını anlatır. Sol elindeki köşeli palet, sağ elindeki fırça ile tuval önünde durması da sanatçı kimliğini ön plana çıkarması bakımından önemlidir.
Manzaralarında çoğunlukla toprak renkleri ve yeşilin tonlarının ağırlık kazandığını görürüz. Bazı resimlerinde bir eşeğin semerinde, bir evin çatısında ya da çiçeklerde kırmızı lekeler kullanarak manzaralarına canlılık verir. "Kuğulu Göl" mavi tonlarının ağırlıklı olduğu bir manzara resmi olarak dikkat çeker.
Sanatçı, 1892 yılında kurulan Yıldız Çini Fabrikası'nda üretilen porselenler için desenler de çizer. Ayrıca son Osmanlı sarayı olan Yıldız Sarayı'nın bazı bölümlerinin duvar resimlerinde başka sanatçılar ile birlikte imzası bulunur. Eğitimci yönü de bulunan paşa, ders vererek ya da dolaylı yollarla birçok genç sanatçıyı da etkiler. Öğrencileri arasında sayılabilecek ünlü ressamlar Celal Esad Arseven, İbrahim Çallı ve Halil Dikmen vardır.
OSMANLI'NIN İLK RESİM SERGİSİNİ AÇTI
Ülkede henüz resim tahsili yapılan bir okulun bulunmadığı bir devirde, 1872'de Şeker Ahmet Paşa Osmanlı'da ilk resim sergisini açar. Sultanahmet'te sanat okulunda açılan bu ilk sergi hakkında Hüseyin Haşim şöyle der: "Müşarünileyh asâr-ı latifesini bu sergide teşhir ederek Osmanlıların nasılsa rağbet etmedikleri fenn-i müstahsen-i tasvir hakkında celb i nazara ve şu suretle memleketimizde resim muhabbetini işara himmet eyledi." Bu nedenledir ki, bundan yaklaşık bir buçuk asır önce, İstanbul'da, resim sanatı ile hiçbir ilgisi olmayan bir çevrede, yağlıboya tablolarla açılan bu sergi, sanat tarihimizde oldukça önemlidir.
Ahmet Ali Paşa'nın bu ilk sergisi ve onu takip eden, 1873 yılında Sultan Mahmut Türbesi yanındaki Darülfünun binasında açılan ikinci sergi herhalde devrin aydın insanları arasında ilgi ve heyecan uyandırır. Hoca Ali Rıza'nın öğrencisi Sami Yetik (1878-1945) bu sergilerden söz ederken: "Şeker Ahmet Paşa'yı sanatında şekerleştiren, dimağlarda, ruhlarda tatlı bir hatıra bırakan en güzel eseri 1874'te İstanbul'da ilk Türk resim sergisini tertip edişidir. Sanat yoksuzluğu, sanat karanlığı içinde bir lem'a, bir ışık halinde hayatiyet ifade eden bu sergidir ki onun gözleri kamaştıran, şöhret pırıltılarının intişarına hizmet etmiştir." der.
Halkın çoğunluğu o dönemde sergi faaliyetlerine yabancı kalmış olsa bile, zamanın hükümdarı bu gayretlerin değerini takdir eder. O yıl rütbesi derhal kol ağalığına (kıdemli yüzbaşı) yükseltilir ve Sultan Abdülaziz'in yaverliğine tayin edilir.
"ŞEKER" LAKABININ HİKÂYESİ
"Şeker" lakabının herkes tarafından benimsenmesi Sultan Abdülaziz'in içinde bulunduğu bir hikâyeye bağlanır: "Veliaht Yusuf İzzettin Efendi, maiyetinde bulunan Ahmet Ali'ye, arkadaşları tarafından tatlı dili, hoş kişiliği, herkes tarafından sevilmesi nedeniyle şeker diye seslendiğini biliyordur. Bir gün büyük bir tören sırasında Sultan Abdülaziz, yanındakilere "Yaver Ahmet'i çağırın" deyince, emri duyanlar "Hangi Ahmet?" diyerek duraklar. O sırada Yusuf İzzettin Efendi, ağzından "Şeker Ahmet'i" cevabını kaçırınca da bu durum padişahın çok hoşuna gider ve "Paşanın adı bundan sonra Şeker Ahmet olsun." der.
1907 senesinde ahirete duhul eden Şeker Ahmet Paşa, Mayıs ayının 5'inde bir cumartesi günü sabah saatler 6'yı gösterirken, Tepebaşı'na gitmek için evinden çıktığı sırada, Mahmut Paşa başında But Efendi Hanı'nın biraz yukarısında, kehribarcı Bosnalı Osman Bey'in dükkânı önünden geçerken fenalaşır ve orada hayatını kaybeder. Ertesi gün cenazesi büyük bir kalabalık ile kaldırılan "Şeker" Ahmet Paşa, Sokullu Mehmet Paşa türbesi civarına defnedilir. Türbesinin kapısı üzerinde ise "Yaverân-ı Hazreti Şehriyariden; Misafirini Ecnebiyye Teşrifatçısı Merhum Şeker Ahmet Paşa'nın kabridir" yazar… (İSMEK El Sanatları Dergisi, Osmanlı'nın Tıbbıyeli Ressamı Şeker Ahmet Paşa)