Doğu'ya yaptığı fetihlerle ve kişiliğiyle Osmanlı Devleti'nin en önemli padişahlarından biriydi Yavuz Sultan Selim. Çok iyi at biner ve kılıç kullanırdı. Ok atmada ve yay çekmede ise adeta ustaydı. Şehzadelik yıllarında çok iyi eğitimlerden geçen Yavuz, "geçilemez" sanılan Sina Çölü'nü o günün şartlarıyla 13 günde aştı. İslam'ın kutsal beldelerini Osmanlı sancağının gölgesine almasıyla tarihin akışını değiştirdi. Hazreti Muhammed'in naaşını kaçırmaya teşebbüs eden Hristiyan dünyasının planlarını boşa çıkaran Yavuz Sultan Selim Han, bundan tam 498 yıl önce vefat etti.
Osmanlı Devleti'nin 9'uncu padişahı ve 88'inci İslam halifesi Yavuz Sultan Selim, 10 Ekim 1470'de doğdu. Babası Sultan İkinci Bayezid, annesi Gülbahar Hatun'dur. Yavuz Sultan Selim, uzun boylu, geniş omuzlu, kalın kemikli, omuzlarının arası geniş, yuvarlak başlı, kırmızı yüzlü, uzun bıyıklı ve yiğit bir padişahtı. Sert tabiatlı ve cesurdu. İyi bir eğitim gördü. Babası Sultan İkinci Bayezid, padişah olduktan sonra, askeri sevk ve devlet idareciliğini öğrenmesi için, Şehzade Selim'i Trabzon Sancağına vali olarak tayin etti.
BÜYÜK FETİH HAREKETİ
1487'de geldiği Trabzon'da 1510 yılına kadar yaklaşık yirmi dört yıl sancak beyliği yaptı. Şehzade Selim'in Trabzon'daki idarecilik yılları ona ileride kısa sürecek saltanatı için çok iyi bir tecrübe kazandırdı. Burada iken sınır boylarındaki gelişmeleri, özellikle Gürcü prensliklerinin ve Osmanlı Devleti için büyük bir siyasî-dinî mesele oluşturacak olan Şah İsmail'in faaliyetlerini dikkatle takip etti. Bu konuda devlet merkezini bilgilendiren raporlar yazdı. 1508 Gürcü kralına karşı yaptığı bir seferde büyük başarı kazandı ve babası tarafından takdir edildi.
Tahtı devraldığında Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2'si Avrupa'da, 1.905.000 km2'si Asya'da, 2.905.000 km2'si Afrika'da olmak üzere toplam 6.557.000 km2'ye çıkardı.
Padişahlığı döneminde Anadolu'da birlik sağlandı; halifelik Abbasilerden Osmanlı Hanedanı'na geçti. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına aldı.
SEKİZ YILA SEKSEN YIL SIĞDIRDI
Çok güzel ata biner, devrin en meşhur silahşörlerini alt edecek kadar iyi kılıç kullanırdı. Güreşmekte, ok atmada ve yay çekmede ustaydı. Savaştan hoşlanmakla beraber çok ince bir ruha da sahipti. Mütevazı bir kişiliği olan Yavuz Sultan Selim, her öğün yemekte tek çeşit yemek yerdi ve ağaçtan tabaklar kullanırdı. Yavuz Sultan Selim, 22 Eylül 1520'de, "Aslan Pençesi" denilen bir çıban yüzünden henüz elli yaşında iken vefat etti.
Hayatının son dakikalarında Yasin-i Şerif okuyordu. Kanûnî Sultan Süleyman, Fatih Camii'nde babasının cenaze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Camii avlusundaki türbeye defnettirdi.
Tarihçiler, Yavuz Sultan Selim'i, sekiz yıla seksen yıllık iş sığdırmış büyük bir padişah olarak değerlendirdiler. Kanuni Sultan Süleyman, Hatice Sultan, Fatma Sultan, Hafsa Sultan ve Şah Sultan, Yavuz Sultan Selim'in çocuklarıdır. 623 senelik muhteşem Osmanlı İmparatorluğu'nun Yavuz Sultan Selim'e ait olan kısmı, sadece sekiz seneydi. Onun bu kadar kısa bir zaman içinde elde ettiği başarıları akla sığdırmak neredeyse imkânsız.
PEYGAMBERİMİZİN NÂŞINI AVRUPA'YA KAÇIRMALARINI ENGELLEDİ
1150'lerde Hazreti Muhammed'in naaşını kaçırmaya teşebbüs eden Hristiyan dünyası, yaklaşık üç buçuk asır sonra bu işi yeniden denemeye kalktı ama çabaları yine boşa çıktı. Portekizli Amiral Alfonso d'Albuquerque'in planladığı bu ikinci girişim, 1510'lu senelerde sahneye kondu.
