Bu yıl ikinci kez düzenlenen "1 Festival İzmir" ünlü sanatçıları İzmirlilerle buluşturuyor. 21 Ekim'e kadar sürecek festivalin ikinci gününde, caz müziğinin önemli isimlerinden Tunuslu Dhafer Youssef sahne alacak.
18 Ekim Çarşamba akşamı saat 20.00'de Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi (AASSM) Büyük Salon'da İzmirliler ile bir araya gelecek olan ünlü sanatçıya, piyanoda Ishfar Sarabski, bas gitarda Phil Donkin, davulda Ferenc Nemeth eşlik edecek.
Arap müziğinin duygusunu elektronik, senfonik, oryantal ve caz tınıları ile birleştiren udi, şarkıcı ve besteci Youssef, 1999 yılında yayınladığı 'Malak' adlı albümü ile caz dünyasında büyük bir sükse yapmıştı. 2016 yılı Eylül ayında piyasa çıkan ve bir müzisyenlik başarısı olarak değerlendirilen albümündeki besteler ve enstrüman gibi kullandığı güçlü sesiyle dikkat çeken sanatçı, İzmir'deki konserinde son albümü 'Divan of Beauty and Odd'daki parçalara da yer verecek.
ASR İLE MAĞRİP ARASINDAKİ MÜZİSYEN DHAFER YOUSSEF
Günümüzde kulağı dünya müziğine açık olup da Dhafer Youssef ismini duymayan müziksever yok denecek kadar azdır.
Bunu sadece Türkiye için söylemiyoruz elbette. Avrupa'dan Asya'ya birçok ülkeye müziğini ve sesini duyurmayı başarmış bir sanatçı o. Asla bitmeyen müzikal arayışları, bir enstrüman gibi kullandığı güçlü sesi ve bilinen türlerin ötesine taşıdığı müziğiyle her geçen gün daha fazla adından söz ettiriyor. Sufi geleneği ve caz unsurlarını Arap lirizmiyle harmanladığı müziğine Akdeniz sıcaklığını yansıtan Tunuslu udi, şarkıcı ve besteci, bugüne kadar imza attığı sekiz albüm ve dünya çapında yüzlerce canlı performansla müzikal yükselişini hep bir üst seviyeye çıkardı.
Dhafer Youssef, Türk müzikseverlerin de çok sevdiği ve yakından takip ettiği bir müzisyen. Ülkemizde her konseri ilgi ile takip ediliyor. Her albümünde bağlı olduğu geleneklerden kopmadan yeni şeyler deneyen ve oryantal, senfonik, elektronik ve caz tınılarını müziğinde buluşturarak bizlere hiç alışık olmadığımız yeni ses dünyaları sunan Youssef, Türk sanatçılarla da ortak projelere imza atıyor.
Hüsnü Şenlendirici ve Aytaç Doğan bu sanatçıların başında geliyor. Türkiye'de ismi Cafer olarak telaffuz ediliyor ancak menajeri ve kendisi Zafer denilmesini istiyor her zaman. Youssef, müezzinlik geleneğine sahip bir ailede dünyaya gelmiş ve küçük bir kasabada büyümüş. Onu müziğe âşık eden şey ise cami kubbesinde çınlayan sesinin yankısı. O yankıyı duyduktan sonra başlayan yolcuğu kendine 'ud'u arkadaş edinmesiyle farklı bir hal almış. Bu müzik aşkı, onu ilk kez piyanoyu gördüğü Viyana'ya kadar götürmüş. Sonrası ise malum. Önce o cazı, sonra da caz dünyası onu keşfetmiş.
"Aldığım yol, nerede doğduğumdan daha önemli" diyen müzisyen için önemli olan doğru yerde doğru zamanda olmakmış. Asr ile mağrip arasında olmak yani. O müezzinlik geleneği olan bir ailenin ferdi. İster istemez çocukken vaktinin büyük bir kısmını camide geçirmiş. "Camide Kur'an okumak ve kubbede çınlayan ekoyu duymak tarif edilemez bir mutluluktu. Duyduğum bu seslere âşık oldum. Bu, Allah'tan kaynaklandığına inandığım çok güçlü bir istekti. O zamanlar Kur'an'ın anlamı ile çok fazla ilgilenmiyordum. Beni cezbeden duyduğum seslerdi. Kur'an okurken duyduğum o sesler birer renk gibiydi. Belki başka bir ibadethanede olsaydım da aynı şeyi hissedebilirdim. O günden beri hep kendimi keşfetmeye ve ne yapabileceğimi öğrenmeye devam ediyorum. Sürekli adım atıyorum. Önemli olan adım atıp yol almak."
