İstanbul'da yaşayanlar olarak öyle az buz talihli değiliz, kabul edelim. Dibi gözükmeyen bir nankörlük ve kıymet bilmezliğe rağmen hâlâ bu talihten çok bir parçayı koparıp atabilmiş değiliz bir bakıma.
İstanbul'un talihi, yer üstünde görebildiğimiz canlılar ve cansızlar kadar, biraz da yer altındakilerden mütevellittir. Bu şehirde konuşulan güzel şeylerin hemen hepsi onların terekesidir veya bir şekilde mevzuya dâhil olmaktadırlar, illa güzelden ve güzellikten konuşulacaksa.
Tabii ki âlimler, arifler ve velilerden bahsediyoruz. Toplumumuzda her gün birini daha yer üstünden uğurluyoruz gözyaşlarıyla ve gözleri de arkada kalıyor sanki. Ama İstanbul'da insan öyle sanıyor ki yerin altından da şehrin önemli bir bölümünü idareye devam ediyor bu mübarek kimseler.
Ulemanın sözleşmiş gibi bir araya toplandığı yerlerden biri de Fatih Camii'nin haziresi, Fatih Sultan Mehmet Han'ın dizi dibidir. Sözleşmiş gibi toplanmışlardır zira çoğu âlim olan bu kabir sahipleri, aynı zamanda ilim merkezi olan caminin imamı ya da hocası durumundaydılar hayattayken.
"BUGÜN FIKIH HAZİNESİNİ BURAYA DEFNEDİYORUZ"
Hazirenin tarihi pek uzağa gitmiyor. Dursun Gürlek'in naklettiğine göre buraya ilk defnedilen kişi, 1871'de vefat eden Şeyhülislam Mehmed Refik Efendi'dir. Öyle düşünceli bir zat imiş ki, Yusuf Kâmil Paşa onu gördüğünde "Efendi hazretleri vahiy bekliyor!" diye latife edermiş. Cenazesine İstanbul'un bütün uleması ve devlet adamları katılmış ve Ahmed Cevdet Paşa o gün "Bugün fıkıh hazinesini buraya defnediyoruz…" cümlesini söylemiş.
Bu huzur adası kabristanda kimler yatıyor, kimler burada olamamış ve olması lazım geldiği hâlde başka kabristanda defnedilenler var mı? Nice ilmi sular seller gibi hazmetmiş ve Mecelle Cemiyeti azası olan Ahmed Hilmi Efendi'nin, askerlik tarihinin gelmiş geçmiş en şerefli kumandanlarından ve Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa'nın, Fatih Sultan Mehmet gibi muzaffer bir dâhinin eşi Gülbahar Hatun'un beyinin hemen yanında, daha nice isimle birlikte burada dinlendiğini biliyor muyuz?
Evvela giriş hizasından başlayalım: Bu örfî destarlı sade kitabe, ömrünü bir ilimden diğerine koşmakla geçirmiş büyük bir âlime, Çarşambalı Hacı Ahmed Hamdi Efendi'ye ait.
Hayatının ilk yılları ve ilim tahsili devresini Osmanlı'nın son döneminde geçiren ama erken cumhuriyet devrine de yetişen Ahmed Hamdi Efendi, aynı zamanda Ahıskalı Ali Haydar Efendi'nin üstadı olarak biliniyor. Yani bugün ülkemizin en büyük cemaatlerinden birinin doğuşunda imzası olan ve nice insana hidayet olmuş bir silsilenin başında.
FATİH SULTAN MEHMED'İN YANI BAŞINDA DİNLENİYOR OLMAK
Ahmed Hamdi Efendi'nin yakınında bir seyyid dinleniyor. Aynı zamanda Halvetî tarikatı şeylerinden Abdülvehhab Efendi, gelip geçenlerden bir Fatiha rica ediyor ve kitabesinde Sultan Mehmed'in yanı başında dinleniyor olmaktan mutluluğunu saklayamıyor.
Bu zevkli kitabe ve süslü şahide altında dinlenen ise yine Fatih dersiamlarından bir âlim zat; ama sıradan bir âlim değil. Osmanlı padişahlarının önemli bir geleneği olan 'huzur dersleri'ne katılan biriymiş Osman Safiyyüddin Efendi ve padişah ile ilim meclisi kurabilecek mertebedeymiş. Soyu Ahıska'ya dayanan Gürcülerden.
