Osmanlı Devleti'nin İlber Ortaylı'nın tabiriyle "imparatorluğun en uzun yüzyılı" olan 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde; stres, sıkıntı, çaresizlik, acı, hayal kırıklıkları, hüzün bir türlü bitmedi. İmparatorluğun en büyük sorunu hayatta kalmaktı. Ardı arkası kesilmeyen isyanlar, devleti ayakta tutmak için yapılan reformlar, fikri tartışmalar sürüp gitti.
Balkanlar'dan göç eden Türkler.
REFORMLAR PANİKLE YAPILDI
Avusturya, İngiltere, İtalya, Fransa, İran ve Rusya'nın, imparatorluğun değişik bölgeleri hakkında emelleri vardı. Azınlıklar ise bağımsızlık peşindeydi. Osmanlı yönetimi, devleti ayakta tutabilmek için her şeyi yaptı. Kendi geleneğinden bile uzaklaşıp, bir zamanlar küçümsediği Frenkler'in âdetlerini benimsedi. Ancak imparatorluğun parçalanmasını durduramadı.
Reformlarda en büyük problem, baskı ve tehdit altında, planlama olmadan panik halde yapılmasıydı. Ayrıca en önemli mesele, reform sürecini yönetecek bürokrat ve zaman sıkıntısıydı. Özellikle Rus tehdidi, sağlıklı düşünecek zaman bırakmadığı gibi sıhhatli bir siyasetin izlenmesine de imkân bırakmamıştı.
II. Abdülhamid
Salgın hastalıklara karşı mücadelede başarılı olunamaması, ulaşım ağlarının ve sanayinin çok gelişmemesi, eğitim sisteminin istenilen seviyeye getirilememesi, Batı'da nüfus artarken Osmanlı'da nüfusun artmaması da imparatorluğun en büyük handikaplarıydı.
II. Abdülhamid, siyaset ve diplomasiyle imparatorluğu ayakta tutmaya çalıştı. Eğitim alanında yapılan reformlarla kısmen daha eğitimli insanlar yetişse de devlet adamı ve eğitimli memur problemi tam olarak çözülemedi. İmparatorluğun son asırlarında "kaht-ı rical" denilen devlet adamı eksikliği bir türlü giderilemedi. Bu dönemde parçalanmanın hızı azaltılsa da küçülme yine durdurulamadı.
II. Abdülhamid'in en büyük problemi, iyi bir kadro kuramaması ve topluma, özellikle de mektepli gençlere bir heyecan verememesiydi. Avrupalı devletlerin ve Türkiye'deki diplomatların imparatorluğa karşı hoyrat davranışları gençler arasında büyük tepkilere sebep oluyordu. Taviz verile verile imparatorluk parçalanıyor, II. Abdülhamid tahttan indirilip Meclis açılırsa her şey hallolacak zannediliyordu.
İttihadçı hükümet.
AŞIRI SİYASİLEŞME YAŞANDI
İttihadçılar, tek kurtuluş reçetesi olarak gördükleri Meşrutiyet'i 1908'de tekrar ilan ettirince toplumda büyük bir heyecan ve coşku doğdu. 1909'da II. Abdülhamid tahttan indirildi. İttihad ve Terakki yavaş yavaş devlete hâkim oldu. Yeni dönemde siyasi ve sosyal yapıda büyük bir dönüşüm ve çözülme yaşandı. Devlet otoritesinin sarsılmasıyla büyük bir karmaşa meydana geldi. İttihad ve Terakki şubeleri, memur kulüpleri oldu. Bir göreve gelmek için memurların savundukları fikirler ve aldıkları tavırlar önemli hâle geldi.
Klasik Osmanlı anlayışında olmayan bir şekilde devlet işleri her yerde konuşulmaya başlandı. Yönetimin yeni sahipleri çok gençtiler. Büyük sorumluluklar almamışlardı ve devleti yeterince tanımıyorlardı. Tecrübelerinin az olmasından dolayı yanlış kararlar aldılar, yanlış uygulamalar yaptılar. Zaman zaman ise kararsız kaldılar. Ancak Balkan Savaşı'na kadar umutlar hiç kesilmedi.
Balkan Savaşı'nda uğranılan büyük bozgunun ardından Rumeli Türklüğünün tasfiyesinden sonra ise psikolojik olarak büyük bir çöküş yaşandı. Hayaller ile gerçeklerin örtüşmediği, Meclis'in açılmasının, "Osmanlıcılık" ve "İslamcılık" ideolojilerinin emperyalistlerin emellerine set çekmediği, azınlıkların bağımsızlık hayallerini bitirmediği ve imparatorluğun parçalanmasını durduramadığı görüldü.
