Arama

Osmanlı’nın olmazsa olmaz kitabı: Mukaddime

Osmanlı yazarları erken dönemlerden itibaren İbn Haldun'un özellikle devlet ve medeniyetlerin yükseliş ve düşüşleriyle ilgili fikirlerini benimsemiş ve bu fikirleri Osmanlı gerçekliğine uyarlamaya çalışmışlardır. Osmanlı düşünürlerinin İbn Haldun'a olan bu ilgisinin, İslam kültürüne de çok önemli bir katkı sağladığı söylenebilir.

Osmanlı’nın olmazsa olmaz kitabı: Mukaddime
Yayınlanma Tarihi: 14.06.2017 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 16.06.2017 12:58
Osmanlı Devleti'nin kendi içinde bir 'zayıflama' sürecine girmesiyle veya 'zayıflama psikolojisine' maruz kalmasıyla birlikte Osmanlı entelektüelleri; devlet adamları, ulema ve tarihçileri, bu zayıflama durumunun yahut psikolojisinin sebepleri üzerinde yoğunlaşmış, bu durumun çöküşle noktalanmasını engellemenin yollarını düşünüp araştırmışlardır. Bu çerçevede ulema, tarihçi ve düşünürlerin fikirlerinden etkilendikleri, yararlandıkları, hatta çöküşle ilgili teorilerini Osmanlı Devleti'ne bazı değişikliklerle de olsa uyarlamaya çalıştıkları bir ilim adamı, bir tarih felsefecisi, bir sosyolog karşımıza çıkmaktadır: İbn Haldun (1332-1406). Umran ilminin kurucusu, bir sosyolog, bir 'çöküş teorisyeni' olan İbn Haldun'un tarih ve toplum görüşü, Osmanlı Devleti'nin birtakım önemli yanlışlar yapması ve güçten düşmeye başlamasıyla birlikte muhtemel bir zayıflama veya çöküşe gitme durumundan nasıl kurtarılacağını düşünenler için temel bir başvuru kaynağıydı. İbn Haldun'un görüşlerine olan bu ilgi, İbn Haldunculuk'tan (İbn Haldunizm) söz ettirecek noktaya gelmişti neredeyse. Bu bağlamda düşündüğümüzde Mukaddime'yi Kâtip Çelebi, Naimâ, Taşköprülüzâde, Müneccimbaşı, Hayrullah Efendi ve Cevdet Paşa gibi Osmanlı düşünürlerinin kaynak olarak kullandıklarını söyleyebiliriz. Hatta Naimâ onu bir üstat bilmiştir. Öyle anlaşılmaktadır ki İbn Haldun'a olan bunca ilgi, Mukaddime'nin Osmanlı Türkçesine çevrilmesiyle sonuçlanmıştır. Burada hatırlanmalıdır ki din sosyolojisi disiplininin klasik başyapıtı olan Mukaddime, yabancı bir dile, Türkçeye ilk kez Osmanlı uleması tarafından çevrilmiştir. Bilindiği gibi Mukaddime'nin büyük bir kısmını (ilk beş bölüm) 18'inci yüzyılda Şeyhülislam Pîrizâde Muhammed Sahib Efendi (ö. 1749) 1730 yılında, geri kalan kısmını da 19'uncu yüzyıl ortasında Cevdet Paşa (1822-1895) Türkçeye çevirmiştir. Birinci çeviri 1859'da Kahire'de basılmış, ikincisi ise birincisiyle birlikte 1860-61'de İstanbul'da yayınlanmıştır.

Osmanlı düşüncesini birçok alanda etkileyen fikirler
Mukaddime'nin, Osmanlı bilgin ve düşünürleri için olmazsa olmaz bir kitap olduğu söylenebilir. 16'ncı yüzyıldan 20'nci yüzyılın başlarına doğru gelindikçe, yani Osmanlı 'zayıfladıkça', önemi daha da artmıştır. J. V. Hammer 'Arap Montesquieu'su diye tesmiye ettiği İbn Haldun'un Mukaddime'si hakkında Pirîzade'nin Türkçe tercümesine dayanarak 1822 yılında Journal Asiatique mecmuasında yazdığı 12 sayfalık küçük makalesinde Mukaddime'nin o zamanki Osmanlı ilim ve devlet adamları arasında ideoloji yaratan bir eser sıfatıyla çok okunduğunu zikretmiştir.

Osmanlı ilim erbabı ve düşünürleri İbn Haldun'un toplum, tarih, siyaset ve diğer görüşlerini keşfettikten sonra onları Osmanlı pratiğinde ele almaya çalışmışlardır. İbn Haldun'un yaklaşımlarını daha da geliştirerek Osmanlı Devleti'ni zafiyet durumundan kurtarmak için birtakım yeni fikirler ortaya koydukları dahi söylenebilir.

