"Allah (cc) (mükafat veya ceza vermede) sizin şeklinize (suretinize) ve mallarınıza bakmaz. Fakat O amellerinize ve kalplerinize bakar." buyuran Hz. Peygamber'in bu hadisinde neler gizlenmiştir, şöyle bir düşünecek olursak;
Allah'ın bütün yaratıkları ayrı şekil, özellik ve nitelikte değişik hizmet ve maksatlar için yaratmış olması, sayılarının sınırsız denebilecek kadar çok olmasına rağmen insanların suretlerinin farklı olması, bu arada her bir canlının ve her bir insanın rızkının Allah tarafından verilip, Rabbimiz tarafından bilinen bir hikmete dayalı olarak farklı şekillerde dağıtılıp, bu dağılımın değişik vesilelerle gerçekleşmesi yüce Allah'ın sonsuz kudretinin, hikmet, takdir ve iradesinin tecellisi olarak görülmelidir.
İnsanların şekillerinin mal ve varlıklarının farklı farklı olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Hatta insanlar arasındaki farklılık bunlardan ibaret de değildir. Tek yönden dahi olsa birbirinin aynı olan iki kişinin varlığı söz konusu değildir, diyebiliriz.
Yaratılış ve rızık bakımından insanlar arasında farkların var olacağı da inkar edilemez bir gerçek olduğu gibi, kalplerdeki iman ve takva ile bu iman ve takvanın bir meyvesi durumunda olan amellerin farklı olduğu da bir gerçektir. Allah katında insanların en değerlilerinin takva sahipleri olduğu ise bilinen bir husustur. (el-Hucurat, 49/13). Toplumda her zaman değerli olan bu takva sahiplerinin her zaman toplumun öncüleri olmaları gerekir. Toplumu bu muttakiler ve Allah'tan korkanlar yönetmeli. Riyakar ve gösteriş budalası kimselerin öncü olmaları felakettir.
Günümüzde üzerinde yaşamakta olduğumuz coğrafya ve dünyanın değişik bölgelerinde ırk ve din taassubu, masum milyonlarca insanın mağdur edilmesinin başta gelen sebebidir. Irkların üstünlüğünü sağlamak sarhoşluğuna kendilerini kaptırarak Allah'ın insanların üstünlüğünü kabul ettiği ölçüye hiçbir şekilde iltifat etmeyenler, özellikle Müslümanların kanlarını gaddarca ve insafsızca akıtmaktadırlar. Bunu her iki dünya savaşında açıkça gördük. Bunların başında ise Allah'ın lanet ettiği kavim Yahudiler ile düşünmeden ve ne yaptıklarının farkında olmadan ineğe tapan zavallı Hindular gelmektedir. Filistin ve Myanmar'da yaptıkları herkesin malumudur.
Diğer taraftan Uygarlık şampiyonluğuna soyunmuş Amerika başta olmak üzere Avrupa ülkeleri de bu beladan ve bu taassubun etkisi altında cinayetler ve gaddarlıklar işlemekten yana nasiplerini almaktadırlar. Avrupa'nın ortasında Bosna, Kosova, Makedonya ve Arnavutluk'ta açıkça görülen Müslüman düşmanlığı ile başta Hollanda ve Almanya olmak üzere bütün Avrupa ülkelerindeki gizli ve açık yabancı düşmanlığının temel sebeplerinden birisi de hiç şüphesiz insanların eşitlik ilkesinin kabul edilmemesidir. Avrupa'nın bu ırkçı ve emperyalist tavrı tarihin son 1000 yılında hep görülmüştür. Bu tutumlarından dolayı da 100 yıl ve 30 yıl savaşlarından sonra dünyaya yaşattıkları iki dünya savaşı onların tıynetlerini ortaya koymaktadır.
İnsanların yaradılışlarından gelen ve sahip olmakta beşer olarak kendilerinin en ufak bir iradeye sahip olamadıkları özelliklerinin ayrımın ve ayrıcalığın sebebi olarak görülmesi, şüphesiz insanlık haysiyetine sığmayan zavallıca ve akılsızca bir yaklaşımdır. Böyle bir yaklaşımın sebep olduğu cinayetlerin başta biz Müslümanlar tarafından olmak üzere hiçbir kimsenin tasvip edilmesi mümkün değildir.
İslam, insanın kalp temizliğine yani takvasına, Allah'tan korkusuna ve bunun görünürdeki yansıması olan insanın iradesi ile yaptığı amellerine değer verir. İnsanlar arasındaki üstünlüğün biricik ölçüsü takvadır ve takva da kalptedir. Yapılan amellerin kabul veya reddi dahi, takvanın bir yönünü teşkil eden samimiyetle yapılmış olmalarına bağlıdır. Bunun keyfiyetini ise ancak yüce Rabbimiz bildiğinden dolayı, kişinin ancak dışa yansıyan davranışlarını değerlendirmelerini esas alır.
Buna göre kendimizin dışındakileri değerlendirmek durumunda kalırsak, onların amellerini maddi olarak ortaya koydukları verilerini esas almalı ve İslam'ın bunlar hakkındaki hükümleri ne ise biz de öylece değerlendirmeliyiz. Kendimizi Müslüman olarak değerlendirdiğimiz takdirde ise, kalbimizin durumunu, niyetimizi, salih amelimizdeki samimiyet ve ihlasımızı mümkün mertebe göz önünde bulundurmalıyız, niyet ve fiillerimizi her geçen gün daha iyiye götürmenin yolunu aramalıyız. Çünkü "Allah'ın yoluna çağıran, salih amel işleyen ve ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kimse olamaz." (Fussilet, 41/33). Salih ameli namazı, orucu, zekatı, haccı olmayan Kur'anî emirlere bir bütün olarak inanmayan ve bunlara göre yaşamayan kimselerin toplumun önüne dikilmeleri öncü olmaya kalkışmaları uygun değildir.
