Bursa, ilk Osmanlı hastanesi ve ilk tıp okulu ve ilk devlet (memleket) hastanesine ev sahipliği yaptığından dolayı tarihi zenginliklerle dolu olduğu kadar Türk Tıp Tarihi açısından da özel bir yere sahiptir. Dârüşşifalar, ortaçağ boyunca zaman zaman ve bölgeden bölgeye değişen "Dâr- üs-sıhha" "Dâr-ül afiye", "Dâr-ür raha", "Dâr-ütTıp", "Mâristan", "Bîmâristan", "Bîmarhâne" kervansaraylarda "tâbhane" adlarıyla da adlandırılır.
İlk Osmanlı hastanesinin yaptırıldığı Bursa (Prussa), Bitinya, Lidya, Pers, Roma ve Bizans hâkimiyeti altına girmiş, Rum beylerinin idaresinde kalmış, 6 Nisan 1326 senesinde Orhan Bey tarafından alınmış, yaklaşık 9 sene sonra, 1335 yılında da Osmanlı hükümet merkezi olmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın; "Şimdiye kadar gördüğüm şehirler içinde Bursa kadar muayyen bir devrin malı olan bir başkasını hatırlamıyorum. Fetihten 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sade baştanbaşa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş, aynı zamanda onun manevi çehresini gelecek zaman için hiç değişmeyecek şekilde tesbit etmiştir… diyerek anlattığı Bursa, Türklerin sağlık tarihi alanında da önemli bir yere sahiptir. Tarihinde birçok ilki barındıran Bursa, birçok değerli hekimi yetiştirmiş, ilk Osmanlı hastanesi ve ilk tıp okulu ve ilk devlet (memleket) hastanesine ev sahipliği yapmıştır.
BURSA YILDIRIM DARÜŞŞİFASI
Yıldırım Bayezid'in en önemli yapıtlarından olan Darüşşifa, çeşitli metinlerde "Bimarhane", "Maristan" veya "Şifahane" adlarıyla da yer almaktadır. 19. yüzyıla gelindiğinde, ordu barut deposu "baruthane" olarak kullanmaya başladığından, günümüzde "Baruthane" adıyla tanınmaktadır.
Anadolu'da Osmanlı döneminin başlamasıyla kurulan ilk darüşşifadır (Dar-üt-tıbb). Tıp tarihindeki ilk Osmanlı hastanesi ve tıp okulu olma özelliğini de taşıyan Darüşşifa, Yıldırım Bâyezid tarafından kurulan Külliye (cami, medrese, hamam, imâret, darüşşifa)'nin bir parçasıdır. Darüşşifanın yaptırılması ve yaşatılmasında Yıldırım Bâyezid'in kızı Hundî Hatun ve eşi Emir Sultan'ın (Şemsettin Mehmet Ali el-Hüseyin el-Buhari) rolü büyüktür. Darüşşifa'nın yapım tarihi ile ilgili çeşitli söylemler bulunmakla birlikte, Mayıs 1400 (802) tarihli Vakfiyesi esas alınarak, bu tarihten önce yapılmış olduğu kararına varılmaktadır. Külliyenin diğer yapıları birbirlerine yakınken Darüşşifa, Yıldırım Camii'nin 250-300 m doğusunda, meyilli bir araziye yaptırılmıştır.
Asıl olarak Molla Fenari'ye ait olan bu arazi, külliye için "Şüşteri Bahçesi" adı ile Orhan Gazi tesislerine vakfedilmiş; Darüşşifa yeri içinse Orhan Vakfı'ndan kiralanarak her yıl "zemin ücreti" ödenmiştir.
BURSA YILDIRIM DARÜŞŞİFASI YAPISI
Darüşşifa, 30x52 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı bir bina olup, 1560 m2'lik bir arazide yüzde 7'lik eğimle kurulduğu için kademeli olarak yükselen bir yapıdadır. Darüşşifanın, avlunun doğu ve batısında sıralanmış toplam 20 hasta odası vardır. Bu odalar 3.30x3.60 m ölçüsünde olup, odaların dışa açılan birer penceresi ile içlerinde bir de ocakları vardır. Girişin iki yanındaki eyvan şeklindeki iki hücre darüşşifaya başvuranların beklediği bölümlerdir. Onların iki yanındaki dört büyük oda da tabip ve eczacıların ilaç yaptıkları (macunhane) yerlerdir. Girişin karşısında 7.29x9.42 m. ölçüsünde kubbeli, dikdörtgen biçimli bir dershane bulunmaktadır. Bu dershanenin iki yanında ise 5.62x7.90 m. boyutlarında birer büyük oda vardır. Büyük salon, mimari açıdan incelendiğinde mescit olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Mimari olarak incelendiğinde, dış yapısının erken Osmanlı mimarisine, dershane bölümünün ise Selçuklu mimarisine göre düzenlendiği ve kapalı bir mekan haline getirildiği tespit edilmiştir.
YILDIRIM DARÜŞŞİFASI'NDA MAAŞLAR
Darüşşifa 9 personel ve padişah tarafından belirlenen maaş ve tayın miktarları ile çalışmaya başlamıştır. Darüşşifanın ilk kuruluşunda 1 başhekim, 2 hekim, 2 eczacı, 2 şerbetçi, 1 aşçı ve 1 ekmekçiden oluşan bir kadrosu vardı.
