Rahmetli Ahmet Halûk Dursun hocamızı 1984 yılında Marmara Üniversitesi'nde okumaya başladığımda tanımıştım. Üst sınıfta okuyan arkadaşlarımız derslerine giren hocayı anlata anlata bitiremezlerdi. Ancak bizim şanssızlığımız dersimize gireceği yıl Suriye'ye gitmesi oldu. Daha sonra aynı bölüme araştırma görevlisi olarak girince yıllarca hocamla aynı odayı paylaştım. Sayesinde teorik tarihçiliğimi seyahat ederek pratikle birleştirme şansını buldum.
Osmanlı kültür coğrafyasını, bu kültürün en önemli tezahür merkezi İstanbul'u hocamızın gözünden tanıdım.
Kültür insanının çok az bulunduğu Milliyetçi-Muhafazakâr camiada eşine rastlanmaz bir beyin, büyük bir birikime sahip bir hoca ve bürokrattı. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.
HEREKE'DEN GALATASARAY'A
Ahmet Halûk Dursun 1957'de Hereke'de doğdu. Ailesi aslen Giresun-Tirebolu Arslancık Köyü'ndedir. 1968'de Galatasaray Lisesi'ne parasız yatılı olarak girdi.
Böylece Osmanlı'nın en bariz şekilde tezahür ettiği İstanbul kültürüyle ve hayatında önemli yerleri olan rahmetli Mehmet Şevket Eygi, Fethi Gemuhluoğlu ve Ali İhsan Yurt gibi milliyetçi ve muhafazakâr camianın önde gelen isimleriyle tanıştı.
Geleceğin önemli kültür insanlarından biri olacağı 1976'da ortaya çıkmıştı. Milli Türk Talebe Birliği tarafından düzenlenen kompozisyon yarışmasında Kültür Emperyalizmi ve Batı'nın Yeniçerileri" başlıklı yazısıyla birinci oldu. 28 Nisan 1976'da düzenlenen ve sunuculuğunu şimdiki Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın yaptığı törende birincilik ödülünü aldı.
Bu yıllarda ülkücü camianın tanınan isimlerindendi. Galatasaray Lisesi'nde okurken tarihçi olmaya karar vermişti. 1978'de arkadaşları Vahdettin Engin ve Haldun Lengerlioğlu'yla beraber girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nü 1982'de bitirdi. 1982'de A. Alper Gazigiray takma ismiyle "Ermeni Terörünün Kaynakları" isimli bir eser yayınladı. Bu yıllar, Ermeni meselesinin ileride başımıza çıkaracağı sorunların farkına varılmadığı bir dönemdi. Bu kitabın o dönemde yayınlanması hocanın analiz gücünü gösterir.
Çatı Dergisi'nde yayınlanan yazısı.
KÜLTÜR TARİHÇİSİ
1982'de Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği Anabilim Dalı'nda araştırma görevlisi oldu. Öğrenci yetiştirmeye başladı. 1986'da yüksek lisansını bitirdi. Ortadoğu uzmanı olmaya karar vermişti. Teorik bilgilerini pratikle birleştirmek için 1986'da Suriye'ye gitti. Burada beşerî kültür unsurlarını yakından tanıdı.
Ancak geçirdiği ağır bir rahatsızlıktan dolayı Türkiye'ye döndü. Bu rahatsızlıktan sonra hayat çizgisini kültür tarihçiliğine çevirdi. Yıllarca gezdiği İstanbul'un tarihi mekânlarını, dereleri ve çınarlarını "İstanbul'da Yaşama Sanatı", "Şehir ve Kültür: İstanbul", "İncir Çekirdeği: Hereke'den Çıktım Yola" ve "Boğaziçi'nde Kırk Yılım" isimli kitaplarında anlattı. Balkanlar başta olmak üzere Osmanlı coğrafyasını yıllarca dolaştı ve insanları gezdirerek hiç bıkıpusanmadan anlattı. Gezdiği yerleri "Nil'den Tuna'ya Osmanlı Yazıları", "Tuna Güzellemesi", "Osmanlı Coğrafyasına Yolculuk" ve Emanname Dergisi'nde yazdı.
1994'te "Akabe Meselesi 1906" isimli doktora tezini tamamladı. Daha sonra doçent ve profesör oldu. Bu yıllarda hiç durmadan gezip, kültür tarihimizle ilgili yazılar kaleme alıyor, konferanslar veriyordu.
İstanbul'un çiçeğinin erguvan olduğunu ve kavağın İstanbul'a hiç yakışmadığını söyleye söyleye şehrin bitki kültürünün düzelmesinde önemli katkıları oldu. Miniatürk Projesi'nin hazırlanmasında danışman olarak görev yaptı. 2001'de Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'ne geçti. 2005- 2006 ile 2011'de Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu başkan vekilliği yaptı. 2006-2012 arasında Ayasofya Müzesi Başkanlığı, 2012-2014 arasında Topkapı SarayıMüzesi Müdürlüğü, görevlerinde bulundu ve tarihe geçecek işlere imza attı. 2014 yılında atandığı Kültür ve Turizm Bakanlığı müsteşarlığı görevinden 2016 Nisan'ında kendi isteğiyle ayrıldı.
Bu, bürokrasi tarihimizde pek karşılaşılan bir durum değildi. 2018 Temmuz'unda ise Kültür ve Turizm Bakan yardımcılığına tayin edildi. 19 Ağustos 2019'de kültürel incelemeler yaparken trafik kazasında hayatını kaybetti. Evliya Çelebi'den sonra en çok gezen ve seyahatlerini yazan nadir Türkler'dendi.
MTTB'nin kompozisyon yarışmasında birincilik ödülünü alırken.