İbn Haldun'un Osmanlı düşüncesine etkilerinin boyutları, yukarıda belirtilen hususlara ek olarak Cevdet Paşa, Mukaddime'nin çevirisini yaptığı zaman Meşihat kurumu (Şeyhülislamlık makamı) içinden ve dışından gösterilen heyecanlı tepkilerden de anlaşılabilir. Örneğin o zaman Kahire'de bulunan Yusuf Kâmil Paşa, Cevdet Paşa'ya yazdığı mektupta çeviriden övgüyle bahsetmiştir. Daha da önemlisi Cevdet Paşa yapmış olduğu çeviriden ötürü çeşitli çevreler tarafından tebrik edilmiş ve ayrıca bazı seçkin zevat, Hoca Saduddin Efendi'ye Cevdet Paşa'nın İstanbul payesine terfisini teklif etmişlerdir. Bu anekdot, İbn Haldun çevirisinin Osmanlı ilmiye ve muhtemelen kalemiye sınıflarında uyandırdığı heyecanı ifade etmesi bakımından son derece önemlidir.

Burada, Osmanlı bilgin ve düşünürlerinin, İbn Haldun'un tarih, toplum, siyaset, din hakkında genel olarak bütün yaklaşımlarından yararlandıkları ve etkilendikleri bir gerçek olsa bile pratik bir ilgiyle Osmanlı Devleti'nin 'yıkılmasını' engelleyecek yolları bulmak için ekseriye tarih ve çöküşle ilgili görüşlerinden yararlandıkları varsayımından hareket edildiği için konu, İbn Haldun'un ve Osmanlı düşünürlerinin daha çok tarih ve çöküş yaklaşımları merkezinde ele alınmaktadır. Fakat belirtmek gerekir ki etki, çöküşle sınırlı kalmamış, başka konularda da kendini göstermiştir.

Osmanlı'daki İbn Haldun etkisinin, onları fatalizme ve karamsarlığa götürmediği, tersine daha gerçekçi ve geleceği öngörücü bir entelektüel düzeye taşıdığı hususunu belirtmek önemlidir burada. 17'nci yüzyılın başlarına kadar İbn Haldun'un determinist tarih görüşünden etkilenen Osmanlı siyasal düşüncesinin İbn Haldun'un 'döngüsel çöküşçü' yaklaşımını hemen hemen aynen benimsediğini ve çöküş sürecini durdurmanın mümkün olmadığını, olsa olsa çöküş zamanının uzatılabileceğini iddia ettiği söylenebilir. Ancak belirtmek gerekir ki, İbn Haldun'un metodolojisi, tarihe ve olaylara yaklaşım biçimi, aslında Osmanlı bilgin ve düşünürlerinin konulara yaklaşımında nesnellik ve tarafsızlık ilkesiyle hareket etmelerinde etkili olmuştur. Bu bağlamda İbn Haldun'dan etkilenimin Osmanlı ilim ve düşüncesinde yeni bir bakış açısı ve yeni bir zihnî durum ortaya çıkardığı söylenebilir.
Ayrıca bir varsayım olarak belirtilebilir ki İbn Haldun'un Osmanlı'yı etkilemesi gerçeği, ona olan ilginin Oryantalizm'in bir ürünü olmadığını göstermektedir. Osmanlı entelektüellerinin görece erken dönemlerde onunla temasa geçmesi ve Batı'nın Osmanlı'ya göre geç dönemlerde onunla tanışması, İbn Haldun'un Oryantalizm'in ürünü olduğu görüşünü çürütmektedir. Esasen yaklaşık 100 yıllık süreçte, özellikle de 20'nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkiye'de ve diğer İslam ülkelerinde İbn Haldun'a dair ilgide Oryantalizm'in etkisini yadsımak mümkün görünmemektedir. Fakat bu, İbn Haldun'un Oryantalizm'in ürünü olduğu görüşünü haklı çıkarmaz. Zira İbn Haldun, Batı'dan önce Osmanlı'da keşfedilmiş ve anlaşılmaya çalışılmıştır. İbn Haldun'un Batı'da ciddi anlamda 19'uncu yüzyılın sonlarından önce -çok az istisnasıyla- bilindiğini söylemek çok güçtür. Oysa Osmanlılarda erken dönemlerde okunmuş ve Türkçeye de tercüme edilmiştir.

İbn Haldun'un gönüllü öğrencileri
Mukaddime'de 'çöküş sosyolojisi' ve 'çöküş etiolojisi' yapan İbn Haldun'un tarih, toplum ve toplumsal çöküşe ilişkin teorisinden etkilenen Osmanlı entelektüellerine işaret etmek istersek; Kınalızâde Âlî Efendi (1510-1572), B. Mustafa Alî (1541-1599), Veysî (1561-1627), Kâtib Çelebi (1609-1657), Koçi Bey (17'nci yüzyıl), Hezarfen Hüseyin Efendi (ö.1691), Mustafa Naimâ Efendi (1655-1716), Defterdar Sarı Mehmet Paşa (ö.1717), Şeyhülislam Pîrizâde Mehmed Efendi (1674-1749), Ahmet Vefik Paşa (1813-1891), Hayrullah Efendi (1817-1866), Abdullah Subhi Paşa (1818-1855), Mithat Paşa (1822-1884), Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895), Mustafa Nuri Paşa (1824-1890) ve Namık Kemal (1840-1888) gibi yazarları zikretmemiz mümkündür.