Ayrıca konu ile yakın ilgisinden dolayı münafıklık ve riyakârlıktan da kısaca söz etmemiz yerinde olacaktır. Münafıklık, Kur'an-ı Kerim'de üzerinde özellikle durulmuş ve Müslümanların dikkat etmeleri özellikle istenmiş, kalbi, ahlaki, ruhi ve hepsinden de önemli olmak üzere imani bir rahatsızlıktır.
Münafıklık Kur'anî bir terim olarak iman etmeyen bir kimsenin dünyevi bir takım menfaatler sağlamak ya da bir takım korkulardan emin olmak için iman ettiğini ifade etmesidir. Münafıklık genel çerçevesi itibariyle itikadi ve ameli olmak üzere iki türlüdür.
İtikadi münafıklık, İslam'a hiçbir şekilde iman etmeyen ve bunun onun hayatında hiç yansıması görülmeyen bir kimsenin iman ettiğini söylemesi, bununla birlikte mü'minler için, İslam için, İslam'ın egemenliği için elinden gelen her türlü kötülüğü yapmasıdır. İslam ve Müslümanlar aleyhine her türlü tertip düzen, hile, desise, fitne ve komplonun içerisinde münafıkların mutlaka çok büyük payları vardır. Müslümanların aleyhinde İslam düşmanlarıyla iş birliği yapan, Müslümanların sırlarını ve bilgilerini bu İslam düşmanlarına aktaran münafıkların bilinmesi ve Müslümanların arasından çıkarılmaları gerekir. Bunlar ifsat edicidir. Koca bir sepeti yok eden çürük elma misalidirler.
Bu doğrultuda Bakara suresinin baş taraflarındaki ayetlerden ayrı olarak (Bakara, 2/8-20) şu ayet-i kerimeler son derece uyarıcı değil mi?: "Münafıklar sana gelip biz şehadet ederiz ki muhakkak sen Allah'ın resulüsün dediler. Allah biliyor ki, hiç şüphesiz sen O'nun (Allah'ın) resulüsün ve Allah şahitlik eder ki muhakkak münafıklar yalancıdırlar. Onlar yeminlerini kalkan edindiler ve Allah'ın yolundan yan çizdiler. Onların yapmakta oldukları gerçekten çok kötüdür." (el-Münafikun, 1-2).
Bu tür itikadî münafıklık edenlerin cezasını Allah verecektir: "Şüphesiz münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara sen bir yardımcı da bulamazsın." (en-Nisa, 4/145).
İkinci tür münafıklık ise ameli münafıklıktır. Eğer Müslüman bir kimsede münafıklara yakışan ve Müslüman kimsede olmaması gereken kötü bir özellik varsa, Müslüman onu terk etmelidir. Terk etmediği sürece de o kimsede münafıkların niteliklerinden bir ya da birkaç hasleti bulunmuş olur. Hz. Peygamber bu nitelikleri münafıklara ait olarak nitelendirmekle, bir taraftan bunların veballerinin büyüklüğüne işaret etmekte, diğer taraftan Müslümanın imanî hassasiyetini galeyana getirmek suretiyle bir an önce bu kötü hasleti bırakmasının ne derece öncelikli olduğuna işaret etmektedir.
Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v):"Münafıkın alemeti üçtür. Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman da hainlik eder." (Müslim, İman, 23; Buhari, iman, 24), buyurmaktadır.
Riyakârlık da kalbi hastalıkların en önemli ve en tehlikelileri arasında ve kullar tarafından farkedilmesi zor olan bir haldir. Şeytan desise ve vesveselerin en yamanlarından olduğu için, mü'minin her zaman için bu bakımından kalbini ve amellerini kontrol etmesi gerekmektedir. Kısaca, riyakarlık sadece Allah için yapılması gereken bir ameli başkaları da görsünler ya da sırf dünyevi birtakım maksat ve gayelere ulaşmak niyetiyle yahut da dünyevi maksat ve gayeleri de Allah rızası için yapılması gerekli olan amellerle karıştırmaktır. Mü'minler ise: "Bizler yüce Allah'a dinimizi halis kılarak ona ibadet etmekten başkasıyla emrolunmadık," ayetiyle amel ederler. (ez-Zümer, 39/2-3, el-Beyyine, 93/5).
Riyakarlık da münafıkların özellikleri arasındadır. Münafıklar bir taraftan güya Allah'ı aldatmaya çalışırken, diğer taraftan da mü'minleri aldatmaya çalışırlar. Bu bakımdan onlar kıldıkları namazlarında bile tembel tembel namaz kıldıkları ve Allah'ı pek az andıkları halde ve bu vebal olarak onlara yetmiyormuş gibi bir de mü'minleri de riya yaparak aldatmaya çalışırlar. (Nisa, 4/142; Maun, 107/4-7). Bunlara bugünlerde daha çok dikkat etmeliyiz. Münafık bir tavırla İslam'la alakası olmadığı halde dindar görünmeye çalışıp dünyevi makamlar elde etmeye kalkışan bu riyakârları tanımamız ve toplumun öncülüğüne soyunmalarını engellememiz gerekir.
Buna karşı ise, mü'mine düşen amelini her türlü şaibeden uzak tutarak samimiyetin basamaklarında yükselebilmek için gerektiğinde nefis ve şeytanına karşı uyanık bir halde mücadelesini sürdürmesidir.