AYASOFYA VE TOPKAPI'NIN ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİRDİ
Ayasofya bir Osmanlı külliyesidir. Ancak müze olduktan sonra bu vasfı kaybolmuştur. Halûk hocamızın büyük çabaları sonucu, II. Selim, III. Murad, III. Mehmed, I. Mustafa- Sultan İbrahim ve Şehzadeler türbeleri 2009'da açıldı. Hocamız, I. Mahmud Kütüphanesi ve şadırvanını görünür kıldırttı.
Sıbyan mektebini lojman olarak kullanımdan çıkarttırdı. Yıktırılan Ayasofya Medresesi'nin yeniden inşası için projelerini yaptırttı. Tarihi külliyeye yakışmayan yeni binaları yıktırttı. Ayasofya'nın içerisinde 17 yıldır devam eden kubbe restorasyonlarını bitirterek, iskeleleri kaldırttı.
Böylece Ayasofya'nın haşmeti ortaya çıktı. Ayasofya Envanteri kitabını yayınladı. Ayasofya'nın içerisindeki Kazasker'in 8 büyük hattıyla camideki diğer hatlar da döneminde onarıldı.
Topkapı Sarayı'nda Hırka-ı Saadet ziyaretlerinin geleneksel kültürümüzdeki hâline gelmesi için çalıştı. Sarayda restorasyonlar yapılırken tarih ve mimari kültürümüzdeki standartlara uyulması için uğraştı. Sarayın otopark hâline gelmiş avlularının eski durumlarına gelmesi için uğraştı. Örneğin 4. Avlu hocanın çabalarıyla tekrar sarayın bahçesi hâline geldi. Saraydaki birçok mekânın aslına uygun bir şekilde kullanılması için çalıştı.
Sarayda başta gül olmak üzere eski bahçe kültürümüzün canlandırılmasını sağladı.
Sarayda atlı birliklerin düzenli olarak görev yapmasını sağladı. Topkapı'da görev yapan rehberlerin eğitilmesi için kurslar düzenletti. Harem deyince aklımıza hep yatak odası gelir. Rahmetli hocamız Harem'in padişahın evi ve hanımların yetiştirildiği eğitim kurumu olduğunu öne çıkaracak düzenlemeler yaptırttı. Örneğin Harem'de bulunan ancak mescid olduğu hakkında önlerinde hiçbir ibare olmayan ve farklı amaçlar için kullanılan mescidlerin belirginleşmesi için uğraştı.
Halûk Dursun Topkapı'da.
HALÛK HOCA'NIN VASIYETI: DEVLET, DEVLET, DEVLET
HALÛK hocamızı tanıdım tanıyalı en önem verdiği konunun devlet olduğunu gördüm. Tarihçilerin siyasetçi ve bürokratlardan farkı hadiselere 20-30 yıllık perspektifle değil birkaç asırlık gözlükle bakıp değerlendirmeleridir. Bu yüzden riskleri ve tarih içerisinde yapıldığı için tekrarlanmasına gerek olmayan boş hamleleri önceden görebilirler. Halûk Hoca çok takdir ettiği rahmetli Turgut Özal'ın devleti hizmetkâr statüsüne indirtmeye çalışmasına, asırlardan beri gelen devletin kutsallık anlayışını bozmasına kızardı.
Türk geleneğinde hizmetkâr olan hükümdardır.
Türk milleti varlığını devlet olmadan koruyamadığı için devleti kutsallaştırmıştır. Nesiller gelir geçer devlet hep var olur. Dolayısıyla Türk milleti de kimliğini kaybetmeden tarih sahnesinde var olmaya devam eder.
Siyasi akıl ülkeye hamle yaptırıp, kalkındırır, devlet aklı ise devleti korur. Asırlar içerisinde oluşmuş teamül ve geleneklerle yetişen sivil ve askeri bürokratlar devlet aklını temsil ederler. Halûk hocayla bu meseleyi sık sık konuşurduk.
Vefatından 5 gün önce 14 Ağustos'ta Suriye'de ne olup bitiyor diye mesajlaştık.
Rahmetli Halûk hocam "Suriye konusunda anahtarın Halep olduğunu ve elden gittiğini" yazdıktan sonra Türkiye'nin geleceğiyle ilgili son derece önemli şu notu yazmıştı: "Kürt konusu Türkiye Cumhuriyeti için bir numara ve hayati meseledir... Önce kısa -uzun politika ve eylem planları ile Anadolu Birliği sağlanmalı, sonra çevre güvenliği konusu çalışılmalı bu konular üzerinde "Devlet politikası" oluşturulmalı...
Bunun için de önce devlet diyen devlet kadroları yetiştirilmeli, acilen bu kadroların "Müşterek Harekât Merkezi" oluşturulmalı.
Bu kadrolar bir partinin, kliğin, zümrenin adamı değil, son derece iyi yetişmiş, yetiştirilmiş devlet kadroları olmalı... İç ve dış sahalarda olan biteni yakından takip edecek kalite ve kapasitedeki kişilerden meydana gelecek bu kurum Milli Güvenlik Kurulu'na doğrudan bilgi sunan, koordinasyonu sağlayan "Devlet Politika Oluşturma ve Koruyup Kollama Kurulu" gibi bir özel görev ile Cumhurbaşkanı'na doğrudan bağlı Başkanlık Kurumu olmalı. En azından devleti, bürokrasiyi ve akademiyayı toplayacak bu kurum nasıl oluşmalı ve görevi ne olmalıdır konusu bir özel çalışma ile hazırlanıp sunulmalı... (Ben çalışıyorum)".
Sabah - Erhan Afyoncu