Bu dönemde İttihadçılar ile muhalifleri arasında aşırı siyasileşme yaşandı. Bir taraftan da grupların kendi içlerinde hizipleşmeler oldu. Orduya, memuriyete, mekteplere siyaset girdi. Devletin ve milletin çıkarları yerine partilerin çıkarları öne çıktı. Bu dönemde söylenildiği iddia edilen "Edirne'ye Enver gireceğine Bulgar girsin" sloganı siyasileşmenin nerelere vardığını gösterir.
Osmanlı ordusu Bağdat'ta.
HUKUK RAFA KALDIRILDI
Siyasetin günlük ihtiyaçlarını karşılamak için hukuk ve devlet gelenekleri bir tarafa bırakıldı. Yapılması düşünülenler kanunlarla çakışınca Enver Paşa'nın söylediği iddia edilen, "Kanun yokmuş! Yap kanun, var kanun!" sözü bu dönemdeki anlayışı gösterir. II. Abdülhamid'in özgürlüklere engel olduğu, istibdatla devleti yönettiği eleştirisiyle iktidara gelenler, zamanla daha sert bir yönetim tarzı uyguladılar. Eleştirilere kulak kapatılıp muhalifler ezildi. Devlet işlerinde makul ortadan kayboldu, aymazlık arttı.
Balkan Savaşı'nda uğranılan büyük mağlubiyet "tükenmişlik sendromu"na yol açtı. Karamsarlık ve ümitsizlik arttı. Bu atmosferden çıkış için büyük bir kumar oynanıp bir umut olarak I. Dünya Savaşı'na girildi. Tarihçi Jacques Thobie, imparatorluğun savaşa girmesini şöyle değerlendirir:
"Roma tarihçisi Andre Pigagnol, Roma medeniyetinin eceliyle ölmediğini, cinayete kurban gittiğini düşünür. Sonuç olarak, Osmanlı İmparatorluğu ne eceliyle ölmüştür ne de cinayete kurban gitmiştir: Söz konusu olan, etki altındaki bir intihardır."
Enver Paşa
İMPARATORLUK KONTROLLÜ KÜÇÜLEBİLİR MİYDİ?
İmparatorluğun küçülmesi kaçınılmazdı. Ancak emperyalist devletlerin emelleri, bizim yöneticilerimizin ise hayal ile gerçeği karıştırmaları ve tecrübesizlikleri imparatorluğu paramparça etti. Rusya'nın 1917 ve 1991'de, İngiltere'nin ise II. Dünya Savaşı'ndan sonra yaptığı bilinçli ve kontrollü küçülmeyi, yani zaman kazanmak için toprak bırakma siyasetini yapamadık. Trablusgarp'ı, Selanik'i, Sana'yı, Üsküp'ü, Halep'i, İşkodra'yı, Basra'yı, Yanya'yı, Kudüs'ü, Bağdat'ı aynı anda kurtarmaya çalıştık. Gücümüzün yetmeyeceği belli olmasına rağmen imparatorluğun hiçbir parçasından vazgeçemedik. Bu durum reelpolitik açıdan yanlıştı. Ancak bu durumun en önemli sebebi, imparatorluğun her tarafının atalarımız tarafından vatan olarak kabul edilmesiydi.
İngiltere ve Rusya, hâkimiyetlerindeki toprakların bir kısmını vatan olarak değil de sömürge olarak gördükleri için rahatlıkla bırakarak kontrollü küçülmüşler, zaman kazanmak için hâkimiyetleri altındaki toprakları bırakabilmişlerdir. Zamanı geldiğinde de bir kısım topraklarını geri almışlar veya o bölgelerde nüfuzlarını sürdürmüşlerdir. En önemlisi ise ana coğrafyalarını korumuşlardır.
İttihadçılar ise bir taraftan vatanın her tarafını müdafaaya çalışırken, bir taraftan da panik ve tecrübesizlikten yaptıkları hatalarla 1909'da yaklaşık 6.5 milyon kilometrekare olan imparatorluğu 1918'de 250 bin kilometrekareye kadar küçülttüler. İmparatorluk 10 yılda, yaklaşık 25'te birine inerek paramparça oldu. Atatürk'ün liderliğinde yapılan Milli Mücadele'yle Türkiye Cumhuriyeti kurularak Anadolu'da Türk varlığı devam ettirilebildi.
Erhan AFYONCU- SABAH