Daha sonra bu kadroya göz doktoru (kehhal), ikinci bir cerrah, kayyum (hizmetli), çamaşırcı, kilerci, kapıcı, vekilharç, mubayaa memuru, mühürdar, gassal (ölü yıkayan) ilave edilmiştir. Böylece toplam kadro 18 kişiye yükselmiştir. Kadro 1662 yılı kayıtlarına göre ise, 23 kişiden meydana gelmektedir.
DARÜŞŞİFANIN İLK BAŞHEKİMİ
Darüşşifanın ilk başhekimi İran'da yetişmiş bir hekim olan Tabib Hüsnü'dür. Daha sonraki yıllarda da çok değerli Türk hekimleri darüşşifada görev yapmışlardır. Hekim Yusuf Sinaneddin (Şeyhi takma adı ile edebiyat alanında ün yapmıştır), hekim Ömer Şifâî Dede, hekim Ali Münşi, vb. Darüşşifada modern bir tıp eğitimi olduğu söylenemezse de usta-çırak ilişkisi kayıt altına alınmıştır.
Bunun yanı sıra Yıldırım Bâyezid'in isteği üzerine Mısır Memluk Sultanı Melik üz Zahir Berkuk tarafından gönderilen Şemseddin ibn Sagir, darüşşifada hekimlik ve öğretmenlik yapmak üzere görevlendirilmişti. Bu durum, darüşşifanın aynı zamanda bir tıp okulu olarak görev yaptığının kanıtlarındandır. Dr. Osman Şevki Uludağ da buranın bir eğitim kurumu olarak da hizmet ettiğini belirtmiştir.
Yıldırım Darüşşifası için Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde şunları söyler: "Mehrum ve mağfur Bayezid-i Veli Vakıfnamesinde hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def-i sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende gulam tahsis edilmiştir ki, üçü hanende, biri neyzen, biri kemani, biri musikar-i, biri santuri, biri udi olup haftada üç kere gelip hastalara ve delilere musiki faslı verirler."
EN FAZLA MESANE TAŞI AMELİYATLARI YAPILIYORDU
Darüşşifada genel hastalıkların yanında cerrahi müdahaleler yapılıyordu. Bunlar genellikle, kırık-çıkık, bazı harici yaralar, urlar ve mesane taşları ile ilgili idi. Çetin'in belirttiğine göre, Bursa sicillerinde darüşşifada en fazla mesane taşı ameliyatlarının yapıldığı, daha sonra da "daü'l-hanazır" denilen sıraca (boyun uru) hastalığına müdahale edildiği görülmektedir.
Çok sık rastlanan hastalıklardan birinin de "nasir zahmeti" yani basur olduğu belirtilmektedir. Hastanede ayrıca akıl ve sinir hastalıklarının da tedavisi yapılıyordu.
Darüşşifa bir vakıf hastanesi olup, tedavi parasızdı, hastanenin vakfiyesine göre, hastaların günlük yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını karşılamak üzere, günde 260 dirhem gümüş, buna ilave olarak yeterince buğday ve pirinç tahsis edilmişti.
YILDIRIM DARÜŞŞİFASI GÜNÜMÜZE ULAŞTI MI?
1854 depremi ile Bursa'daki birçok kamu binası, cami, külliye ve binlerce ev yerle bir olmuştur. Deprem sırasında hastane ve hekim yetersiz kalınca bazı yaralılar Mudanya'dan teknelerle İstanbul'a taşınmış, azınlık hastaneleri ve darüşşifalarda tedavi edilmiştir. Deprem sonrasında yıkılan veya zarar gören binaların bir kısmı onarılmış, bir kısmına da dokunulmamıştı ki darüşşifa binası bu tamir edilmeyen binalar arasındaydı. Özellikle Gureba Hastanesi yapıldıktan sonra, darüşşifaya ilgi azalınca, binanın tamirine ihtiyaç duyulmadığı için olduğu gibi bırakılmış, bu nedenle bina harap bir şekilde kalmıştır.
Osman Şevki Uludağ da 1925 yılındaki darüşşifa binasından bahsederken, binanın bir taş yığını halinde görüldüğünü, tahrip edildiğini, sağlam kalan bazı odaların da baruthane olarak kullanıldığını belirtir.
Harap haldeki darüşşifa binası 1940'lı yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başlatılan bir çalışma ile korunmaya alındı. Bu projede görev alan Mimar Sedat Çetintaş darüşşifa kalıntıları üzerinde çalışmalarına başladı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü bu binanın yok olmasını engellemek adına 2 Mayıs 1991 tarihinde büyük ve köklü bir onarımdan geçmesi üzerine faaliyetlere başladı. Bina, 1997-2001 yılları arasındaki büyük onarımlardan sonra Göz Nurunu Koruma Vakfı'na tahsis edildi ve 27 Ekim 2001 Cumartesi günü vakfa bağlı olarak "Bursa Yıldırım Darüşşifa Göz Merkezi" adı altında Bursa'nın ilk göz hastanesi olarak hizmet vermeye başladı.(U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl: 11, Sayı: 19, 2010/2, Osmanlılar Döneminde Bursa'da Yaptırılan Hastaneler, Sezer Erer)
Bursa'da hizmet veren Yıldırım Darrüşşifası'nın 1854 depreminde hasar görmesinin ardından Ahmet Vefik Paşa Hastanesi yapıldı. Ancak, nüfusun giderek artmasıyla birlikte bu hastane yetersiz kaldı ve Bursa halkının gayretleriyle 9 Kasım 1951 yılında şimdiki Memleket Hastanesi kuruldu.