Abbas Kiarostami, İran sinemasında 1960'ların sonlarında başlayan ve Füruğ Ferruhzad, Sohrab Şahit Sales, Behram Beyzayi ve Perviz Kimyavi gibi yönetmenlerin de dâhil olduğu İran Yeni Dalgası akımı yönetmenlerindendir. Bu akım yönetmenlerinin belirgin ortak özelliklerinden bazıları, şiirsel diyaloglar ve politik ve felsefi konularla ilgili alegorik hikâye anlatma tarzıdır.
Dünya çapında tanınıp, takdir görerek yönetmenlik, senaristlik ve yapımcılık rollerini üstlenen Kiarostami, 1970'ten bu yana sinema alanında isminden söz ettirmiş, kısa film ve belgeseller de dâhil olmak üzere, 40'tan fazla filmde çalışmıştır. Özellikle Köker Üçlemesi, Kirazın Tadı ve Rüzgâr Bizi Sürükleyecek filmleriyle dikkat çekmiş ve eleştirel başarı kazanmıştır.
SANATA İLİŞKİN İLK DENEYİM
1940 Tahran doğumlu olan Kiarostami sanata ilişkin ilk deneyimini resim yaparak gerçekleştirdi. Resim yapmaya 19 yaşlarına dek devam etti. 19 yaşında evden ayrılıp Tahran Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine girmesinden kısa süre önce, bir resim yarışmasını kazandı. Üniversitede resim ve grafik tasarım üzerine öğrenim gördü. Okurken aynı zamanda trafik polisliği de yaptı.
1960'larda ressam, tasarımcı ve çizer olarak reklamcılık alanında çalıştı, posterler tasarladı. 1962-1966 yılları arasında, İran televizyonu için 150 civarında reklam filmi çekti. 1960'ların sonlarında, (aralarında Mesud Kimiai'nin Gheysar'ının da bulunduğu) filmlere jenerik hazırlamaya ve çocuk kitapları için çizerlik yapmaya başladı.
Kiarostami, 1979 İslam Devriminden sonra ülkeyi terkederek batı ülkelerine giden pek çok yapımcı ve yönetmenin aksine İran'da kalmayı tercih eden az sayıda yönetmenden biri oldu. Kendisi de, bunun kariyerinde verdiği en büyük kararlardan biri olduğuna ve İran'da yaşamanın ve millî kimliğinin, yönetmen olarak yeteneğini sağlamlaştırdığına inandığını şu sözlerle belirtti:
"Bir ağacı kök saldığı yerden ayırıp başka bir yere taşırsanız, ağaç meyve vermez olur. Verse de, kendi yerindeyken vereceği meyve kadar güzel olmaz. Bu, doğanın kanunudur. Bence, ülkemi terk etmiş olsaydım, aynen o ağaç gibi olurdum."
Devrim sonrası İran'da artık sinemanın yok olacağı beklentisi varken, İran Yeni Dalgası bu beklentiyi boşa çıkararak bir ülke sineması yaratmıştır. Kendi özgün dilini oluşturmuş olan İran Sineması'nın gelişiminde, İran şiirini güncel yaşamın sıradanlığıyla harmanlayan minimalist ve gerçekçi yaklaşım etkili olmuştur.
Ancak Kiarostami kendi tarzını inşa ederken minimalizmin asgari teknik imkân, oyuncu, ses, müzik kullanımı gibi ilkelerini uygulamakla birlikte, kendi anlatım tekniklerini de geliştirmiştir.
İRAN SİNEMASINI DERİNDEN ETKİLEYEN İRAN ŞİİRİ
Kiarostami'nin Şirin (Shirin, 2008) filminde söz gösterilenin yerine geçmiş, sadece ses öğeleriyle yapılan betimlemeler aslında "gösterilmeyen"i anlatan bir işlev yüklenmiştir.
Çalışmalarında, gündelik yaşamın içindeki sıradan öykülere, içinde yaşanılan çevre ve doğanın belge niteliğindeki görüntüleri eşlik etmektedir. Bu görüntülerin en büyük ilham kaynağı, İran sinemasını derinden etkileyen İran şiiridir. İran'ın şiirsel sinemasında farklı anlatım tarzıyla yer eden Kiarostami'nin Şirin (Shirin, 2008) filminde söz gösterilenin yerine geçmiş, sadece ses öğeleriyle yapılan betimlemeler aslında "gösterilmeyen"i anlatan bir işlev yüklenmiştir.
