Röportaj vesilesiyle randevulaşmak için kendisini aradığımızda, telefonun diğer ucundaki ses etkiliyor bizi önce. Tıpkı naif enstrümanı kanun gibi, pırıl pırıl, su gibi akan bir ses ve üslupla konuşuyor... Sazını icra ederken de, konuşurken de ruha dokunmayı biliyor; ünü artık ülke sınırlarını aşıp, çoktan uluslararası sulara yelken açmış kanuni Göksel Baktagir...
Tıpkı Mevlevi kültürünün pergel metaforunda olduğu gibi bir ayağını geleneğe sabitleyen, diğer ayağıyla dünyayı dolaşan sanatçı; Türk musikisinin en derinine attığı çıpaya bağladığı sanatını, kainatın tüm ses deryasında gezdiriyor yıllardır. Türk musikisinin doğaçlamaya açık vahasından caza açılan kapıdan da giriyor, makamlar arası yolculuğa da çıkarıyor dinleyeni... Bağlandığı, beslendiği kaynağın, sonsuzluğunun, 'Bir'liğinin farkında olarak. Her daim...
Türkiye'de enstrümantal müziğin en önemli temsilcilerinden Göksel Baktagir'le buluşup, insan ruhuyla müziğin kesiştiği noktaları konuşmamıza vesile olan iki gelişme var. Kendisi bu yıl Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri'nde müzik alanındaki ödülün sahibi oldu. Bu gelişme, Türkiye'de yıllarca enstrümanistlere, eski naif tabirle sazende dünyasına karşı geliştirilen 'Assolist ve saz arkadaşları' anlayışının da kırılmış olduğunu gösterdi. Bir de Baktagir'in yeni albümü Gönül Bağı yayınlandı. Biz de bu iki önemli gelişme vesilesiyle Baktagir'in kapısını çaldık. Karşımızda bir müzisyenden öte, sazıyla bütünleşmiş, hem insan ruhunun, hem müziğin derinliklerine talip mütevazı bir bilge gördük...
Bir dönem Klasik Türk Müziği cephesi Orhan Gencebay'ın müziğini dışlardı. Kuralsız bulurlardı. Gencebay'ın çocukluğunuzda etkilendiğiniz bir isim olduğunu biliyoruz. Müziğe de tıpkı Gencebay gibi bağlamayla başlamışsınız. Hatta yeni albümünüz Gönül Bağı'nda kendisine ithaf ettiğiniz Dilrûbâ adlı bir çalışma var...
Rahmetli babam Muzaffer Baktagir'in yönlendirmesiyle müziğe başladım. Sivaslı büyük bir usta, memleketimiz olan Kırklareli'nde bir bağlama evi açmıştı. Babam oradan alıp bir bağlama hediye etmişti. 10 yaşında başladım, dört yıl bağlama çaldım. Orhan Gencebay'ın sözlerine pek dikkat etmiyordum ama müziğindeki melodik yapı beni cezbediyordu, ruhuma çok iyi geliyordu. Bağlamada çıkartmaya çalışıyordum o ezgileri. Benim nota gelişimimde ve bağlama sazının tekniğini öğrenmemde büyük katkısı olmuştur onun eserlerinin. Müzikal arayışımda önemli bir isim. O yüzden Gönül Bağı albümümde, üstadımıza ithafen Dilrûbâ adlı, saz semaisi formunda, kürdilihicazkâr makamında bir eser yer alıyor
Rahmetli babanız da müzisyenmiş. Müziğin her odaya sızdığı bir ev miydi sizinki?
Evimizin her odasında birkaç Türk müziği enstrümanı vardı çocukluğumda. İlk bireysel müzik eğitimimi babamdan aldım diyebilirim. Kanun icra ederdi, ut icra ederdi. Benim ilk kanun hocam da babamdır.
PIRIL PIRIL BİR SEDA
Asıl mesleği neydi babanızın?
