Oğuz Türklerinden Selçuk Bey'in kurduğu Selçuklu sülalesinin asıl yurdu, Mavera-ün-nehir'in (Transoxania) batısındaki alanlardır. 10. yüzyılın sonuna doğru Selçuklu sülalesi, kuzeye doğru yayılan İslâmiyeti kabul etmiş ve bu yeni dini henüz kabul etmemiş diğer boylara cihad ilan ederek, hâkimiyet sahasını genişletmeye başlamıştı.
Selçuk Bey'in ölümünde, oğlu Aslan Bey Buhara'da, torunları Tuğrul ve sonradan Çağrı adını alacak olan Davud Beyler ise, Horasan dolaylarında hüküm sürmekteydiler.
1028'de Merv ve Nişapur kentleri, 1040'da Gazne Sultanı Mas'ud'a karşı kazanılan Dandanakan Savaşı ile tüm İran yaylası; 1050'de ise İsfahan, Selçukluların hâkimiyetine geçti. 1055'te Tuğrul Bey, Abbasi halifesinin koruyucusu olarak Bağdat'a giriyor ve Selçuklular, İran merkez olmak üzere, İslâm dünyasının tüm doğu bölümünün hâkimi oluyorlardı.
Tuğrul Bey'den sonra başa geçen Alparslan Dönemi'nde Anadolu'nun fethi, Bizans'a karşı kazanılan 1071 Malazgirt Zaferi ile başlatıldı. Ancak, Büyük Selçuklu Devleti, Harzemşahlar tarafından sona erdirildi (1231).
Merkez olarak İran ve Irak'ta hüküm süren Büyük Selçuklular İran'ın edebiyat, sanat ve kültüründen fazlasıyla etkilendiler. Hükümranlıkları döneminde el Hariri, el Gâzali, Ömer Hayyam gibi büyük şair, din ve bilim adamları yaşadı. Nişapur ve Bağdat'ta vezir Nizâm al'mülk tarafından ilk önemli medreseler yaptırıldı, mimari alanda ise anıtsal yapılar inşa edildi.
Küçük el sanatlarının ise tüm dallarında, özellikle de kitap, seramik, maden ve ahşapta olağanüstü eserler yaratıldı. Selçuklu İmparatorluğu'nun yayıldığı geniş topraklardaki siyasi miras, onu izleyen çeşitli devletlerce paylaşıldı. Bu husus, Yakındoğu topraklarının karmaşık coğrafyasında, güç kazanan komutanların sivrilmesi, kendi hanedanlarını kurarak ayrı devletler oluşturması sonucunu doğurdu. Hepsi de kısa süreli olan bu devletlerin içinde en önemlisi, 1260 yılına kadar sürecek olan Eyyûbi Devleti'dir.
Son Fatımî halifesinden sonra Mısır'da başa geçen Selahaddin Eyyûbi'nin Haçlılara karşı başarılı seferleri ve Kudüs kentinin 1099'dan beri ellerinde tutan Haçlılardan geri alması, onu Suriye'den Mısır'a kadar uzanan bölgenin güçlü hâkimi kıldı.
Selahaddin Eyyûbi'den sonraki dönemde, Eyyûbi devletine bağlı olarak Fırat ve Dicle arasındaki bölgede hüküm süren ve Musul'u ellerinde tutan Zengiler ile başta Diyarbakır ve Mardin olmak üzere, Güneydoğu Anadolu'da hâkimiyet kuran Artuklular da İslâm sanatı açısından büyük önem taşımaktadır.
Selçuklu sonrası bu bölgede, adeta bir sanatsal yarışın yaşandığını, Şam, Halep, Kahire, Musul, Diyarbakır gibi merkezlerin büyük imar hareketlerine sahne olduğunu ve mimaride, Haçlı seferlerinden etkilenerek savunmaya dayalı kale mimarisi tipinin ağırlık kazandığını görmekteyiz.