Doğu'ya uzanan ticaret yollarını ellerine geçirmek isteyen Portekizliler, Memlükler'in denizcilikteki bu zaafından istifade ederek Arabistan Yarımadası'nda stratejik mevkiler elde etmeyi başardılar. Portekizli Amiral Alfonso d'Albuquerque, daha da ileri giderek Hazreti Muhammed'in Medine'deki kabrini Hristiyan topraklarına kaçırmak gibi sinsi bir plan kurdu. Hazreti Muhammed'in naaşını kaçırabildiği takdirde İslam dünyasının moralini yerle bir ederek zamanla Kudüs'e de hâkim olabileceğini düşündü. Ama Osmanlıların Memlükler'i tarih sahnesinden silerek Ortadoğu'ya ve bütün kutsal topraklara hâkim olmaları bu planı bozdu.
KEFENİNİ BOYNUNDA TAŞIYAN SULTAN
Yavuz, şehzadeliğinden beri kefenini boynunda taşıyan bir cengâverdi. O anda binlerce ok ile şehit olabilirdi. Onun tevekkül, teslimiyet ve her çarenin Allah olduğunu idrak etmesi, bir anda hadisenin seyrini değiştirdi. Yavuz'un yüreğinden boşalan bu nutuk, askerin gönlünü bir çağlayan gibi coşturdu. Çaldıran Ovası'na doğru yeniden taze bir azim ve müthiş bir hamle gücü ile varıldı. Şah İsmail perişan bir şekilde mağlup oldu. Karısını ve tahtını harp meydanında bırakarak kaçtı.
Selim Han, Tebriz'e girdi. Dört halifeyi zikrederek kendi adına hutbe okuttu. Tebriz'deki ilim ve sanat erbabına büyük ilgi gösterdi. Onları İstanbul'a davet etti. O yıl Selîm Han, bölgedeki fetihleri tamamlamak için kışı, Azerbaycan'daki Karabağ'da geçirdi. İstanbul'dan Tebrîz'e kadar 2.500 kilometrelik bir mesafeyi, birçok ikmal zorlukları ile ve yaya olarak aşıp parlak bir zafer kazanmak, tarihte eşine çok az rastlanan hadiselerdendir.
YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN ÖLÜM DÖŞEĞİNDEKİ KONUŞMASI
Yavuz Sultan Selim Han, şirpençe denilen bir hastalığa tutulmuştur ve ahirete göçme vakti yaklaşmıştır. Ateşler içinde döşeğine uzanmış, hekim de tedavi için başucunda durmaktadır.
Hekim, padişahı kontrol eder, yüzündeki ifade pek hoş değildir. Sadrazam, hekimbaşına "Durumu nasıl?" diye sorar. "Hiç iyi değil" cevabını alınca Sadrazam, "Peki ne yapacağız ne tavsiye edersin?" der.
Hekimbaşı, "Efendim artık ilaç, tedbir kâr etmez, iş Allah Teâlâ'ya kalmıştır, hastaya ve size tavsiyem Allah (CC) zikriyle meşgul olmanızdır" diye cevap verince o anda kendinden geçmiş zannettikleri Sultan Selim Han gözlerini celalli bir şekilde açıp hekimbaşına bakarak adeta gürler.
"Hekimbaşı, hekimbaşı! Seni edebe davet ederim, sen bu mübarek emanet ve vazife altındayken bizim Allah Teâlâ'nın zikrinden gafil olduğumuzu mu düşünürsün? Cenâb-ı Hakk şahidimdir ki her umurumda (yaptığım işlerde) daima Allah'ı (CC) zikretmişimdir.
Rabbime hamd-ü sena olsun ki şu illet (hastalık) gelmezden evvel de, beni yatağa düşürdüğünde de bir an olsun Cenâb-ı Hakk'ın zikrini bırakmadık. Ben hakkıyla zikredemediğim için Allah Teâlâ'dan istiğfar ediyorum ama sen de derhal bu sözünden tövbe ve istiğfarda bulun, zira bu da bir nevi gaflettir, feraset yoksunluğudur. Zikreden bir kulda bu nevi irfansızlıklar olamaz, olmamalıdır" diyerek ölüm döşeğinde bile etrafını ikaz ve irşadda bulunur.
SELİM'İN SARIĞININ SIRRI NEYDİ?
Yavuz Sultan Selîm Han, Mısır'ı fethetmiş, Hicaz bölgesinin idaresi de kendisine teslim edilmişti. 20 Şubat Cuma günü, Melik Müeyyed Camisi'nde okunan hutbede hatibin kendisinden; "Hakimü'l-Harameyni'ş-Şerîfeyn" diye bahsetmesi üzerine itiraz etti.
"Hayır, hayır! Bilâkis; Hâdimü'l-Harameyni'ş-Şerîfeyn (iki şerefli belde olan Mekke ve Medîne'nin hizmetçisi!) deyiniz." diye yaşlı gözlerle cevap verdi. Ardından halıyı kaldırıp toprak üzerine secde ederek Rabbine şükretti. Harameyni'ş-Şerîfeyn'in hizmetkârı olduğunu ifâde etmek için de, sarığının üzerine süpürge biçiminde bir sorguç taktı.
Yavuz Sultan Selim ile ilgili yazılmış tüm kitapları incelemek ve satın almak için tıklayınız...