Türklerin Anadolu'ya girişi tarihçilere göre her ne kadar 1071 Malazgirt Savaşı ile olsa da, Oğuz boylarının Anadolu kültürü ile temasları daha önceden başlamıştı. Mezopotamya ve bugünkü İran- Azerbaycan üzerinden tüm Karadeniz Havzası ve Kuzeydoğu Anadolu'da giyim kültürü açısından karşılıklı etkileşim, İskit ve Hun dönemlerinden beri vardı. Bir yandan Bizans ordusunda paralı askerlik yapan, diğer yandan Müslüman Arap halifelerin özel muhafız birliklerinde görev alan Türkler, çok geniş bir giyim kültürü yelpazesine sahipti.
15'inci yüzyıla ait Osmanlı gömleği
Türkler, Orta Asya'nın göçebe kavimi olma özellikleriyle Çin etkisini doğudan alırken, 10 ve 11'inci yüzyıllarda İslam'dan etkilendiler. Ayrıca Mezopotamya ve Güney Anadolu'nun sıcak iklimi, Orta Asya'nın steplerinden gelen göçebe Türk/Oğuz kavmi, devrim denilebilecek etkiler yaptı.
Türklerin İslamiyet'i kabullenmeleri kolay olmadı. Öz Türkçe 'ye bol miktarda Arapça ve Farsça karıştı. Ama bu lisanlar Anadolu halkına hiçbir zaman yüzde yüz ulaşmadı. Bütün bunlar, giyim kültüründe eklektik ve karmaşık bir görüntünün doğmasına yol açtı. Bu etkileşim sadece Türklerin Arap-Bizans giyişlerine adapte olması şeklinde olmadı. Bizanslılar da başta askeri giysiler olmak üzere Türk giysilerinden oldukça fazla etkilendi. Eski Bizans kilise tasvirlerinde bir çeşit Türk başlığı olan börk ve tunik taşıyan birçok görüntüye rastlanır.
Divan Çavuşu:Osmanlı kaninesi olan Divan-ı hümayunda protokol ve düzenden sorumlu kişi
Oğuz boylarının her birinin de kendine göre farklı giysileri vardı. Kimi boy Çin hatta Tibet'ten etkilenirken, kimi daha çok Arap-İran'ın etkisinde kaldı. Osmanlı Kayı Aşireti'nin yer aldığı Oğuz, Karluk, Kıpçak, Çiğil, Yağma, Kençek, Peçenek, Uz bu boylardan bazılarıydı. Boyların giysilerinde büyük farklılıklar olsa da, kadın ve erkek giysileri birbirine çok benziyordu. Selçuklu Devleti'nde hükümdarlar işbaşına geldiğinde, mutlaka en büyük İslam Halifesi için hutbe okutur ve Bağdat'tan gönderilen özel giysisini giymek için halifeden izin alırdı. Hil'at denilen bu özel giysi, o günkü koşullarda elde edilmesi çok güç olan kaliteli bir dokumadan yapılırdı.
Katip Efendi: Devlet dairelerinde yazı işlerinden sorumlu kişi
ÖZELLİKLE YÜN VE YÜN KEÇE KULLANIYORDU
Türkler kumaş olarak deve yünü, pamuk ama özellikle yün ve yün keçe kullanıyordu. Özellikle keçe, şapkadan pardösüye kadar pek çok giyside tercih ediliyordu. Türkler 'in 10-12'nci yüzyıllardaki giysilerine ait bazı özellikler, Bağdat yakınlarındaki Samarra'da görülmekte. Burada genel olarak Abbasi halifelerinin saraylarında askerlik yapan Türk boylarına ait çok çeşitli duvar tasvirlerine de rastlanır. Bu tasvirlerden, o dönemde ayak bileklerinden bağlı şalvarlar, bele sıkıca bağlanan ve ucu sarkık duran kemerler, canlı desenlerin yaygın olduğu anlaşılıyor. Ayrıca giysilerde ipek kumaş ve sırmalı işlemelerin ön plana çıktığı görülüyor. Bugüne kadar gelen bazı giysi türleri de Selçuklulardan kalma.
Sarıkçıbaşı
Örneğin üste giyilen giysilerin tamamına "don" denirdi. Donanmak, buradan geliyor. Kaftan kelimesinin aslı da Çağatayca "kaptan", "ferace" kelimesinin aslı "ferecciye'dir. Cepken 'in aslı kısa bir üstlük anlamına gelen "çek men", gömleğin aslı "göynek"tir. Kumaş türü olarak bilinen "Çuha"nın esası da "Çoka"dır ve bu kelime Gürcistan'da hala günlük dilde yer alır.