Kitap, cam, seramik, maden ve tekstil sanatlarında büyük gelişme kaydedildi. Halep ve Şam şehirleri emaye ve yaldızlı camın, Rakka şehri sır altı boyalı, ince cidarlı seramiklerin, Musul ise gümüş kakma madeni eserlerin, Şam kıymetli kumaşların başlıca üretim merkezi haline geldi.
Batı ile özellikle de İtalyan şehirleri ilen olan sıkı ticaret bağları ise, bu ürünleri tüm Batı ülkelerine taşıdı.
KANDİL
Suriye, 1090 tarihli, yükseklik: 33 cm, ağız çapı: 29 cm, kaide çapı: 12,5 cm.
Pirinçten, dövme tekniği ile yapılmış, delik işi tekniği uygulanarak geometrik desenlerle süslenmiştir.
Geniş ağızlı, yüksek boyunlu, yuvarlak gövdeli, alçak kaidelidir ve tamir geçirmiştir.
Kandil boynunun etrafını, 5 cm eninde bir kûfî kitabe frizi dolanmaktadır. Bu yazı frizi iki yerde, ortası altı köşeli yıldız motifli, çevresi bitkisel dekorlu yuvarlak madalyonlarla sınırlanmaktadır.
Kandil gövdesinin üzeri ise, altı köşeli yıldız, altıgen ve geometrik geçmelerle dekorlanmıştır. 11. Yüzyıla ait nadir örneklerden olması nedeniyle büyük bir önem taşımaktadır.
Müzeye, Şam Emeviye Camii'nden 30 Ocak 1911'de getirilmiştir.
TEPSİ BUHURDAN
İran, 12. Yüzyılın ikinci yarısı veya 13. Yüzyıl başı, yükseklik: 8,5 cm, üst çapı: 21 cm.
Tunç döküm tekniğinde yapılmış, kazıma tekniği ile dekorlanmıştır.
Düz kenarlı, yuvarlak buhurdan tepsisi stilize, frontal aslan figürlerinden oluşan, biri eksik, altı ayak üzerine oturtulmuştur.
Tepsi ağız kenarı ve içi dekorlu olup, bu dekor zaman içinde silinmiştir. Aslan figürlü ayakların tepsi ile birleştiği bölümlerde, içleri örgü ve bitkisel dekorlu, yuvarlak madalyonlar ve ara bölmelerinde, insan başlı kûfî kitabeler ile bitkisel motifler değişken olarak sıralanmıştır.
Eser, 26 Eylül 1941'de satın alınarak müze koleksiyonuna kazandırılmıştır.
TUNÇ YAĞ KANDİLİ
İran, 12. Yüzyıl, yükseklik: 12,5 cm.
Döküm tekniği ile yapılmış olup, kazıma tekniğinde bezemelidir.
Roma dönemi ayaklı masa yağ kandilleri formunda, kapaklı ve tutamaklıdır. Sekiz köşeli yüksek kaidelidir. Gövde yüzeyi, bitkisel zeminli, yazı frizleriyle dekorlu, kapak ve kulp, kuş figürlü tepeliklidir.
Eser, satın alınarak müze koleksiyonuna kazandırılmıştır.
PİRİNÇ SÜRAHİ
İran, 12. Yüzyıl sonu, 13. Yüzyıl başı, yükseklik: 20 cm, kaide çap: 7.8 cm
Pirinç alaşımlı (bakır, kalay, kurşun) madenden, yayvan düz kaideli, şişkin düz gövdeli, boyun kısmı bombe şeklinde bileziklidir.
Tornada çekilmiş kaide, döküm tekniği ile yapılmış gövdeye eklidir.
Kazıma örgü motifli bileziğin üst kısmında zemini spiral bitkisel desenlerden meydana gelen, ağız kenarı eksik boyun çevresini gümüş kakmalı insan başlı kitabe frizi dolanmaktadır.
