Suriye'deki iç savaştan kaçarak Şanlıurfa'ya gelen yetim çocukların hikayesini konu alan, Bosna Hersekli yönetmen Aida Begic'in, yazıp yönettiği "Bırakma Beni" filminin dünya prömiyeri, 54. Uluslararası Antalya Film Festivali'nde yapıldı.
Aynı zamanda festivalin açılış filmi olan "Bırakma Beni" hakkında açıklama yapan Begiç, filmde oynayan çocuklarla birlikte filmi izlemenin paha biçilemez bir duygu olduğunu söyledi.
"SURİYE'DE YAŞANAN ACILAR BENİM İÇİN ÇOK TANIDIK"
Film çekimlerinden önce yüzlerce çocukla oyunculuk, kamera, drama gibi konularda atölye çalışmaları yapan Begiç, "Oyuncu çocuklar filmi başlamadan önce kendilerine çok güvenmiyordu. Film çekerken güvenleri yerine geldi ki daha önce herhangi bir film izlediklerine de emin değilim. Dün filmi onlarla izlerken, 'İşte biz buyuz. Bu filmi biz yaptık, biz aktörüz' diye düşündüklerini hissettim." değerlendirmesinde bulundu.
Begiç, sinemanın anlamını ve neden sinema yaptığını sürekli sorguladığına işaret ederek, şöyle devam etti:
"Dünyaya bakış açınızdaki en ufak değişiklik sinemanıza da yansıyor. Benim daha önceki iki filmim de savaştan etkilenen kadınlar ve çocuklar üzerine odaklanıyordu. Sinema, kadın ve çocukların yaşadığı sorunlar üzerine yeterince odaklanmıyor. O yüzden filmlerime özellikle kadın ve çocukların sosyal sorunlarını taşımayı tercih ediyorum. Ben de ülkemde savaş zamanı sıkıntılar yaşadım. Film ekibindeki arkadaşlarımda da savaş zamanı yaralananlar veya bir yakınını kaybedenler var. O yüzden Suriye'de yaşanan acılar benim için çok tanıdık ve aslında filmde benim geçmişimden de ufak parçalar var. Benzer bir geçmişten gelmeme rağmen Suriye'de tam olarak ne yaşandığını bilmiyordum. O yüzden bu çocuklara açık bir fikirle, keşfetmek üzere yaklaştım."
İnsanların hayatına pozitif katkı sağlamayı her zaman istediğini aktaran Begiç, "Beni Bırakma" filminden en büyük kazancının ise çocukların yaşantısına yaptığı pozitif etkiyi net bir şekilde görmesi olduğunu dile getirdi.
"İSLAM KORKUSU YAŞAYAN SIRADAN İNSANLAR SUÇLU DEĞİL"
Begiç, İslamofobinin bir anda kendiliğinden oluşmadığının altını çizerek, İslamofobinin çok dikkatlice hazırlandığını, medyada paketlendiğini ve sunulduğunu kaydetti.
İnsanların, onlarca yıldır hazırlanan projeyle İslam'dan korkmalarının sağlandığına işaret eden Begiç, "Benim işim sinema. Sinema eserlerinde başörtülü kadınların, farklı ten rengine sahip insanların, Müslümanların nasıl gösterildiğine baktığınızda, İslamofobinin planlı bir iş olduğunu görürsünüz. Ben Müslüman olmasaydım, bu tip filmlere baktığımda ben de Müslümanlardan korkabilirdim. Aslında toplumda İslam korkusu yaşayan sıradan insanlar suçlu değil. Çünkü medyada öyle bir bombardıman yapıldı ki Müslüman kadınların kendi üzerlerine atlayıp onlara da zorla başörtüsü takacağını sanıyorlar. İslam dünyası çok büyük. İslam hakkındaki kötü propagandalar ise bu büyük alemin radikal ve zararlı çok küçük bir bölümünü, sanki tamamı öyleymiş gibi insanların beynine servis ediyor."
"BİRBİRİMİZİ ANLAMAYA İHTİYACIMIZ VAR"
İşi gereği çok seyahat ettiğine dikkati çeken Begiç, Belgrad'da yaşadığı bir olayı şu sözlerle anlattı:
"Bir marketteydim. Başörtülü bir kadın oralarda çok sık görülmez. Etrafımda bir gerilimin ve değişik bir baskının olduğunu hissettim ve o gerilimi bir şekilde kırmam gerektiğini düşündüm. Kasiyerin verdiği para üstü hakkında sıradan bir şeyler söyledim. Ben yorum yapar yapmaz başörtülü olmamdan dolayı gerilen insanlar son derece rahatladı. Sonrasında oradaki insanlar 'Bakın konuşabiliyormuş, bir şeyler söylüyor. Demek bu da normal bir insan' demeye başladı. Bunun sonucunda çok dostane bir ortam oluştu. Ben konuştuktan sonra insanların rahatlamasını görmenizi isterdim. Çoğu yalan olan bu genellemelere kapılırsak kaybederiz. Birbirimizi anlamaya ihtiyacımız var. Aksi halde İslamofobi dahil bütün hiçbir fobiyi aşamayız. İnanıyorum ki sinema bu açıdan farklı görüşler, kültürler ve yaşam tarzları arasında köprü olabilir."