Hünkâr aşçıbaşısı
İSLAM KÜLTÜRÜNDEN KAYNAKLANAN ÖZELLİKLER
Osmanlı giyim kültürü, bütünüyle kendine özgü ve İslam kültüründen kaynaklanan önemli özelliklere sahip. Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş ve gelişme aşamalarını kapsayan 1453'lere kadar ki dönemde Osmanlı giysileri iki özellik taşıyor. Bu özelliklerden biri, Osmanlı giysilerinin İslami ve Arap giysilerinden esinlenerek tasarlanmış olmasıdır. Bunlar, abdest almaya, namaz kılmaya uygun, giyip çıkartması kolay giysilerdir. İkinci özelliği ise fazla el işçiliği istemeyen bu giysilerin bir köy terzisi tarafından da kolayca dikilebilmesidir.
Başçavuş
Osmanlı giyim kültürünün en önemli özelliklerinden biri başın örtülmesi, diğeri ayakların iyi korunmasıydı. Osmanlılar başlarındaki fes veya kavuğu neredeyse sadece yatarken çıkarırdı. Keçeden veya ketenden yapılan dolak denilen bir tür koruyucu çorabın üzerine, abdest alırken kolaylıkla çıkartılıp giyilen, çizmeden veya bugünkü ayakkabıdan ince "mes" giyilirdi. O dönemde köylülerin giydiği hayvan derisinden yapılan bir çeşit sandalet/ayakkabı olan "çarık" ise bugüne aynı isimle ulaştı.
Bektaşî babası
Osmanlı giyimine bugünkü anlamda çizmelerin girişi ise 1750'lerden sonraya rastlar. Kemerin de giyim kültürlerinde önemli bir payı vardı. Kemer önce kumaşlardan dolama olarak "kuşak" biçiminde kullanılırdı. Çoğu püsküllü olan bu kuşakların içinde enfiye keselerinin ve o zamanın en önemli silahı olan hançerin yerleştirilebileceği özel bölümler yer alırdı. Osmanlıların kumaştan deri kemere geçmeleri 1800'lerden sonra oldu.
Sadrazam
HER MESLEĞE AYRI GİYSİ
Osmanlılarda Selçuklulardan gelen bir gelenekle, her mesleğin ve her tür asker giysisinin belirgin karakteristikleri vardı. Osmanlıların kendi boyları, beylikleri içinde, giysiler çok ayırıcı bir takım özellikler kazanıyordu. Selçukluların son dönemleri ve Osmanlıların yükselme döneminin sonlarına kadar insanların giysilerine bakarak, yalnız meslekleri hakkında değil, aynı zamanda aidiyetlerine dair birtakım işaretler bulmak da mümkündü.
Devlet Kethüdası
Osmanlıların 1600'lerden sonraki döneminde İstanbul, Bursa, Ankara, Trabzon, Kastamonu, Konya, Bilecik ve Buldan gibi bazı bölgelerde, çok tipik dokumaların imal edildiği biliniyor. Bu dokumalar yalnız Batı, İç Batı Anadolu bölümünde değil, Güneydoğu Anadolu'da da vardı. Özellikle Malatya bölgesi dokuma, ama daha çok boyama konusunda eski bir kültüre sahip.
Yeniçeri Ağası
TURKUAZ VE ŞAL DESENİ
Osmanlıların dünya tekstiline de çok önemli katkıları oldu. Bunlardan biri "turkuaz rengi" diğeri "şal deseni'dir. Şal, Osmanlılara ait bir giysi türü olmasa da tüm dünyaya Osmanlılar tarafından tanıtıldı. Osmanlılar da şal, en uzun süre kullanılan, hatta modası hiç geçmeyen bir giysi ögesiydi.
Osmanlılar gümüş ve altın telleri, dokumada ilk kullanan uluslardan biridir.
Serdengeçti Ağası
Desenlerde ise genelde mistik ve dini ögeler hâkim. Hatta bunlarda hat sanatının ve Arap alfabesinin izlerini de görmek mümkün. Müslim ve gayrimüslimlerin giysi, kumaş renk ve desenleriyle ilgili sık sık ferman ve "Hükm-ü Hümayun"Larun çıkarıldığı Osmanlı arşivlerinden görülüyor. Bunlarda halkın giyeceği kumaş ve renklere, hatta desenlere açıkça müdahale edildiği dikkat çekiyor. Örneğin, 1580 yılında bir "Hükm-ü Hümayun'la Yahudi ve Hıristiyan tebaanın şapka giymesi zorunlu hale getiriliyor.
Osmanlılarda çiçek desenleri ve doğal motifler de çok sık kullanılıyordu. Kumaşlarda doğal renklere önem verildi. Yeşil, kırmızı, ekru, mavi, sarı, bordo ve koyu kahve en çok kullanılan renkler. Desenlerde halk arasında çubuk ve su tabir edilenlere itibar ediliyor. Kök boyalarla boyanan ve el tezgâhlarında dokunan bu desenlerdeki emek ve sanat, bugün bile hayrete düşürüyor.