Eser, 14 Eylül 1988'de satın alınarak müze koleksiyonuna kazandırılmıştır.
TUNÇ İBRİK
12. yüzyıl, yükseklik: 27 cm, kaide çapı: 10 cm.
Kazıma tekniği ile süslü, yayvan kaideli, armut gövdeli bir ibriktir. İbriğin ağız kısmına eklenen kandil, boynuzlu bir hayvan görünümündedir. Roma dönemi yağ kandilleri gibi emzikli olan gövdesi ile başını birleştiren kıvrık kulpu, kuş tepeliklidir.
Gövde üzerinde, geometrik ve bitkisel süslü frizlerle, kûfî hatlı yazıların bulunduğu dikdörtgen kartuşlar yer almaktadır.
Erken İslâm Dönemi ibrik formunun gelişmiş özelliklerinden biridir. Kazıma tekniğinin uygulandığı bu tip ibrikler, kakma tekniği ile süslü benzer örneklerinden daha erken döneme mal edilebilirler.
Eser 1992 yılında satın alınarak müze koleksiyonuna kazandırılmıştır.
KUŞ ASKI BUHURDAN
Afganistan, 12-13. Yüzyıl, 13x19,5 cm
Pirinçten, içi boş döküm tekniği ile yapılmış buhurdanın gövdesi, güvercine; gagası yırtıcı bir kuşa benzemektedir. Derin yivlerle belirtilmiş kanatları, kuyruk ve gövde zemini noktalı daire motifleri ile bezenmiştir.
Kuşun boynunun üst kısmında, bir halkadan geçen askı zinciri yer alır. Önde, kıvrım dal üzerinde küçük toplardan meydana gelen kulpu, gövde ile birleşir. Buhur dumanlarının çıkabileceği deliği emzik şeklindedir.
Berlin İslâm Sanatı Müzesi'nde sergilenen kuş buhurdanla benzerlik göstermektedir.
İçlerinde buhur yakılan kaplar olan buhurdanlar, çok eski çağlardan beri değişik işlevsel-manevi-psikolojik düşüncelerle (büyü, kötü ruhları kovma, aromatik kokularla rahatlama unsuru olarak) kullanılmıştır.
Dinî ayin ve sosyal toplantılarda tütsülenmek için çeşitli formda yapılmış buhurdanlar içinde, sandal ve öd ağacı gibi hoş kokulu ağaç kabukları yakılmıştır.
Müzeye, Çinili Köşk'ten 3 Nisan 1941'de getirilmiştir.
TUNÇ AYNA
İran-Horasan, 13. Yüzyıl başı, çapı: 10,5 cm
Aynanın bir yüzünde, tılsımlı gücü olduğu sanılan yazı ve işaretler vardır. Diğer yüzünde ise sahibine, "Zafer, bekâ, başarı, kudret ve bereket" dileyen kûfi bir kitabe bulunmaktadır. Kûfî kitabenin ortasında sırt sırta duran çifte sfenks kompozisyonu görülmektedir.
Tılsımlı anlamlar taşıdığı bilinen bu tip aynalar, Selçuklu İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü geniş coğrafya içinde sevilerek üretilmiştir.
Eser, Topkapı Sarayı Müzesi'nden, 1964'te müzeye getirilmiştir.
TUNÇ BUHURDAN
12. yüzyıl, 8,5 x 12 cm.
Delik işi ve kazıma tekniği ile dekorlanmış buhurdanın bugün elimizde olan hayvan şeklindeki ağız kısmı, dolgun yanaklı ve badem gözlü bir hayvan başı şeklindedir. Armudi biçimli gövdeyi kazıma örgü bordürler çevreler, tüm yüzeyi ise, buhur dumanının dağılmasını sağlayan delik işi bitkisel motiflerle süslüdür.
Eser, 21 Aralık 1992'de satın alınarak müze koleksiyonuna kazandırılmıştır.