Dhafer Youssef'i dünyaca ünlü bir ud sanatçısı yapan sadece enstrümanını iyi çalması değil. Onun udla farklı bir ilişkisi var. Her çalışında farklı dünyalara götürüyor dinleyeni. Sadece teknik farklılığı değil, duygusal olarak da udu farklı tınlatıyor. Onun gibi bir sanatçının sadece kendi sesiyle tatmin olması mümkün değil elbette. "Başka şeylere ihtiyacım vardı. Notaları duymam gerekiyordu. Ben müziğe âşıktım. Bir şeye âşık olursan aşkını kanıtlamalısın ve yaratıcı olmalısın. Kendini vermelisin, sürekli düşünmelisin. Benim için önemli olan bestelemek. Bestelemek daha çok düşünce ve zaman gerektiriyor. O yüzden bir şey eksikti. Şarkı söylemek kolaydı. Ama besteleme konusunda enstrümanı iyi bilmeniz gerek." Bunun için küçükken çok ilkel müzik aletleri yapmış kendi kendine. Sonra da bir ud almış. Bu, diğer adımları atabilmek için oldukça önemli bir adımmış.
Küçük bir köyde büyümüş sanatçı. Dünyaya açılan tek pencere radyoymuş. Caz ya da klasik müzik ayrımı yapmadan radyoda çalan birçok farklı müziği dinlemiş. Zaten o zaman müzikler arasındaki farklılıkları dahi bilmiyormuş. Çoğu şarkıyı söyleyenleri de. Kasabalarında bir müzik kulübü varmış ve udu orada öğrenmek istemiş. Kulüptekiler ona "Şarkı söyleyebiliyorsun, boş ver uda dokunma." diyerek izin vermeyince inat etmiş ve bir ayda kendi kendine ud çalmayı öğrenmiş Youssef. Onun müzik yolculuğunda da çokları gibi farklı duraklar var. Youssef için en önemli duraklardan biri Viyana olmuş. Bu şehre gitme hikâyesini şöyle anlatıyor: "Bence hepimiz müzisyen, şair ya da politikacı olarak doğduk. Önemli olan istek ve arzularımız. İçimizde fokurdayan şeylerin dışarı çıkması lazım. Udu öğrendikten sonra bir süre müzik çalışmaları yaptım. Ama bu beni tatmin etmedi ve Viyana'ya gittim. Benim için çok büyük bir şoktu. Almanca bilmiyordum. Konservatuvara gittiğimde 'Müzik yapabilir misin, piyano çalabilir misin?' dediler. Piyanoyu hayatımda ilk kez görüyordum. 'Onları öğrenip geri gelmelisin.' dediler. Hayatımda yediğim en büyük tokat buydu. Almanca öğrenmeye çalıştım. Aynı zamanda caz müziği yapanlarla tanıştım. Onların dünyasına girdim. Müzikoloji çalışmalarına başladım. Bu arada caz müziğini keşfettim."
Bestelerinde yer alan farklılık, sıra dışılık ve ilhamını aldığı yeri şöyle açıklıyor: "Aslında bunun cazla ve benim geçmişimle ilgisi yok. Özellikle klasik müzik bana ilham veriyor. Avro Part ve Bach dinlerim. Dünya müziği demekten nefret ediyorum ama geleneksel müziği seviyorum. Duygulara gelince; bunu pek düşünmem. İlham bu. İlhamı gerçeğe dökmen için çalışmalı ve kendini yetiştirmelisin. Sadece müzikle ilgilenmekle müzik yapamazsın. Kitap okumalı, gezmeli ve dünyayı öğrenmelisin."
Bilindiği gibi zaman zaman onun udi tarafı daha çok ön tarafa çıkıyor. Ancak onun sesini zaman zaman bir enstrüman gibi kullandığını vurgulamak gerek. Udi olmanın yanında, kendisi için beste yapmanın da, şarkı söylemenin de önemli olduğunu söylüyor. Beste yaptığında açıklama yapmak istemiyor. Sadece içine gelen ilhamları müziği ile anlatıyor. Ona göre bu en büyük mutluluk. Zaten kendini dünyanın en mutlu insanı olarak görüyor. Dhaffer acılı, insanı yaralayan bir ses ve müziğe sahip. Bunun temelini dürüstlüğe bağlıyor ve ekliyor: "Müzikte dürüst olmak önemli. İnsana kendini hissettirmeli. Tüyleri diken diken etmeli. Aynı zamanda akışkan olmalı. Hareketli eserler de yazıyorum. Müzikte melankoliğim ama deliyim, mutluyum, mecnunum."
