Ekrem Demirli

Topraktan gelmek ve ahlak: Var olmada ve ölümde eşitlik ilkesi

Adem'in yaratılışı benim yaratılışımdır. Adem yeryüzünde 'Allah'ın halifesi' olmak üzere yaratıldı, o halife benim. Melekler görünüşte Adem üzerinden Allah'a secde etti, secde vesilesi bendim. Şeytan 'topraktan yaratılmış olana secde edilmez' derken beni kast etti (gerçi şeytan ile insan kavgası secde etmemekle başlamadı, çünkü isyanı bize değil, Allah'a karşı idi): Önce cennette var edilen bendim. Ağaca yaklaşmak yasağı bana idi. Adem ağaca yaklaştı, asi oldu, ilk ihlal ortaya çıktı. Ağaca yaklaşan bendim. Sonra Havva ile birlikte tövbe ettiler: Her insanın tabiatı burada belli oldu: kural tanımamak ve pişman olabilmek. Günde onlarca defa 'ağaca yaklaşma' kuralını ihlal ederken -bir kısmımız da tövbe ederken- idrak ederiz yasağın anlamını. Kuran-ı Kerim'i sufilerin okuma-anlama tarzı aşağı yukarı böyledir. İlahi kelamda sözü edilen herkes ve her şey doğrudan veya dolaylı olarak benim ve benimle ilgilidir; ilahi hitabın asıl ve gerçek muhatabı benim. Bütün ayetler bana geldi, bütün ayetlerde anlatılan benim hikayemdir. 'Onda sizin zikriniz vardır' bu demektir. Yunus 'tur dağında Musa ile derken' anlattığı da buydu.

İnsanın topraktan yaratılmış olması muhakkik sufiler için biyolojik açıklama olmaktan daha çok ahlakî anlam taşıyordu. Daha doğrusu onların ahlak anlayışları topraktan gelmiş olmanın istilzam ettiği var oluşun olguları üzerine tesis edilmişti. Evvelemirde toprağın kadim-evren telakkilerinde süfli mertebe olduğunu hatırda tutmak gerekir: ondan değersizi yoktur! Öteki üç unsura göre toprak değersiz olan anlamıyla zihne yerleşir. Ahlaki bir erdem olarak tevazuun toprak ile özdeşleşmesinin sebebi de budur. Müslüman düşünürler çeşitli gnostik akımlar veya felsefelerde yer alan madde ve toprak karşıtlığı üzerine kurulmamıştı fakat bu da vakıadır: toprak süfli olandır. Burada insan için ilk büyük paradoks tebarüz eder: En değersiz unsurda ve mertebede en değerli varlığın yaratılmış olması ilahi keremin tecellisidir. Gerçekte insan olmak kendi varlığındaki ilk paradoksu anlamak, buradan hareketle ise varlıktaki tüm paradoksların anahtarını hamil olmak demektir. Burada ahlakın ilk ve temel ilkelerinden birisi keşf edilir: tüm insanlar için yaratılışta tam ve bozulmaz eşitlik. Her insan (Adem yani Havva) yaratılışta ve doğumda birdir. Hiç kimse ötekinden üstün doğamaz, hiç kimse ikinci sınıf insan olarak yaratılmaz. İnsan olmanın bütün hak ve salahiyetleri kadar tüm imtiyazlarında eşitiz. Bunu anlamak bir şükür vesilesi kabul edilmiştir. Toprak yaratılmak için hak sahibi olmadığımızı anlatır. Haddi zatında mümkün varlık olmak da bu demekti: 'mümkün' varlığı başkasından gelen ve birisi tarafından var edilen demektir. Bu durumda var olmak bir istihkak ve mecburiyet değil, sadece lütuf ve ihsan olarak ortaya çıkar. İnsanın doğuştan gelen şecere veya asalet iddiası boş ve anlamsız çirkin bir iddiadır; haddi zatında bir iftiradır. Her birimiz için 'yegane gerçek' topraktan yaratılmış olmamızdır. Üstelik kazanılan veya tevarüs edilen hiçbir değer, verili-asıl hakikati değiştirmez; cila sadece gösterir, değiştirmez. Bu itibarla doğumda ortaklık insanlık için büyük ve gerçek insanlık kardeşliğinin kapısını açar. Ahlakın ikinci ilkesini de buradan belirleyebiliriz: Kazanılmış değerler asıl değerleri ilga edemez ve onların yerini alamaz.