Ahmed Amiş Efendi, bir mutasavvıf hatta tarikat şeyhi olmasına, imamlık payesi taşımasına rağmen Fatih Sultan Mehmed'in türbedarı olarak bilinegelmiş. Tuna'dan Kırım'a, oradan İstanbul'a uzanan zor bir hayat hikâyesini Osmanlı'nın sallantılar ve bunaltılarla dolu yıllarında Fatih türbedarlığı görevini icra ederken tamama erdirmiş. Türbenin diğer nöbetçileri gibi o da burada dinleniyor, elbette hanımı Rüveyde Hanım da beyinin yanına defnedilmiş. Bu hanım efendinin kitabesinde saliha kadınlardan olduğu yazılı.
Fatih Camii'nde ders veren Karinâbâdî Abdurrahman Efendi'den icazet alıp camideki muallimliği sürdüren diğer bir isim de Ahmed Asım Efendi. Babası ve dört kardeşi de dersiam olan bu âlim ailenin parlak bir ismi olmuş Ahmed Asım Efendi. Anadolu ve Rumeli kazaskerliği yapmış, Sultan Abdülaziz'in önünde huzur derslerine katılmış ve Fetvahane'de görev almış bu büyük âlimi ne yazık ki hakkıyla tanı/t/mıyoruz.
Silindir biçimde kitabesi nefis bir çerçeveyle müzeyyen Seyyid Hacı Hüseyin Ağa, Fetvahane'nin 'kısmet-i askeriye' (askerî kişilerin terekelerinin taksimiyle ilgilenen birim. DİA) bölümünde görevli bir zat. Hem seyyid hem hacı.
FATİHA'NIN DOĞRULTTUĞU ŞEKİLDE YAŞAYAN İNSANLAR
Onun yanında medfun olan zat, aynı zamanda Sultan Abdülaziz'in harem ağalarından Galib Ağa'nın mezarıdır ki ecdadın bir Fatiha'ya verdiği değeri her seferinde ısrarla ve ricayla vurgulamalarının güzel ve tipik bir örneğini taşır kitabesi. Fatiha'nın doğrulttuğu şekilde yaşayan bu insanların tıpkı hayattayken olduğu gibi mezardayken de bir Fatiha için yapmayacakları pek az şey vardı anlaşılan:
Hüve'l-Bâki/Bakub geçme ricâm budur ey Muhammed ümmeti/Mevtânın diriden hemen bir Fâtiha'dır minneti/Kabrimi ziyaret edin ey resulün ümmeti/Bize bir Fâtiha ihsân eden bulur cenneti/Devletlü necâbetlü Sultan/Abdülaziz Efendi hazretlerinin/Harem-i hümâyun ağalarından merhûm/Ve mağfuru'n-lehû Gâlib Ağa'nın/Rûhiçün el-Fâtiha."
1333'ün Ramazan ayı nihayetinde Rabbine kavuşan Muhammed Salim Efendi, kitabe tepesinden de anlayabileceğimiz gibi, bir hoca efendiymiş. Fatih Camii'nin icazetli hocalarından ve ulemanın ileri gelenlerindenmiş hem de. Medine-i Münevvere kadılığını da icra etmiş.
Çemberlitaş'taki Sultan II. Mahmud'un da defnedildiği hazirede bulunan heybetli mezarında İsrafil'in surunu bekleyen Ahmed Eyüb Paşa'nın oğlu Mahmud Kerim Bey de Fatih haziresindedir. İşe bakın ki "kumandan-ı meşhur"un sıfatları sanki mezar onunmuş gibi dört satır sürmüşken, mezarın sahibi kişinin yani oğlununkiler iki buçuk satırda bitivermiştir. Zekâsı ve cesaretiyle devletine zafer ve şanı çöküş devrinde bile tattıran Ahmed Eyüb Paşa'yı kaç kere duymuşuzdur? Sultan II. Abdülhamid'e yaverlik de eden bu mübarek zatın kendi gibi oğlu da "yaveran-ı şehriyarîden"dir.
Kabrinin lahiti, kitabesi, şahidesi ve ortasında duran tasından el işçiliğinin zarif örnekleri izleniyor.
Ama bitmedi; daha iddialısı her zaman vardır: Mahmud Kerim Bey'in kitabesine nazire yapar gibi önünde dikilen süslü mü süslü, kıvrımlı mı kıvrımlı bir başkası hemen boynunu uzatıvermiş; Saadet Hanım'ın süslü kitabe başlığı da 'ben buradayım' diyor.
