"Sultan Reşad ölümden değil, fakat tahttan indirilmekten çok korkardı." Tanıyanlar böyle diyor. Üç padişahın tahttan indirildiğini ve başlarına gelenleri gördüğü için bu tabiidir. Ama bu sebeple, haysiyet-şikest derecede irade gevşekliği göstererek, İttihatçıların kötü emellerine âlet olmuş; tarihte çok kötü bir nam bırakmıştır. İttihatçıları hiç sevmeyen son devir ulemasından Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, padişahın türbesini ziyaretinde, "Aah, senin de çok kabahatin var!" demekten kendisini alamamıştır.
Sultan Hamid, evvelce biraderiyle yakınlık kurmak istemiş; hatta kızını oğluna vermeyi düşünmüştü. Fakat Jön Türklerle irtibatını haber alınca, kendisinden hep şüphe etmişti. Jön Türk isyanında saraya çağırıp, "Bu senin başının altındandır birader" diye yakasına yapıştığında; Reşad Efendi gayet sakin, "Sizin idarenizin neticelerindendir" diye cevap vermişti. Tahta çıktıktan sonra, kendisine bir mesele arz edildiğinde, "Birader de hiçbir şeye bakmamış ki" dermiş.
Felâketlerle dolu 9 senelik saltanatı esnasında, sadece ağabeyi Sultan Hamid'in ortadan kaldırılması teklifine; bir de Esvabcıbaşı Hakkı Bey'in uzaklaştırılması talebine direnmiş; bunun dışında her hususta komitaya boyun eğmiştir. "Meşrutiyet devrinde işe karışacak olsam, biraderin suçu neydi?" dermiş. Arada Sultan Reşad olmayıp da, Sultan Hamid'den sonra Sultan Vahîdeddin tahta çıksaydı, belki de memleketin çehresi bambaşka olacak idi.
MASADAN KALDIRMA
Ortadan uzun, mavi gözlü, sarışın idi. Mavi gözlü tek padişahtır. Bu sebeple olsa gerek, fazla ışığa dayanamaz; elektrikten hoşlanmazdı. Mesanesindeki taşı aldırmış; böylece tarihe ameliyat olan tek padişah olarak geçmiştir. Ameliyat masasına yatarken, "Ey büyük Allahım, eğer ben milletim ve vatanım için hayırsız ve bahtsız isem, beni şu ameliyat masasından kaldırma" diye dua etmiştir. Milletin başına takdir edilmiş belâlar varmış ki, duası kabul olunmamıştır.
İçlerinde Alman ve Avusturya hükümdarlarının da bulunduğu çok ecnebi misafiri kabul etti. İlk bayramlaşma merasiminde bazı ilerici! meb'uslar, padişahın tahtının saçağını âdet olduğu üzere öpmeyi reddedip, başlarını eğmekle iktifa etmişti. Herkesin ayıpladığı bu tavrı, padişah sineye çekti. Rıza Tevfik yıllar sonra kaleme aldığı manzumesinde, "Saçak öpmeyenler secde ettiler âsi bir zâbitin pis külahına!" mısralarıyla terennüm edecektir.
Şiirden anlardı. İyi Farsça, orta derecede Arapça ve Fransızca bilirdi. Pek ibret almasa da tarihe çok meraklıydı; tarihî hâdiseleri teferruatına kadar bilirdi. Trakya askerî manevralarında, yorucu ve bunaltıcı seyahate rağmen, kendisini hep neşeli ve memnun gören başkâtip Halid Ziya der ki: "Bu ihtiyar padişahın ecdaddan gelme öyle bir azim ve inad sermayesi vardı ki, her zorluğa tahammül kuvvetini veriyordu." Monarşi, işte böyle bir şeydir.
HARAM OLSUN
Mevlevî tarikatine mensuptu. Dindardı. Ailesi ve maiyetinin de dinî vecibeleri yerine getirmelerini isterdi. Sultan Reşad, saray imamına, "Elhamdülillah Cenab-ı Hakk'a bir rek'at bile namaz borcum yoktur" demiştir.
Birer levhaya "Namaz kılmayana ekmek ve tuzumu haram ediyorum" yazdırıp, sarayda her odanın kapısına astırmıştı. "Sarayda eskiden iki şey iyiydi, şimdi ikisi de bozuldu: Namaz ve yemekler" sözü de ona aittir.