Hacı Bektaş-ı Veli insan olmanın dört merhalesini anlatırken hakikat makamlarının ilkinin topraktan geldiğimizi bilmek olduğunu söylemiştir. İnsan nihai makamlara şeriat ve tarikat makamlarında gerçekleşen çetin bir yolculukta yetkinleşerek ulaşır. En sonunda marifet makamlarını aşarak hakikat makamlarına varınca 'toprak' olduğunu öğrenir. Haddi zatında her insan şu veya bu şekilde topraktan geldiğini ve hali hazırda da toprak bilir. En azından ölümlü olmamızı bilmek bir başlangıcımızın olduğunu ve zamanlı yaratıldığımızı bilmek demektir. Kelam bilginleri bu nedenle imkan (var olabilme ihtimali) teriminden daha çok hüdusa (yani zamanda ve zamanlı yaratılmak) dikkatimizi çekerek insan ahlakına acizlik ve noksanlık üzerinden kapı açtılar. Biz zamanlı varlık olduğumuzu bilmekle dünyanın ebedi yurdumuz olmadığını öğreniriz. Lakin yaratılmış olduğumuzu bilmek aynı zamanda dünya öncesinde bir hakikatimiz olduğuna inanmayı iktiza eder. Bu durumda geçici bir yurt içinde ezeli varlık olarak insanın krizi ortaya çıkar. Pek sevdiğimiz dünya büyük yolculuğun menzillerinden sadece biridir. Hacı Bektaş topraktan olmayı bilmek ile hakikat arasında kurduğu irtibat dikkatimizi bildiğini sanmak ile farkında olmak meselesine çeker. Her birimizin geleneksel olarak aşina olduğu bir şeyi hakiki bilgiye dönüştüren şey, ahlaktır. Bu ahlaka ulaşabilmek için gerisin geriye ilk başlama noktasına dönebilecek bir tecerrüt gerekir. Başka bir anlatımla bütün kazanılmış kimlikler, bunların dayandığı değerler veya duçar olduğumuz mağduriyetler, bunların yol açtığı kırıklıklar ve eziklikler tuzağı aşılmadan ilk ve gerçek olan tüm safiyeti içinde görülemez. Ahlak inşa ettiğimiz veya içine düştüğümüz dünyanın dışına çıkarak başta ve sonda olan (topraktan toprağa) arasında kendi varlığımı senin varlığın ile birlikte görebilmem demektir. Bu nedenle hakikat makamlarının ilki 'topraktan gelmiş olmayı' idraktir.

Peki bunun delili nedir? Bir insan topraktan geldiğini ne zaman öğrenir? Burada ahlaki hayatın çok önemli bir ilkesine daha ulaşıyoruz: Gerçekte ahlaklı olmak 'varlığı olduğu hal üzere idrak etmek' bilgisiyle yaşamak –yaşayabilmek- ise topraktan gelmeyi bilmek de hiç bir şeyin bu gerçeği değiştiremeyeceğini anlamak olmalıdır. Hacı Bektaş-ı Veli topraktan geldiğini idrak eden insan hiçbir insanı 'ayıplı saymaz' der. Tabir gerçekten zarif ve zekice seçilmiştir: ayıplı görmemek! Madem her birimiz topraktan yaratıldık, o zaman kazandıklarımızla veya kabiliyetlerimizle inşa ettiğimiz kimlik asıl kimliğimizi değiştirmeyecektir. Her birimiz noksan ve aciziz bu doğru; fakat hiçbir insan ayıplı değildir. Çünkü 'varlık dükkanında kelepir mal' yoktur. Ahlaklı olmak, yaratılış ve ölümde tezahür eden bu eşitlik ilkesiyle insana ve tüm varlığa bakabilmektir.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.