Dede mesleğimiz olan ayakkabıcılıktı. Fakat müzik aşkı o kadar üstteydi ki; düşünün bir müşteri geliyor, ayakkabısı hazır, tamirden alacak... O sırada babamın müzisyen bir dostu geliyor, birlikte meşk ediyorlar. Etrafta ayakkabının tekini bulamayacak kadar çok nota kağıdı var...
Kanuna geçişinizde de babanızın etkisi oldu mu?
Hem de nasıl! Benim aslında bugünlere gelmemin sebebi sevgili babamdır diyebilirim. Evde kanun olmasına ve babamın "Sen bu saza yönel" demesine rağmen gözüm görmezdi bu sazı, bağlama aşkı yüzünden. Çok özel ve nadide bir enstrüman ama çalımı zor. Babam belki de sezgiyle, seyrek çalınan bir enstrüman olduğu için kanuna yönelmemi istedi gelecek açısından. Bir rahatsızlık dönemimde babam, bağlamamı 'sonra yenisini alırız' düşüncesiyle bir yakınına hediye etmişti. İyileştiğimde evde bağlamayı bulamayınca kanuna yöneldim 14 yaşında. O yaştan sonra da başka bir enstrüman arayışım olmadı.
TÜM SESLER ALLAH'IN LÜTFU
Kendi iç sesinizi kanunda buldunuz belki de... Neye tutuldunuz en çok bu sazda?
Tabii... Pırıl pırıl gelen bir seda var. Artı, sabit perdeli olduğundan akortlu bir enstrüman. Çalmayı bilmeseniz bile ses alabiliyorsunuz. Hani eskilerin dediği gibi üzerinde kedi dolaşsa ses çıkıyor. Bir ney'de, bir udda yoktur bu, kemanda yoktur.. En büyük hayalim ise 1982 yılında gerçekleşti ve İTÜ Türk Müziği Konservatuvarı'na girdim. Babam, "Çok güzel bir yola girdin evladım" dedi ve İzmir'den büyük usta, rahmetli Ejder Güleç'ten bir kanun sipariş ettik. Hâlâ bestelerimi onunla yaparım. İşte o gün bu gündür kanunun sırlarını çözme yolculuğum devam ediyor.
Sizinle henüz yüz yüze tanışmadan, telefonla konuştuğumuzda, ses tonunuz, üslubunuzdaki berraklık ve naiflik bana sanki bir kanunla sohbet ediyormuşum hissi verdi. Sazınızla bütünleşmişsiniz, o sizin diliniz olmuş gibi...
Zaten bütünleşmediğiniz zaman yaptığınız sadece müzik olur. Bütünleştiğiniz zaman müzik sanatından bahsedebiliriz. Allah hepimize bir meleke, bir yetenek veriyor... Alkış almak her hünerli insana nasip olur. Ama o alkışın içini doldurmak ve gönüllere ulaşabilmek için egoyu, benlik duygunuzu kaldırıp sazınıza temiz bir gönülle yaklaşmanız gerekiyor ki karşılığını o şekilde alabilin. Bir ayna misali, aslında bütün ortaya çıkartmaya çalıştığımız şeyler ve sesler Allah'ın bir lütfu. Gönlümüz ne kadar temiz ve güzelse duru sesler de oradan geliyor bize...
Aslında müziğin, en güzel seslerin de kaynağının Allah olduğunu söylediniz... Sezgiyle Sesleniş adını verdiğiniz bir albümünüz var. Bir anlamda kainatta varolan, yaratılmış sesleri sezgiyle, bir iç keşifle ortaya çıkarıyor sanki bestekâr...