Son günlerinde imza için gelen kâğıtlara bakıp, "Bıraksalar da haysiyetimle ölsem" dermiş. Nihayet 9 yıllık saltanatı felâketlerle geçen Sultan Reşad, memleketin iflâs vesikası denilebilecek Mondros Mütârekesi'nin imzalanmasından az evvel şeker hastalığından vefat etti. Eyüp'te yaptırdığı ilk mektebin yanındaki türbesine gömüldü. Memleketteki son padişah cenazesi budur. Sur dışında medfun tek padişah da Sultan Reşad'dır.
Protokole pek meraklıydı. Ceketsiz ve fessiz kimseye çıktığı görülmemişti. Nâzik idi. Huzuruna kim girse, ayağa kalkıp önünü iliklerdi. Ağabeyi gibi sesi kalındı; düzgün ve edibâne konuşurdu. Latifeyi severdi. Bu sebeple görenlerde hep müsbet intiba uyandırmıştır.
Saraya yemeğe geldiğinde, "Bu adam yemek yemesini bilmiyor; bamya ile su içiyor" diye Enver Paşa'yı kınadığını, başkâtip Ali Fuad Bey anlatıyor. Avusturya imparatorunu istasyonda karşılarken, "Bu yaştan sonra genç imparatoriçe ile aynı arabaya binerek kendime güldüremem" diyerek, imparatoru yanına almış; imparatoriçe, veliahd ile aynı arabaya binmiştir.
Beylerbeyi'nde mahpus bulunan ağabeyi Sultan Hamid'e gönderdiği habercilere, kendisinden "zât-ı şâhâne" değil de, "biraderiniz" diye bahsetmelerini isteyerek incelik göstermişti. Tevâzuyu bazen ifrata vardırırdı. Zeki miydi, saf mıydı; tanıyanlar bu suale kolay cevap verememiştir.
KAPAN SECDEYE!
Bu babacan padişahın âcizliği ortaya çıktıkça, tarihimizde ilk defa bir padişah, alay mevzuu olmuştur. Sultan Reşad'ın, kendisine oturduğu yerden gâzi unvanı kazandıran Çanakkale Zaferi için kaleme aldığı bir gazeli vardır. Buna tahmîs şeklinde bir nazîre yazılmış; şairi bilinmeyen bu manzume halk arasında çok yayılmıştı.
Her kıt'anın ilk üç mısraını bu nazîre, son iki mısraını da Sultan Reşad'ın gazeli teşkil eder. Hayr-i dessâs sözü ile vakıfları tarumar eden Şeyhülislâm Ürgüplü Hayri Efendi; dinsiz Mûsâ ile de Mason şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi kastedilmektedir...
Haberim yoktu olup bitmiş olan şeylerden,
Mesnevîler okuyordum oturup ezberden,
Bir de baktım ki haber geldi bizim Enver'den,
Savlet etmişti Çanakkaleye bahr ü berden
Ehl-i İslâmın iki hasm-ı kavîsi birden
Milletin emdi kanın döndü o Enver domuza,
Şevket ü kudret-i şâhânemi çekti omuza
Çıkası gözlerini dikti bizim postumuza
Lâkin imdâd-ı ilahî yetişip ordumuza
Oldu her bir neferi kal'a-yı pulad beden
Dönmeler, Talât'ı da yendi kumar bezminde
Bitti haysiyet-i mâliye cihan nezdinde
Millet ekmek diye toprak yedi, lâkin zinde
Asker evladlarımın pişgeh-i azminde
Aczini eyledi idrâk nihâyet düşmen
Hele ol Hayr-i dessâs mefâsid-i girdâr
Etti evkaf-ı hümâyunumu paymâl-i hasar
Eyledi Bâb-ı Meşîhat'te de bir hayli mazar
Kadr ü haysiyyeti paymâl olarak etdi firâr
Kalb-i İslâma nüfuz eylemeye gelmiş iken
Ederek mahkeme-i şer'-i şerîfi ilgâ
Son halîfe beni kaydetdi bu tevhid-i kazâ
Şeyhülislâm-i âhir oldu o dinsiz Musa
Kapanıp secde-i şükrana Reşad eyle dua
Mülk-i İslâmı hüdâ eyleye dâim me'men
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci - Türkiye Gazetesi