Cuma akşamı ABD, Britanya- Fransa ittifakının Suriye'ye attığı yüz beş füze gerilimin taraflarının hepsine "zafer" kazandırdı. Başkan Trump "büyük" zaferini "görev tamamlandı" mesajıyla kutladı.
Saldırının hedefi Esed ise, Şam'da destekçilerini sokaklara dökerek sevinç gösterisi yaptırdı.
Rusya ve İran operasyonun "haberli ve sınırlı" olmasından memnuniyetlerini gizlerken Türkiye "desteğini" açıkladı.
Zafer kutlaması yapanlar kadar füzelerin "mesajının" çeşitliliği de dikkat çekiciydi.
NATO Genel Sekreteri J. Stoltenberg operasyonun "Esad rejimi ve destekçileri Rusya ve İran'a verilen açık mesaj" olduğunu açıklarken ABD ve Britanya medyasında bu tür saldırılarla Esed'in durmayacağı, hatta güçlendiği yorumları yer aldı.
Bir yandan Trump yönetiminin "kimyasal silah" kullanımında Rusya'yı da sorumlu bulduğu için yeni yaptırım hazırlığında olduğu konuşuluyor. Diğer yandan kapsamlı bir Suriye stratejisi geliştirilmeden Rusya ve İran'ın sınırlandırılamayacağı tartışılıyor.
Bence en ilginç değerlendirme, Erdoğan- Putin- Ruhani üçlü zirvelerine "kaynak yapmak" isteyen Fransız cumhurbaşkanı Macron'dan geldi.
Esed'in kimyasal kapasitesinin "imha edildiğini" iddia eden Macron, Trump'ı da Suriye'de kalmaya kendisinin "ikna ettiğini" söyledi.
Dahası, Macron bu saldırı ile "Türkleri ve Rusları ayırmayı başardıklarını" öne sürdü.
Türkiye'nin Rusya ile artan işbirliğinden Batı başkentlerinin rahatsız olduğu biliniyor. Ankara için "eksen değişimi" muhabbetleri her gün Batı medyasında arz-ı endam ediyor. Macron'un Ankara'nın "kimyasal silah" konusunda Batı ittifakına destek vermesini sağlıklı değerlendiremediğini düşünüyorum.
Yıllardır "kırmızı çizgileri" aşan Esed'in cezalandırılmasını isteyen hep Türkiye oldu.
Batı'nın kapsamlı bir Suriye politikası olmamasını ve Esed'in katliamlarına sessiz kalınmasını en çok Türkiye eleştirdi. Deaş ile mücadele adına YPG'nin silahlandırılmasının zararlarını hâlâ Washington ve Paris'e anlatanlar, Türk devlet adamları.
Yine Suriye'de karşıt menfaatlere sahip Moskova, Tahran ve Ankara'yı işbirliğine zorlayan temel faktör de Batı'nın politikasızlığı ve Türkiye aleyhine faaliyetleri oldu.
Macron'un en son YPG'lileri sarayında ağırlaması gibi...
Kaldı ki, Türkiye Suriye'de ortak paydası olan aktörlerle işbirliği yapmaktan hiç geri durmadı. Rakka operasyonu öncesi ABD'ye "birlikte yapalım" önerisi getirmesi gibi...
Esed'in zulmüne karşı çıkma konusunda en tutarlı politika izleyen Türkiye'nin bu saldırıyı desteklemesi hiç şaşırtıcı değil. Bu durum Moskova'nın yaklaşımı açısından da böyle.
Erdoğan, Putin'le yaptığı telefon konuşmalarında sivillere yapılan katliamlar konusuna dikkat çekmekten hiç vazgeçmedi. Bu sebeple Suriye'deki Türk- Rus işbirliğinin "sınırlı ve kozmetik" bir müdahale ile bozulacağını sanmak ham hayal.
"Uçak düşürülmesi" ve "büyükelçi suikastı" krizlerinden çıkabilen Ankara- Moskova ilişkisi bu tür atraksiyonlarla zarar görmeyecek kadar dirençli. Zira söz konusu ilişki ideolojik kamplaşmaya değil, somut çıkarlara dayanıyor. Böylesi rasyonel bir ilişkiyi, farklılıklara rağmen, korumak her iki tarafın da çıkarına.
Batı, Esed'i devirmeyi hedefleyen ya da YPG'yi tümüyle terk eden kapsamlı bir politikaya geçmedikçe Türkiye- Rusya ayrışmasını temin edemez. Bu yüzden Macron, küçük ve kolay bir "zafer" hayalini kenara koyarak, bir konuda dikkatli olmalı.
YPG'ye verdiği destek Türk- Fransız, hatta Türk- Avrupa ilişkilerini olumsuz etkiliyor. Macron'un son dönemdeki diplomatik aktivitesinin şovdan öteye geçmesi için Ankara'nın güvenini kaybetmemesi gerekiyor. Paris, Suriye'de Ankara'yı karşısına alarak masaya oturamaz.
Burhanettin Duran-Sabah