Eskiler bu durumu çok iyi tanımlar: Çok önceleri beste yapanlara bestekâr denmiyordu. Müessir, yani tesir eden, iz bırakan deniyordu. Bestelenen eserlere de tasnif deniyormuş. Yani aslında biz var olanı, Allah'tan olanı tasnif ediyoruz. Bu kapıdan girdiğinizde mevcut her şey aslında Allah'ın hazinesi. Bize verilen yeteneği, bilgi ve tecrübemizle bezeyip, gönlümüzü kattığımızda O'nun lütfuyla tasnifler yapmaya çalışıyoruz. Musiki dünyamızın çok önemli bestekarlarından Zeki Arif Ataergin'e "Kaç besteniz var?" diye sorulduğunda, "Benim bestem yok, hepsi Allah'ın tecellesi" diye cevap vermiş.
Konu ilahi aşka gelmişken, sormak isterim. İnsana ait duyuları saysak; öfke, neşe, hüzün, mutluluk, acı... Sınırlıyız. Ama Türk müziğinde yaygın olarak kullanılan ve kullanılmayan çok sayıda makam var. Baktığımızda pek çok eski bestekâr da mutasavvıf.. İnsan ruhuna ve kainata ait pek çok halin sesleri, sırları gizli sanki makam müziğimizde...
Rahmetle anmak istediğim, üzerimde büyük emeği olan devlet sanatçısı Tanburi Necdet Yaşar hocam beni çok destekledi ve ışık tuttu yaptığım bestelerde. Unutulmaya yüz tutmuş makamlardan biri olan evcara makamında bir saz eseri bestelemiştim. Hocamın arzusu üzerine birlikte icra ettik. Çok beğenmişti. "Sen burada hem klasik makamı göstermişsin ama bugünü de yaşatmışsın. Hiçbir beste yapmasan dahi bu semai seni müzik tarihine yazdırır" demişti.
Evcara makamı ne hissettirir dinleyene?
Bir asalet duygusu hissettirir. Ama içinde bir yandan da garip bir melankoli vardır.
Enstrümantal bestelerinize ilginç ve farklı isimler veriyorsunuz. Hayal Gibi, Sarmal, Dildar... Bana en ilginç gelen şarkı adı ise Atlantis... Nedir hikayesi?
Atlantis kayıp, gizemli bir uygarlık biliyorsunuz. Hâlâ çözülememiş sırları. Ben onu müzikal olarak nasıl ifade edebilirim diye düşündüm. O gizemli hali yansıtmalıydı sesler. Bizim hicazkâr makamımıza o dizide yer almayan, daha çok Hint müziğinde kullanılan bir nota ilave ettim. Enteresan bir aralık... Yan yana geldiği zaman insanı farklı bir yere götürüyor. Atlantis'in bende oluşturduğu gizem duygusunu öyle ifade ettim.
Bir nevi 'Atlantis makamı'nı bulmuşsunuz o zaman...
Öyle de diyebiliriz tabii. (Gülüşmeler)
Yıl 1972, yer Kırklareli. Henüz 6 yaşında olan Göksel Baktagir kanununun başında, arkadaşlarıyla meşkte...
ÖDÜLÜ SAZENDE ARKADAŞLARIM ADINA ALDIM
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri'nde bu yıl müzik alanında ödül aldınız. Sizin için ne anlam ifade ediyor bu ödül?
Ulusal bayramımız, 29 Ekim için düzenlenen resepsiyona icabet ettim büyük bir gururla. Çok kalabalıktı haliyle. Bir ara bir dostumla sohbet ederken, Cumhurbaşkanımızın sözcüsü Sayın İbrahim Kalın beyefendiyi görüp kendisiyle merhabalaşmak istediğimde, "Üstadım ben de sizi arıyordum, müjdeyi vermek için" dedi. Beş on dakika sonra da Cumhurbaşkanımız ödülü açıklamış oldu zaten. Üst makamların, enstrümantal müziği desteklemesi, farkında olması ve takdir etmesiyle aslında rahmetli Tanburi Necdet Yaşar hocamızın hayali de gerçekleşmiş oldu. Bu ödülü babam Muzaffer Baktagir, hocam Necdet Yaşar ve derinlikli sanata hizmet eden sazende arkadaşlarım adına aldığımı söyleyebilirim.
Sabah