YESARİZADE CADDESİ ÜZERİNDE YÜRÜMEK: İKİ BÜYÜK HATTATI ÇİĞNEMEK ZORUNDA KALMAK
Bu hazireye ulemadan olmasa bile herkesin sıradan mantıkla defnedilmediğinin bir işareti de Fatih Jandarma Kumandanı Miralay Hacı Kadri Bey'in sade mezar kitabesidir. Yüz yaşını henüz doldurmuş bu kitabe sahibi Kadri Bey merhumun babası Hacı Musa Ağa, mabeyn-i hümayun kapıcı kethüdalığı vazifesi icra etmiş yani Ulu Hakan'la ve devletin zirvesiyle direkt teması olan bir zat. Sivas valisiyken vefat eden Hacı Hasan Paşa'nın da biraderi.
Devlet erbabından olarak Kadri Bey yalnız da değildir. Civarında bir de sadrazam bekliyor mahşer sabahını. Aynı zamanda efahim-i ulemay-ı benamdan Hocazade Hacı İsmail Hakkı Efendi, hepsi teker çerçeve içine alınmış sade bir tasarıma sahip kitabesinin nefis hattını uzun uzun seyrettiriyor.
Kendisi gibi hazık bir hattat olan babası Esad Yesarî ile yan yana defnedilen, kalem ve mürekkebin gördüğü en meşhur ve muazzam sanatkârlardan Yesarîzade Mustafa İzzet'in mezarı da burada, Sultan Mehmed'in eteğindedir.
Aslında böyle büyük bir hattattan söz açılmışken ona ettiğimiz büyük bir ayıbı da bilmek gerekiyor. Esasen Fatih medreselerinin arkasında kalan Tutî Abdüllatif Efendi Medresesi'nin haziresinde babasıyla yan yana medfun iken 1917'de geçirilen yangın üzerine caddenin genişletilme çalışmaları nedeniyle hazirenin de yola gitmesi yüzünden kitabeler evvela müzeye, ardından Fatih haziresine kaldırılıyor fakat Yesarîzade Mustafa İzzet ve babası Esad Yesarî'nin kemik bakiyeleri nakledilmiyor.
Evet, bugün Fener semtine doğru inen Yesarizade Caddesi üzerinde yürüyenler, aynı zamanda divitin büyük üstadı iki hattatı çiğnemek zorunda kalıyorlar.
Hazirenin en çok ziyaretçi alan noktalarından biri Tokatlı Mustafa Hâkî Efendi'nin, tarikat erbabına has başlığının da kitabesinde yer aldığı mezarı. Nakşibendî meşrebinin son devirdeki en büyüklerinden kabul ediliyordu. 1338'de vefat etti.
FATİH CAMİİ'NE 'GÖMÜLMESİ GEREKENLER'
Ali Haydar Efendi, Fatih Camii'nde ilim halkası geleneğini sürdüren bir âlim olmasının gereğince bu caminin haziresinde yerini alacakken o zamanki (1960) askerî yönetimin izin vermemesi sebebiyle Edirnekapı-Sakızağacı'na defnedilmiş.
Bu minvalde İslam Ansiklopedisi'nde kısa bir taramayla ortaya çıkan isimlerden biri de son dönem Nakşibendi şeyhlerinden Süleyman Hilmi Tunahan. 1959'da Fatih haziresine defni talep edilmişse de müspet bir cevap alınamayınca Karacaahmet tercih edilmiş.
Edirnekapı'da medfun Kastamonulu Hacı Hafız Ömer Aköz de Bursalı Hacı Hafız Mustafa Efendi gibi Fatih haziresine defnedilmeliydi fakat herhâlde şartlar ve bazı özel durumlar müsaade etmedi. İki 'baş imam' birbirinden ayrı kabristanlarda mahşer gününü bekliyorlar.
Özel şartların müsaade etmediği ve âdet dışında kalınarak Zeytinburnu'na defnedilmiş bir başka isim de müezzinlerden Adnan Kuzey.
İstanbul'un en önemli tarih hazinelerinden biri olan Fatih semtini ayakta tutan hâlâ en sağlıklı bölgelerden biri Fatih Camii'nin çevresi. Bu sıhhat ve afiyette, semte adını veren caminin haziresinin ve hazirenin bakımlı kalmasının katkısı tartışılmaz. Bu yazının bahsetmeye çalıştıklarından başka birçok isim ve o isimlere ait etkileyici güzellikte mezar taşını en azından senede birkaç defa ziyaret etmek içimizde bazı şeyleri diri tutacaktır.
Sadullah Yıldız - Dünyabizim.com