Bu çalışmada ‚gösterilmeyen unsur olarak adlandırılan, bazı durumlarda konuşan oyuncunun, bazen filmin bazen de yaşamın kendisinin gösterilmemesi durumu, yönetmenin anlatım dilini oldukça sadeleştirmiştir. Bu yönüyle sinemanın sadece öyküyü anlatan görsel öğelere dayanmadan yapılabilmesinin yanı sıra gösterilmeden anlatılana yapılan vurgu da dikkat çekicidir.
Sinemada minimalizmin sınırlarını uç bir noktaya taşıyan Şirin'deki "gösterilmeyen"in işaretleri, aslında Kiarostami'nin hemen hemen tüm filmografisine eşlik eden bir yöntem olarak var olagelmiştir.
SİNEMASINI KÜLTÜREL MİRASI İLE YOĞURAN BİR YÖNETMEN
Yakın plan (omuz plan-close up) çekimle gösterilen kadınlar bir sinema salonunda oturmuş film izlemektedirler. Seyirci ise filmi izleyen kadın yüzlerini izlemekte ve izlenen filmdeki anlatıcı Şirin'in sesini dinlemektedir.
Yönetmen Şirin (Shirin, 2008)'de sinemadaki dramatürjiyi kıran ve şiiri doğrudan konu edinerek sinemayı şiirleştiren bir çalışma ortaya koymuştur. Hüsrev ü Şirin ilk kez 12. yüzyılda Nizamî tarafından yazılan, 6400 beyitten oluşan bir mesnevidir. Bazı tarihçilere göre eserin kaynağı gerçek bir olaya dayanmaktadır. Bu ünlü tema, çoğu zaman aynı isimle bazen de Ferhat ile Şirin ismiyle birçok ünlü edebiyatçı tarafından tekrarlanmıştır.
Şirin (Shirin, 2008)'in jeneriği, Şehname'deki Hüsrev ile Şirin hikâyesinin orijinal minyatürleriyle başlamaktadır. Nizami'nin "Hüsrev ve Şirin" şiirinin görsel ve işitsel aktarımı olarak tarif edilebilecek Şirin filmindeki görüntü, sadece kadın yüzleridir. Yakın plan (omuz plan-close up) çekimle gösterilen kadınlar bir sinema salonunda oturmuş film izlemektedirler. Seyirci ise filmi izleyen kadın yüzlerini izlemekte ve izlenen filmdeki anlatıcı Şirin'in sesini dinlemektedir.
"Kiarostami'nin çoklu gerçekliğinin ürettiği çoklu olasılıklar, filmlerini sabit anlamlı olmaktan kurtarır ve seyircisine kendi anlamlarını çıkarmaları için boşluklar bırakı. Şirin'deki gösterilmeyen unsurun anlatım diline katkısı da bu boşlukla ilgilidir."
Diğer bir deyişle film içinde bir film izlenmekte, ancak izlenilen film görülmemektedir. Kamera hiç hareket etmez ve perde hiçbir zaman görünmez. Şirin'de gösterilmeyen unsur izlenmekte olan filmin kendisidir. Filmografisinde yukarıda sıralanan örneklerle zaman içinde geliştirdiği gösterilmeyen unsur, Şirin'de filmin geneline yayılmıştır. Hikâye anlatımında klasik yapının dışına çıkma isteğiyle giderek artan miktarda başvurduğu bu unsurun, kullanıldığı yere göre anlamının değiştiğini söylemek mümkündür.
İnsan öykülerinin aktarımında yabancılaşmayı öncül tutarken, insanın doğasını dile getirişindeki tutumu, doğayı aktarışındaki gerçekçi yaklaşımıyla aynı düzlemdedir. Yaşamın ve doğanın iç içeliğini şiirsel sinemasıyla resmetmektedir. Kiarostami'nin minimalist kaygılarla başvurduğu "gösterilmeyen unsur", zaman içinde anlatım dilini zenginleştiren bir yönteme dönüşmüştür.
Kiarostami Şirin'de şiiri görselleştirmeyi değil, asıl işlevinde olduğu gibi bir şiiri dinletmeyi ve bunu dinleyen alımlayıcıda, o şiirin oluşturdugu duygusal etkiyi görselleştirmeyi tercih etmiştir.