'Sufi ve mistik öğeleri caz ile birleştiren müzisyen' olarak tanımlanıyor Dhafer Youssef. Ama o sadece böyle anılmak istemiyor. "Müziğimde bu öğeler var. Ama sadece bir sufi olarak tanımlanmak istemem. Müziğimde hayatta öğrendiğim birçok şey. Caz, klasik müzik, okuduğum kitaplar, yaşadığım tecrübeler, hepsi benim parçam. Kendimi büyüyen bir çocuk gibi hissediyorum hâlâ."
Son albümü Birds Requiem'deki bestelerin sebebi ise, kendisi için çok değerli bir insanın vefatıymış. Onun anısına besteler yapmış. Klarnet, gitar ve udun sesi adeta uçuşmuş. Müziğin içinde hareket eden kuşları hissettiğinden böyle bir albüm ortaya çıkmış. Dhafer Youssef'i Türk dinleyiciler çok seviyor. Peki o Türkiye için ne düşünüyor? "Batı ve Doğu içinde bir köprüyüz. İnsanlar müziğimde bunu hissediyor. İstanbul, benim müziğim gibi. Burada kendimi daha iyi hissediyorum." diyor.
Zakir Hüseyin ve Hüsnü Şenlendirici ile yeni bir proje üstünde çalışıyor. Bu projeye ilham veren ise aynalar. Sahnede üç ayna gibi olacaklarını ve birbirlerinde kendilerini göreceklerini söylüyor.
DHAFER YOUSSEF: BİR ALLAH AŞIĞI
Dhafer Youssef müziğini bir dua, Allah'a bir yakarış olarak icra edenlerden. Kendisi 1967 yılında Tunus'ta doğmuş. Yokluk içinde geçirmiş çocukluğunu. 7 kardeşiyle Tunus'un ufak bir sahil kasabasında büyümüş. Sesini kullanmayı da ilk olarak Kur'an kursunda öğrenmiş. Arkadaşlarının ve ailesinin de dediği gibi, Allah ona muhteşem bir ses bahşetmiş ve o da bu yetenekle müziğe duyduğu aşkı birleştirmiş. Radyonun başında günlerini geçirmiş, "klasik ne, jazz ne bilmiyordum, benim için o dönem sadece müzik vardı" diyor kendisi o günler için.
O yoksulluk içinde sahilden topladığı öte beriyle ilk udunu yapmış. Ancak sonraları düğünlerde şarkı söyleyerek kazandığı paralarla ilk gerçek udunu alabilmiş. Udu onu memleketine, doğduğu büyüdüğü topraklara bağlamış, udun sesine aşık olmuş. Ud sayesinde kendi müzikal kökleriyle bütünleşmiş. Sonraları ise müziğe duyduğu açlığı gidermek için Viyana'ya gitmiş; hatta ilk defa 19 yaşında Viyana'da görmüş piyanoyu. Orada bir sürü işe girip çıkmış. Bulaşık yıkamış, pencere temizlemiş, garsonluk yapmış. Hepsini de müziğe devam edebilmek için, müzikle bağını koparmamak için yapmış. Sonraları ise Allah "yürü ya kulum" demiş ve ilk albüm "malak"tan sonra dünya jazz camiası tarafından keşfedilmiş Dhafer Youssef.
Dhafer Youssef elektronik altyapı üzerine uduyla muhteşem bir müzik icra ediyor. İnsanı kalbinden yakalayan, kendi yakarışına dinleyeni davet eden de bir sesi var.
Dhafer Youssef'un müziğinin sufi gelenekle de sıkı bir ilişkisi var. Kuzey Afrika semalarının gürül gürül sesi alttan alta hissettiriyor kendini müziğinde. O semaların içerisinde çağıldayan aşkın sesini Dhafer Youssef'un müziğinde de duyuyor insan. Dhafer Youssef Allah aşıklarının ruhlarını, en hassas, en yumuşak ama en güzel noktadan içeriye sızarak ufak ufak besliyor. Bizi o mutlak semaya doğru çağırıyor, Tunus'un o sahil kasabasında denizden dinlediği semaya. Allah'ın o en güzel müziğine.