Silahdar Ağa
Osmanlı desenlerinin en yaygın örneklerini camilerde ve İznik çinilerinde de görmek mümkün. Bunlar, Osmanlı kültürünün bugüne yansıyan bütünsel karakterini de gösteriyor. Gerek giysilerde, gerek mimari eserlerde, gerekse gündelik yaşamda kullanılan objelerde hemen hemen aynı motifler göze çarpıyor.
Osmanlılarda genel olarak bugünkü anlamda gömlek, cepken ve hırkaların önleri hemen hemen tümüyle kapalı. Bunun, o zamanki resmiyetin ve İslami anlayışın bir gereği olduğu düşünülüyor.
Yeniçeri Neferi
Osmanlı giyim kültüründe "yağlık" adı verilen ve bilinen mendilden daha büyük olan özel bir mendil de önemli yer tutuyor. Temizlik, ter silme, herhangi bir şey taşıma, süs eşyası gibi çok çeşitli alanlarda kullanılan yağlık, Osmanlılardan günümüze kadar geliyor. Bugün bile Anadolu'nun bazı kesimlerinde mendil boyutlarının çok üzerinde, kendine göre özel desenleri olan yağlıklara rastlanır.
Hünkâr Başçukadarı
AVRUPA'YI DOLAŞAN TÜRK MODASI
Fâtih Sultan Mehmet ile başlayan Garb'ın Şark hayranlığı, 1721'de Osmanlı sefirinin Paris'i büyüleyen ziyaretinden sonra artarak devam etti. Sanattan mimariye, kıyafetten yiyeceklere kadar geniş bir sahada tesirini gösterdi. 14'üncü asırda Anadolu halıları, ithal edildikleri Fransa'da lüks eşya olarak görülür; sarayları süslerdi. Holbein, Lotto gibi XVI.asır ressamlarının tablolarına bakmak, bu halıların ne kadar tutulduğunu görmeye kafidir.
RENGÂRENK DİPLOMASİ
Ortaçağı kaplayan Türk korkusu, 1529'daki boşa çıkan Viyana Kuşatması üzerine giderek azalmıştır. 1607'de Fransa'ya gönderilen Osmanlı sefiri, Paris'in güneyindeki Fontainblueau Şatosu'nu ziyaret ettiğinde, soylularda büyük bir merak ve alaka uyandırmıştı. Hatta birkaç sene sonra sahnelenen "Ballet de Monseigneur le duc de Vendosme" isimli eserde, Türk kıyafetli müzisyenler yer almıştı.
Fransız sefiri Osmanlı kıyafetinde
Kral XIV.Louis'ye 1669'da gönderilen Osmanlı elçisi Süleyman Ağa'nın kabulünde de enteresan sahneler yaşandı. Kral, elçiyi tesir altında bırakmak üzere hiçbir şatafattan kaçınmamıştı. Halbuki elçi, Kral'ın boynundaki parıltılı elmasın daha büyüğünü, padişahın atının alnında görmüştü. Üstelik Süleyman Ağa, düşük rütbeli bir Osmanlı memuruydu; İstanbul, Güneş Kral'ı küçük görüyordu.
Kibarlık budalası piyesinin kapağı
Buna mukabil asilzâdeler, hemen Türk heyetinin ihtişamlı ve renkli kıyafetlerini taklit etmeye başladılar. Bilhassa maskeli balolarda, Türk modası çok rağbet gördü. Moliere'nin 1702'de sahnelenen "Le Bourgeois Gentilhomme" (Kibarlık Budalası) adlı piyesinde, Türk kıyafetli oyuncuların oynadığı Türk Merasimi sahnesi en alâka çeken kısımdır.
Türk Bahçesi
Paris, her zaman yabancılardan hoşlanmıştır. Hayranlığın ifadesi olarak da saç tuvaleti ve elbiselerde bu tutkuya uygun bir moda meydana getirmeye muvaffak olmuştur. 'A la Turque' (Türk Tarzı) modasının, Sultan'ın sefiri döndükten sonra da uzun yıllar tesiri silinmedi. Turquerie, Turkomanie, Alla Turca gibi isimlerle anılan Batı'nın Doğu hayranlığı, artarak devam etti. Sadece kıyafette değil, sanattan mimariye, hatta yiyeceklere kadar geniş bir sahada tesirini gösterdi.
Paris'te Türk Bahçesi'ndeki bir konser afişi
İstanbul'daki Fransız aileleri, memleketlerine dönüşlerinde, Şark üslubunda bazı eşyalar getirip; krala takdim ettiler. Bazıları ise ağır kumaşlar, nakışlı kıyafetlerle Parislilerin gözlerini kamaştırdı; bunlarla tablolara poz verdiler. Kadın kıyafetinde sarık (türban) en popüler aksesuar oldu.
FİKRİYAT
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci,
Dünden Bugüne Giyim Kültürü ve Moda, A. Tahir Gürsoy