Osmanlı yazarları, gerçekten de yukarıda da belirtildiği gibi erken dönemlerde İbn Haldun'un özellikle devlet ve medeniyetlerin yükseliş ve düşüşleriyle ilgili fikirlerini benimsemiş ve bu fikirleri Osmanlı gerçekliğine uyarlamaya çalışmışlardır. Denilebilir ki Osmanlı düşünürleri, özellikle de tarih alanında İbn Haldun'un gönüllü öğrencileri olmuşlardır. Osmanlı düşünürlerinin İbn Haldun'a olan bu ilgisi, İslam kültürüne çok önemli bir katkı sağlamıştır.

Osmanlı bilgin, düşünür ve aydınlarının İbn Haldun'la ilişkileri, Mukaddime'den alıntı, çeviri, yorum yapma ve ona ilavelerde bulunma biçiminde gerçekleşmektedir. Bu çerçevede vurgulanmalıdır ki İbn Haldun, H. Ziya Ülken ve Ziyaeddin Fahri'nin iddia ettiği gibi Müslümanlar tarafından tamamen de ihmal edilmemiştir. Ülken ve Fahri'ye göre; "İbn Haldun, muakıpları tarafından arzu edilen şekilde tetkik ve takip edilmemek talihsizliğine uğramıştır. O istiyordu ki ölümünden sonra beşeriyet ve onu idare eden siyaset ve idare adamları, tarih ilminin kudretine istinat ederek yürüsün ve müverrihler bu yolun alemdarı olsun. Maalesef İslami tarih telâkkisi, kendinden evvel ne ise, kendinden sonra da ayni şekli muhafaza etmiştir. İslam ümmeti içinde Türk, Arap, Acem gibi muhtelif milletlerin yetiştirdikleri ilim ve tarih adamları İbn Haldun ile hakiki bir alâka peyda etmemişler çünkü onu anlayamamışlardır. Filhakika İbn Haldun'dan sonra yetişen bütün ümmet müverrihlerini Arap, Acem ve Türk farkı olmaksızın, hepsini tetkik ediniz: İbn Haldun'un müverrihliğine ait bir satır göremezsiniz." Bu yaklaşım bize göre fazlasıyla genellemeci ve indirgemecidir. Z. Fahri, Osmanlı yazarlarının ara sıra İbn Haldun'la ilgilendiğini ama Cevdet Paşa dışında hiçbirinin İbn Haldun'u gerçekten anlamak kabiliyetini göstermediğini söylemektedir: "Gerçi ara sıra kendisinden bahsedilmemiş değildir. Bilhassa bu ümmet içinde Türk milletinin yetiştirdiği bazı müverrihler İbn Haldun'dan ehemmiyet ve şükran ile bahsetmişlerdir. Naimâ, Müneccimbaşı, Kâtip Çelebi, Cevdet Paşa vs. Fakat bunlardan hiçbiri -Cevdet Paşa müstesna- mütefekkiri hakiki surette anlamak kabiliyetini göstermemiştir." Bu yaklaşım da doğru değildir. Osmanlı düşünür ve yazarlarından bir kısmı, Fahri'nin dediği gibi olabilir fakat bunu onların Cevdet Paşa dışında tamamına teşmil etmek indirgemecilik olsa gerektir.

Bu bağlamda ayrıca belirtilmelidir ki Osmanlı yazar ve devlet ricalinin tamamını İbn Haldun kopyacılığı yapmakla eleştirmek, çok insaflı bir yaklaşım değildir. Kopyacılık denilebilecek durumlar da olabilir ama özellikle Kâtip Çelebi, Naimâ ve Cevdet Paşa'ya bakıldığında, bazı hususlarda İbn Haldun'dan farklılaşmalar olduğu hatta onun aşıldığı görülür. Esasen İbn Haldun'un etkisinde kalan veya onun teorisini Osmanlı Devleti ve toplumuna uyarlamaya/uygulamaya çalışan hemen hemen bütün Osmanlı yazar ve aydınları, söz konusu uygulama çabalarından dolayı ister istemez İbn Haldun'un yaklaşımlarına yeni bir şeyler katmak durumunda kalmışlardır.

Hülasa Osmanlı düşünürlerinin, İbn Haldun'un bütün bu konularda geliştirdiği yaklaşımlardan birçoğuyla bir şekilde irtibatlı olduklarını söyleyebilmek adına elimizde yeteri kadar tarihsel vesika bulunduğunu unutmamamız gerekir.

İbn Haldun'un Osmanlı bilgin ve düşünürlerini etkilediği konular şunlardır:
• İnsan • Toplum • Medeniyet • Umran • Bedeviyet • Hadariyet • Asabiyet • Devlet/siyaset • Tavırlar Teorisi • Adalet • Ekonomi • Ahlak • Tarih • Din • Sünnetullah: Toplumsal yasalar • Felsefe • İlim

Ejder Okumuş / Lacivert

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN